Sağlıkta dönüşüm ölüm demektir

Temeli 1980’lerde atılan fakat bir türlü hayata geçirilemeyen ve nihayet AKP iktidarı ile beraber özel hastanelerin mantar gibi yayılmasıyla piyasanın kanunlarına teslim edilen sağlık sisteminde “dönüşüm” Dr.Ersin Arslan’ın öldürülmesi ile beraber yeniden gündeme geldi.

 

Sağlık emekçilerine görev başındayken şiddet uygulanması artık neredeyse normalleşti. Öyle ki bu şiddet kimi zaman sağlık emekçilerinin canına kast etmeye kadar varıyor. Bunun son örneği ise 17 Nisan’da Gaziantep’te yaşandı. Bilindiği gibi Gaziantep’te 85 yaşındaki bir akciğer kanseri hastasının torunu tarafından altı yerinden bıçaklanarak katledilen Ersin Arslan’ın ölümü, ‘’Sağlıkta Dönüşüm’’ü ve yaşanan gerçek dönüşümün hangi noktaya geldiğini gözler önüne serdi. Ersin Arslan için sendikalar ve meslek örgütleri tarafından gerçekleştirilen eylemlerde atılan sloganlardan bir tanesi yaşanan bu ölümü adeta özetler nitelikte. “Sağlıkta Dönüşüm öldürüyor!’’

Son birkaç yıldır sağlık çalışanlarına yönelik fiziksel şiddet istatistiksel olarak ciddi bir artış göstermekte, sözlü şiddet ise neredeyse sıradanlaşmış ve önemsiz bir durum olarak görülmektedir. Sağlık çalışanlarına yönelik bu şiddet elbette sebepsiz değil. İktidara geldiği günden beri hiç değişmeyen Sağlık Bakanı ve Sağlıkta Dönüşümün baş mimarı Recep Akdağ’ın, bu projeyi hayata geçirebilmek için popülist politikalara ihtiyacı vardı ve bunu en iyi biçimde kullandı. “Artık hastanelerde kuyruk olmayacak, hasta değil doktor hastanın ayağına gidecek.’’ gibi söylemlerle (ki bunlar daha başlangıçtı. Şimdilerde başhekimler bu rolü üstlenmiş, hastane içinde direkt anonslarla yapıyorlar bu kışkırtmaları.) halkı da arkasına alarak başlattı. Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Önce performansa dayalı çalışma getirildi. Yani ne kadar çok hasta, o kadar çok döner sermaye. Böylelikle ilk elden, çalışanlar arasındaki ilişkiler de bozuldu. Çalışanlar birbirlerini rakip olarak görmeye başladı. Zaten düşük ücretlerle çalışan doktorlar (bir asistan hekimin maaşı şu an için 1500 TL) bunun kendileri için iyi bir sistem olduğunu düşünerek performansa dayalı çalışmaya başladılar. Koruyucu sağlık hizmeti demek olan sağlık ocaklarının kapatılması yerine tedavi edici sağlık hizmeti demek olan aile hekimliği getirilerek zaten her zaman yoğun olan hasta sayısı daha da arttırıldı. Başlangıçta yüksek oranlarda verilen döner sermayeler çok geçmeden azaltılamaya başladı. Şimdilerde ise tabandan alınıyor. Artan hasta sayısı, 48 saati geçen nöbetler, kullanılamayan nöbet izinleri bir süre sonra tahammülün azalmasına sebep oldu.

Düşünün ki bir hastanenin acil servisine 24 saatte başvuran hasta sayısı 1000 iken, çalışan doktor ve hemşire sayısı 70-80 civarında. Böyle koşullarda Bakan Recep Akdağ şikâyet hattı oluşturmuş “güler yüzlü olmayan doktoru her an şikâyet edebilirsiniz” demiştir.

Aslında sağlıkta ölüm günbegün hazırlanmıştır bakan ve başbakan eliyle. Bakan Akdağ açıklama yapmadan önce biz söyleyelim; eminiz ki başlatılan soruşturmadan sonra şöyle bir açıklama gelecektir: “Yaşanan bu olay maalesef münferittir.”

Hayır, yaşanan bu olay münferit değildir, beklenmeyen bir durum hiç değildir. Yıllar önce sendikalar ve meslek örgütleri uyarmıştı, eğer sağlık piyasaya açılırsa, ticarileşirse, ölümler yaşanacaktır demişti. Hatta bununla ilgili 2009’da Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddeti Önleme Taslağı, TTB tarafından meclise sunuldu fakat buna dair herhangi bir adım atılmadı. Sağlık bakanı sağlık çalışanlarının yanında değil adeta düşmanıymış gibi karşısında yer aldı. Bu yeni sağlık sistemi, daha nitelikli bir sağlık hizmeti değil, daha fazla katkı payı ödemesi getirdi. Şu anda sağlık ocaklarına yazar kasa bulunmaktadır. Bunun anlamı açıktır. İşletmelerde olur yazar kasa.

Sağlıkta dönüşüm ile hedeflenen hasta sağlığı, hastalıkların önlenmesi, sağlık çalışanlarının kötü koşullarının düzeltilmesi değil, Kamu Hastaneleri Birliklerini kurup çalışanları köle hastaları da müşteri yapmaktır. Bu birliklerin başına CEO’lar getirerek tam bir işletmeye çevirmektir. Hiçbir denetimin olmadığı özel sermaye eli ile Serbest Sağlık Bölgeleri, Kamu Hastaneleri Birlikleri, Kamu Özel Ortaklıklar, Medical Parklar gibi güzel ve çekici isimler kullanarak atılacak hamleler sağlığın piyasaya açılmasının son halkası olacaktır.

Hükümet bu işin kolay olmadığını biliyor bu yüzden yapabileceği en kolay yolu seçip popülist politikalarla, söylemlerle halkı sağlık çalışanına karşı kışkırtıyor ve şiddeti sıradan ve meşru bir hâle getiriyor ve özelleştirme olmazsa bu durumun değişmeyeceğine karşılık halkı ikna ediyor. Öyle ki bir hastanın ‘’ölmeyi hak ediyorsunuz’’ sözleri Haseki Devlet Hastanesi koridorlarında hâlâ yankılanıyor.

Elbette ki hastaların ve hasta yakınlarının hakları vardır fakat bu mekanizmalar şu anda çalışanlara karşı tehdit olarak kullanılmaktadır. Bundan önceki sağlık sistemi ihtiyacı karşılar nitelikte değildi fakat şu an getirilmeye çalışılan sağlık sistemi, ihtiyacı hiçbir biçimde karşılamamaktadır. GSS ile beraber primini ödemeyenin sağlık hizmeti alamadığı bir sağlık sistemi oluşturulmaktadır. Sağlık hizmeti gerek ilaçları gerek medikal ürünleri ile kâr hırsı hiç bitmeyen kapitalistler tarafından çok büyük bir sektör olarak görülmekte ve onu devletin elinden alınmak istemektedir. Sağlığın acımasız piyasa koşullarınca değil devlet eliyle eşit biçimde sunulan, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir bir hizmet olması gerekir.