Parlamenter budalalığa reddiye

“Erdoğan’ın hiçbir koşulda bu ülkenin başından efendi efendi çekilmeyeceğini öngörmek gerekir. Erdoğan önümüzdeki beş yıllık dönemi içinde düşmenin eşiğinde olduğunu hissederse büyük ihtimalle savaş çıkaracaktır.” (Vurgu sonradan.)

Bu satırlar Devrimci İşçi Partisi’nin (DİP) 3. Kongresi’nde kabul edilen Türkiye üzerine kararında yer alıyor. Gerçek gazetesinin sitesinde hemen kongre sonrasında Nisan başında yayınlanan bu kararın ilk taslağı Ocak ayında yazıldı. Yani DİP, 7 Haziran’da AKP seçimleri kaybettiği takdirde Tayyip Erdoğan’ın savaş çıkaracağını seçimden altı ay önce saptamış, bunu seçimden üç ay önce resmi bir parti kararı haline getirmişti.

Seçim sonuçları geldiğinde sağda solda koskoca bir koro “istikrar” diye yırtındı. Büyük burjuvazi fiili metal grevinin ardından yaklaşan ekonomik kriz bağlamında güçlü bir koalisyon istiyordu. Küçük burjuvazi piyasa açılsın istiyordu. Küçük burjuva sosyalistleri ve aydınlar ise sıkılmışlardı, sükûnet istiyorlardı. Biz seçimin hemen ertesinde şöyle yazdık: “Erdoğan’ı en zayıf olduğu zamanda devirmeye girişmediğimiz için şimdi o cumhurbaşkanı koltuğunda oturuyor. Ve düşmemek için her şeyi yapacaktır! Türkiye’nin başına en büyük belaları bile açacaktır! Savaşa, Kürt savaşına ya da Ortadoğu’da Sünni-Şii savaşına hazır olun!” (Vurgu sonradan.) Bu satırların yazılmasından yaklaşık bir ay sonra Kürt savaşı başladı ve devam ediyor.

Küçük burjuva sosyalistlerinin ve aydınlarının yaklaşımıyla DİP’inki arasındaki fark ne? Onlar Türkiye politikasının hangi yönde gelişeceğini sadece parlamenter dengelerin belirlediğini sanıyorlar. Türkiye solunun, 12 Eylül’den ve Sovyetler Birliği’nin 1991’de çöküşünden sonra Marksizmden bütünüyle kopan büyük çoğunluğu, politikayı parlamento dengelerine indirgeyecek kadar gerilemiştir. “Parlamenter budalalık” derken bundan söz ediyoruz. Yoksa DİP de ilk biçimlenmelerinden itibaren hep seçimlerle ilgilenmiş, olanak bulduğunda aday göstermiş, bulamadığında en anlamlı partilere oy verilmesi çağrısında bulunmuştur. Ama asla parlamentonun politik gelişmeleri belirleyen unsurlardan yalnızca bir tanesi olduğunu, başka birçok gelişmenin, ama en önemlisi yaşayan sosyal güçlerin, en çok da işçi sınıfının hareketinin önemini unutmadan.

Türkiye solu 1970 yılında 15-16 Haziran günlerinde işçi sınıfının silahsız bir ayaklanmaya girişmesinden, öncü savaşı sonucunu çıkartmıştı. Hata büyüktü, ama hiç olmazsa yüzünü devrime dönmüş bir hataydı. Düzeltilebilirdi. Eski devrimci hareketin bir gölgesi haline gelmiş 21. yüzyıl Türkiye solu ise Gezi ile başlayan halk isyanından parlamentarizm çıkarttı! Bu sefer hata düzenle bütünleşmeye işaret ediyor maalesef. İflah olmaz.

Şimdi de aynı siyasi bakış açısı umudunu 1 Kasım seçimlerine bağlıyor. Hiçbir zaman yapılamayabilecek seçimlere. Daha önemlisi yapılsa savaşın belki de derinleşmesine yol açacak seçimlere. 7 Haziran sonrası yazdıklarımızın son cümlesine yeniden bakın lütfen: “Savaşa, Kürt savaşına ya da Ortadoğu’da Sünni-Şii savaşına hazır olun!” Bunun ilk yarısı gerçekleşti. Şimdi, AKP bir kez daha yenilgiye uğrarsa ikincisi gündeme gelecektir.

“Peki, ne yapalım?” diye sormayın! Örgütlenin! Seçim sandığına gidip oy atmakla tarihi etkileyemezsiniz. Ama tarihi belirleyen en önemli aktör olan işçi sınıfının içinde örgütlenerek dağları devirebilirsiniz!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2015 tarihli 71. sayısında yayınlanmıştır.