Yarı askeri rejimde iç hesaplaşma: Onlar aralarında anlaşır, olan yine işçiye emekçiye olur!

Yarı askeri rejimde iç hesaplaşma: Onlar aralarında anlaşır, olan yine işçiye emekçiye olur!

Devlet içinde uzun süredir devam eden bir hesaplaşma var. Bu hesaplaşma, devlet içindeki gruplaşmaların basit bir koltuk kavgası ya da çekişmesi olarak görülebilecek düzeyi çoktan aştı. Darbe girişimi, kalkışma iddiaları havada uçuşuyor. Yerel seçimlerden önce Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Yargıtay arasında ortaya çıkan krize, yerel seçimlerin ardından Ayhan Bora Kaplan mafyatik suç örgütü davasıyla polis teşkilatı ve MİT’in de dahil olduğu yeni bir kriz daha eklendi. MHP’nin üst düzey yöneticilerinin adının geçtiği Sinan Ateş cinayeti davası da Cumhur İttifakı içinde her an büyük ve yıkıcı bir deprem üretebilecek bir fay hattı niteliğine kavuştu.

Yüksek yargıda kavga ertelendi, Can Atalay hapiste kaldı

Tüm bu krizlerde iktidarın içindeki kavganın safları da netleşiyor. AYM ve Yargıtay krizinde, Numan Kurtulmuş’un başını çektiği, siyasal İslamcı kökenli eski AKP’lilerin ağırlık taşıdığı bir kanat AYM’nin tarafında yer alıyor, MHP, Süleyman Soylu ve Mehmet Uçum’un başını çektiği danışmanlar Yargıtay’ın hamlesini savunuyordu. Bu kavgada CHP’nin başını çektiği düzen muhalefeti AYM’den yana tavır aldı. Erdoğan kendine hakem rolü biçti. Taraflar belirli geri adımlar attı. AYM iddiasında ısrarcı olmadı. Yargıtay, AYM hakkında suç duyurusunda bulunmuştu ve AYM’nin terörü himaye eden kararlar verdiği gibi yenilir yutulur olmayan iddialar ileri sürmüştü. Hepsini yuttular. Yargıtay başkanlığı seçimlerinde krizin başrol oyuncusu olan Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Muhsin Şentürk telkinlerle adaylıktan çekildi. Kendisine Cumhuriyet Başsavcılığı verildi. Sonuçta kriz, en sıcak aşamasında Can Atalay’ın meclis marifetiyle dokunulmazlığının düşürülmesiyle sonuçlandırıldı. Ya da daha doğru bir ifadeyle ertelendi. Bu süreç yaşanırken iki tarafın üzerinde en kolay anlaştığı konu, TBMM marifetiyle Can Atalay’ın dokunulmazlığının kaldırılması ile meselenin en azından kısa vadede yüksek yargının tasarruf alanından çıkartılması olmuştur. CHP’sinden İyi Partisi’ne düzen muhalefeti bu süreçte bir süre itirazda bulunduysa da hızla Can Atalay’ı unutmuş ve unutturmuştur. Oysa Can Atalay’ın partisi TİP, bu süreçte CHP’den başlayıp İyi Parti dahil Millet İttifakı partilerini gezerek “ortak strateji” üretmek için yoğun bir çaba sarf etmişti.

Ayhan Bora Kaplan üzerinden Yerlikaya-Soylu kavgası: Kavga yatışıyor, pisliklerin üzeri örtülüyor!

Ayhan Bora Kaplan davasında ise Ali Yerlikaya ismi öne çıktı. Ayhan Bora Kaplan örgütünün önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından kollandığı iddiaları ayyuka çıkmıştı. Ancak mafya örgütünün iki numarası olduğu söylenen kişi önce gizli tanık oldu ve ardından yurtdışına kaçırılıp ifşaata başladı. Bu ifşaatında, Ankara emniyetinde davayı yürüten polis şeflerinin kendisine, Erdoğan’ın yakın çevresine kadar uzanan kişileri hedef göstermesi yönünde telkinde bulunduğunu iddia etti. Kayıtlar yayınladı. Adı geçen polis şefleri önce açığa alındı sonra gözaltına alınıp tutuklandı. Yüksek yargı krizinde AYM’ye karşı darbe yapmakla suçlananlar (MHP-Soylu-Uçum ekseni) bu sefer bu olayı bir darbe girişimi olarak ilan etti. Hedefe ise yeni İçişleri Bakanı olan Ali Yerlikaya’yı ve onun atadığı Ankara Emniyet Müdürü’nü koydular. Bu olayda da taraflar soruşturmayı yürüten polis şeflerinin içeriye atılmasıyla sakinlemiş görünüyor. Ama darbe girişimi iddiaları Erdoğan tarafından benimsenmedi, MİT de bu süreçte Ali Yerlikaya’yla paralel bir konum alarak MHP-Soylu ekseninin karşısında konumlandı. CHP’nin başını çektiği düzen muhalefeti bu süreçte yine Ali Yerlikaya’dan yana tutum aldı. Güya muhalif olan kanal ve gazeteler adeta Ali Yerlikaya’nın amigoluğunu yaptılar. Oysa kriz, iktidarın kendi iç mekanizmalarıyla soğutulurken, bu soğutma faaliyetinde Ali Yerlikaya da başat bir rol oynadı. Ayhan Bora Kaplan davası vesilesiyle ortaya saçılan ve iktidarın kalbine kadar uzanan kirli ilişkilerin ise şimdiden üstünü örtmeye başladılar.

Sinan Ateş cinayeti bir iç hesaplaşmadan çok daha ötesidir

Nihayet eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesiyle ilgili siyasi cinayet davası da Cumhur İttifakı’nın içinde büyük bir fay hattı oluşturmuş durumda. Cinayetle ilgili iddianame tamamlandı ve mahkemeye sunuldu. İddianame hem cinayetle MHP’nin bağlantısını ortaya koyuyor hem de bu bağlantıyı kanıtlayacak bilgileri kasten dışarıda bırakıyor. Bunun en önemli örneklerinden biri katillerin kaçırılmasında kullanılan otomobilin plakası bilinmesine rağmen iddianameye yazılmaması. Yani açıkça bu dava da iktidarın kendi iç hesaplaşmasında MHP’yi hizaya çekmek için bir koz olarak kullanılıyor. Görünen o ki Bahçeli de, MHP üst düzey yöneticiliğinde bulunmuş olan ve kendi danışmanlığını da yapan Olcay Kılavuz’u görevden alarak diyet ödemeye hazırlanıyor. Bahçeli bir kişiyi rehin verip faşist teşkilatını koruma altında tutmayı hedefliyor. İşçi sınıfı tehlikeyi görmelidir. Geçmişten bugüne NATO kontrgerillasıyla iç içe olan bu faşist teşkilatın elinde Kemal Türkler gibi öncü sendikacıların, işçilerin, Kürtlerin, gençlerin kanı vardır. Mesele bir iç hesaplaşmanın açığa çıkarılması değildir, faşizm işçi sınıfının ve ezilenlerin karşısındaki en büyük tehdittir.

İşçi sınıfının ve ezilenlerin sorunu, rejimin çatışan gruplarıyla değil, istibdad rejiminin kendisiyledir!

Tüm bu gelişmeler bize rejimle ilgili çok somut bazı gerçekleri gösteriyor. Öncelikle bize izletilen bir düzen siyaseti tiyatrosu var. Halka sandığa gidip AKP’ye ya da CHP’ye oy vermekle bir şeylerin değişeceğine ya da iktidarın bu oylarla belirlendiğine dair koca bir yalan söyleniyor. Gerçek ise başka. Mevcut iktidar bir yarı-askeri rejime dayanıyor. İktidar, kimin kaç oy aldığına göre değil, kimin bu rejim içinde poliste, jandarmada, orduda ve bunlara ek olarak sokaklardaki mafyatik yapılar ve faşist çetelerden oluşan paramiliter örgütler üzerinde daha etkin olduğuna göre belirleniyor. Bu iktidar mücadelesinde iktidar ve muhalefet iç içe geçmiş durumda. Bazen bu kavga sertleşiyor. Ama biliyorlar ki Mehmet Ağar’ın deyimiyle tuğla çekilirse duvar yıkılır. Tuğlayı çekmeden, duvarı yıkmadan aralarındaki hesaplaşmayı yürütüyorlar. İşçi sınıfı ve emekçi halkımız bu gerçeği görmeli ve hangi çıkar çatışması dolayısıyla ortaya çıktığına bakmaksızın, gün yüzüne çıkan her gerçek kırıntısının peşinden gitmeli. İşçi sınıfının ve emekçi halkın bağımsız bir siyasal odağı kurulmalı, iktidarıyla muhalefetiyle bu düzenin pisliğine bulanmış siyasete bel bağlamadan tuğlayı çekmek ve duvarı yıkmak için bağımsız bir mücadele yürütülmeli.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2024 tarihli 177. sayısında yayınlanmıştır.