Kürt hareketi yol ağzında
Kürt hareketi bir yol ağzında. Bir yanda, Kürtlerin varlığının kabul edilmesini sağlamak amacıyla düzen güçleriyle derinlemesine bir işbirliği yolu var. Öte yanda, yıllardır, onyıllardır denenmekte olan ve hep başarısızlığa uğramış olan bu yolu terk ederek Kürt halkının yüzünü işçi sınıfına çevirmesi amacıyla sosyalistlerle bir cephe kurulması var.
Birinci yolu Kürt partileri uzun yıllardır deneyip duruyorlar. 2000’li yılların büyük bölümünü, özellikle son birkaç yılı, Kürt hareketi AKP’den bir şeyler umut ederek geçirdi. 2007 seçim kampanyası esnasında DTP başkanı Ahmet Türk AKP azınlık hükümeti kurmak zorunda kalırsa, o hükümete güvenoyu bile vereceklerini açıkladı. AKP hükümetinin, “açılım” olarak anılan ve aslında Barzani ile ittifak içinde Kürt hareketini tasfiye etmeyi amaçlayan politikası, Kürt hareketi tarafından, gerçek doğası kavranana kadar, büyük bir sevinçle karşılandı.
Ama Kürt hareketi sadece AKP’ye ilişkin hayaller beslemedi. 1991 seçimlerinde SHP’den milletvekili seçilerek meclise giren Kürt milletvekilleri, meclisten birer mücrim gibi uzaklaştırılmadan önce çatısı altında meclise girdikleri partiden ihraç edilmişlerdi. Hem de bir hiç uğruna, bir Kürt konferansına katıldıkları için! 2004’te, Karayalçın’ın yönetimindeki SHP eskisinin silik bir gölgesiydi, ama Kürt hareketi seçimlere yine de onun çatısı altında girmeyi deneyecekti. Daha sonra Karayalçın’ın Kürtlere sırtını bir kez daha döndüğünü görecekti
TÜSİAD
2010 yılında AKP’nin anayasa değişikliği meclisin gündemine geldiğinden itibaren BDP yüzünü yeni bir politik çizgiye döndü. Anayasa oylamalarında genel kurula girmedi, referandumda Emekçilerin ve Ezilenlerin Boykot Cephesi’nin baş mimarı oldu. Referandumdan sonra ise, yine BDP’nin inisiyatifiyle burjuvazinin iki cephesi, İslamcı ve Batıcı-laik cepheler karşısında bir üçüncü cephe, bir emek ve özgürlük cephesi kurulması somut biçimde gündeme geldi. Yani Kürt hareketi burjuvaziden bütünüyle bağımsızlaşmaya ve işçi sınıfı ve emekçilerle bir cepheye doğru yürümek üzere sosyalistlerle kalıcı bir ittifak kurmaya yöneliyordu.
Ne var ki, arka planda hareket başka eğilimleri de sergiliyordu. Bunlardan biri BDP’nin TÜSİAD ile kurmaya başladığı özel ilişki idi. TÜSİAD’ın Diyarbakır çıkartması, derneğin başkanı Ümit Boyner’in Kürtçe hitabı, Baydemir’le halay çekmesi, daha sonra BDP’nin iki eşbaşkanının TÜSİAD’a yaptığı ziyaret esnasında kurulan ilişkinin sıcaklığı, bütün bunlar iki odak arasında özel bir ilişki kurulduğunu gösteriyor. O zaman ortaya bir soru çıkıyor: emek ve özgürlük cephesinde kaderini işçi sınıfına bağlamaya yönelen BDP, aynı anda işçi sınıfının baş düşmanı tekelci sermayenin en önemli örgütü TÜSİAD ile nasıl yürüyecektir?
Kurulmakta olan bu özel ilişkinin TÜSİAD açısından anlamının bir boyutuna, Gerçek’in Ocak sayısında yoldaşımız Şiar Rişvanoğlu, başka hiçbir yorumcuda görülmeyen bir ışık tuttu. TÜSİAD, İslamcı sermayenin Irak’ın Kürdistan Bölgesi’nde elde ettiği üstünlüğü dengelemek için Türkiye Kürtleriyle özel bir yakınlık kuruyordu. Bu, kendi başına TÜSİAD’ın Kürtlerden başka ne beklediğini de gösteriyor. TÜSİAD, sadece MÜSİAD’a karşı ekonomik mücadelesinde değil, AKP’ye karşı politik mücadelesinde de Kürt hareketinin gücünden yararlanmak istiyor.
Kılıçdaroğlu
Elbette TÜSİAD siyasi bir önderlik olmadığından, Batıcı-laik sermaye kampı için AKP karşısında esas hazırlanan adayın Kılıçdaroğlu olduğu ortada. Her ne kadar durumun pek de umutvar olmadığı anlaşılıyor olsa da, son dakikaya kadar elden gelen yapılacak. İşte burada BDP’nin CHP ile henüz resmen kurulmamış olan ilişkisi gündeme geliyor.
Hatırlanacağı gibi, Kasım ayında Paris’teki Sosyalist Enternasyonal toplantısı esnasında CHP-BDP işbirliğini Kürt tarafından BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ortaya atmıştı. CHP içinde bu tür bir işbirliğini düşleyenler olduğu bir sır değil. Örneğin Tarhan Erdem açıkça bu yönde çağrı bile yaptı. Gürsel Tekin ikide bir CHP’nin seçimden % 37 ile çıkacağını söyleyip duruyor. Bunun tuhaf bir rakam olduğu ortada. Neden % 35 ya da 40 değil de, % 37? Cevap CHP’nin zaten var olduğu düşünülen % 30 oyuna Kürt hareketinin geleneksel % 7’si eklenince ortaya çıkıyor! Ne var ki, Kılıçdaroğlu buna henüz yanaşmış görünmüyor.
Oysa Kürt tarafında CHP konusu canlı. Öcalan’ın da CHP ile “görüşülmesini” tavsiye ettiği haberleri duyuluyor. Zaten daha önce, Kılıçdaroğlu seçildiğinde açıkça söylemişti bunu.
Anayasa
12 Eylül referandumu gerek sosyalist sola, gerekse Kürt hareketine zehirli bir miras bıraktı: bir “sivil anayasa” merakı. Gerçek gazetesi yeni bir anayasa sorununu siyasi mücadelenin merkezine yerleştirmenin gerek işçi ve sosyalist hareket, gerekse Kürt hareketi için ne kadar tehlikeli olduğunu aylardır anlatmaya çalışıyor. Ocak ayının sonunda İstanbul’da düzenlenen anayasa konulu konferans işaret ettiğimiz olumsuzlukların bir bölümünün cisimleşmesi gibi.
Yanlışlar konferansın adından başlıyor: “Herkesin anayasası”. Sınıflı toplumda, ezenle ezilenin olduğu toplumda, bir anayasa nasıl “herkesin anayasası” olur? Ancak hâkim güçlerle, burjuvazi ile, devlet kadrolarıyla sonuna kadar uzlaşmaya hazır olanlar “herkesin anayasası”ndan söz edebilirler. Ne acı ki, bu başlıkla düzenlenen bir toplantının çağrıcıları arasında sadece Kürt hareketinden sembol isimler yok. Daha da çarpıcısı sosyalist hareketten de temsilciler var.
Çağrıcılar listesi Gerçek’in baştan beri işaret ettiği bir başka sorunu ortaya koyuyor: biz anayasa takıntısının Kürt hareketini de, işçi hareketini de liberallerin yanına iteceğine ısrarla işaret ettik. Bakın bu konferansın çağrıcıları arasında kimler var: Adalet Ağaoğlu, Ahmet İnsel, Baskın Oran, Halil Berktay, Murat Belge, Nabi Yağcı, Oral Çalışlar, Şenol Karakaş, Tarhan Erdem. Radikal gazetesi destekli Taraf sosyetesi! Oysa bu insanlar AKP’nin anayasasını onaylamadığı için daha önce BDP’yi her platformda eleştirmişlerdi. Son haftalardaki düş kırıklıkları dışında bunlar (bir-ikisi hariç) zaten AKP destekçisi. Bunlardan Kürt hareketine hayır gelecek olsaydı, AKP’den gelirdi. “Kılavuzu karga olanın” demişler!
Nihayet konuşmacılar. İmzacılar arasında sosyalist partilerden isimler ve bağımsız sosyalist aydınlar var. Buna karşılık, konuşmacılar arasında tek bir Marksist yok! Ama liberal kaynıyor. Anlaşıldığı kadarıyla, Cengiz Çandar konferansın sözüne en fazla itibar edilen konuşmacılarından. Onun konferansa önerdiği doğrultu ise Abdullah Gül çizgisini Tayyip Erdoğan çizgisine tercih etmek!
TÜSİAD, DİSK, BDP
Anayasa meselesi, görünüşteki aldatıcılığa rağmen aslında Kürt hareketini AKP’ye değil CHP’ye yaklaştırma eğilimi taşıyor. Çünkü anayasa takıntısı olan esas güç TÜSİAD. Kendine işçi hareketi içinde bir de partner buldu: DİSK başkanı Süleyman Çelebi. Hatırlanacaktır, Çelebi vaktiyle DİSK’in TÜSİAD ile anayasa konusunda “benzer” falan değil “aynı” düşündüğünü açıklamıştı. Şimdi geçtiğimiz hafta yaşanan anayasa konferansı faciasına benzer bir facia 28-29 Nisan günlerinde başka bir bağlamda yaşanacak. Bu kez TÜSİAD ile DİSK birlikte bir anayasa konferansına hazırlanıyor!
TÜSİAD Kürt hareketiyle de bu temelde bir yakınlık kuruyor aynı zamanda. Kürtlere bazı haklar karşılığında neoliberal bir anayasaya desteklerini almaya çalışacak.
Daire kapanıyor ama soru açıkta kalıyor: Kürt hareketi seçimini tekelci sermayeden mi, işçi sınıfından mı ya da başka biçimde sorarsak TÜSİAD’dan mı, sosyalist hareketten mi yana yapacak?
Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2011 tarihli sayısında yayınlanmıştır.