Kapitalizmin son yüzyılının ilk çeyreğini geride bırakırken (1)
Yeni yüzyıl göz açıp kapayana kadar ilk çeyreğini tamamladı. Artık 20. yüzyıldan devraldığı dinamiklerle hareket eden, onun kalıntısı niteliğinde eğilimlerin ön planda olduğu bir yüzyıldan değil, kendi zeminini yaratmış, kendi diyalektiğinin çelişkilerini yaşayan bir yüzyıldan söz ediyoruz. Elbette tarih bir yüzyıldan diğerine hiçbir miras bırakmadan geçmez. Bu bakımdan 21. yüzyılın diyalektiği de 20. yüzyıldan derin izler, hatta yaralar ve travmalar taşıyor. 21. yüzyılın ilk çeyreği dolarken dünya durumunu ele alacak olan bu yazının gerek ilk bölümünde ele alacağımız dünya ekonomisinin durumu gerekse ikinci bölümünde üzerinde duracağımız dünya ölçeğindeki politik eğilimler elbette 20. yüzyıldan pek çok iz taşıyor. Buna aşağıda yeri geldiğinde değineceğiz.
Yüzyılın ilk çeyreği iki ay sonra doluyor. Bu çeyrek sürprizler, hatta olağanüstü sarsıntılarla dolu bir dönem oldu. Dünya ahvali pusulası olmayanları şaşırtmaya devam ediyor. Kafaları altüst eden bu tablonun simgesi ise elbette Trump ve onun MAGA (Amerika’yı Yeniden Üstün Kılalım) hareketi. Trump her gün tartışılıyor, üzerine sürekli konuşuluyor, o da hiç durmaksızın, kimi zaman dolu, kimi zaman bomboş konuşuyor. Ama bu tarihî önemdeki olguyu anlayabilmek için ona dünyanın içinden geçtiği en önemli arka plan olayı yokmuş gibi davranarak yaklaşanlar, Trump’tan bile daha boş konuşuyorlar.
Bu arka plan olayı, 21. yüzyılın ilk çeyreğinin belirleyici hakikati olan Üçüncü Büyük Depresyon’dur. 2008’in “Küresel Finansal Kriz” olarak anılan büyük finans çöküşünün ardından gelen bu derin ekonomik kriz, modern tarihte dünya kapitalist sisteminin uzun vadeli, derin ve yapısal özellikler taşıyan krizlerinin üçüncüsüdür. Üçüncü Büyük Depresyon hesaba katılmadan, kapitalizmin tarihî gerileyişinin ifadesi olan bu ekonomik krizin etkileri işin içine dâhil edilmeden Trump olgusunu, onun en ileri örneğini oluşturduğu uluslararası ön-faşist hareketi, onun işaret ettiği büyük sarsıntıyı anlamak mümkün değildir.
Birçokları bugünün dünya ekonomisini dünya kapitalizminin bir önceki Büyük Depresyonu olan 1930’lu yılların kriziyle karşılaştırarak, o dönemde üretimde çok daha büyük düşüşler yaşandığını, işsizliğin hemen hemen bütün kapitalist ülkelerde dudak uçuklatıcı düzeylere çıktığını, yoksulluk ve sefaletin arşı âlâya yükseldiğini söyleyerek Üçüncü Büyük Depresyon’u neredeyse, bir latife ile söylersek, diplomatik olarak “tanıma”yı reddediyor.
Bu tutumu benimseyenler aslında biz Marksistlere sık sık yöneltilen bir eleştiriyi kendileri hak ediyor. Biz kapitalizmin hiç değişmediğini, hep 19. yüzyılda Marx’ın Kapital’i yazdığı dönemdeki üretim tarzı ile apaynı kaldığını varsaymakla suçlanırız. Oysa bizim söylediğimiz farklıdır. Kapitalizmin temel ilişkileri ve yasaları aynı kalmakla birlikte, bunların tezahür (ortaya çıkış) biçimleri elbette değişmektedir. Bu durumda biri “Depresyon” der demez “işsizlik neden yüzde 20 değil o zaman?” diye karşı çıkmak, kapitalizmin işleyişinin daha dışsal, olgusal, görünüş biçimlerinde hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu varsaymak demektir.
Gelin 21. yüzyılın ilk çeyreği sonunda dünya ekonomisinin nesnel ekonomik durumuna kısaca göz atalım. Bakalım kapitalizm gerçekten olağan dönemlerinden birinden mi geçiyor yoksa bizim söylediğimiz gibi ağır bir ekonomik kriz mi (bir “depresyon” mu) yaşıyor?
Doğru, dünya ekonomisi 2008’i izleyen ilk yıllarda çok hızlı daralmakla birlikte ardından bir ölçüde toparlandı. Gerçi, özellikle Çin bir kenara bırakıldığında zaten 2008 öncesine göre daha zayıf büyüyor. 2008 öncesinde dünya gayri safi yurtiçi hasılası (Çin dâhil) yılda ortalama yüzde 4,4 büyürken 2010’lu yıllarda büyüme yüzde 3’e düştü, 2020’li yıllarda ise (pandeminin de etkisiyle) ortalama yüzde 2,7’ye. Bu büyük depresyonun kendine özgü bir yönü dünya ortalamasını Çin’in özel performansının yukarı çekmesi. Yoksa mesela Avrupa Birliği ve Japonya ekonomileri neredeyse büyümüyor, genellikle yüzde 1’in altında bir oranda çakılmış kalıyor. En son Avrupa Birliği’nin dinamosu Almanya’nın resesyona (daralmaya) girmiş olması işin çarpıcı yanlarından biri. Ama yine de toplu olarak bakıldığında dünya ekonomisi büyüyor.
Şekil 1. Dünya Gayri Safi Yurtiçi Hasılası
Ama burjuva ekonomistlerinin tuhaf davranışlarından, yukarıda sözünü ettiğimiz en önemli metod yanlışlarından biri burada devreye giriyor. Büyüme (ve işsizlik) rakamları sanki ekonominin geri kalan yönlerinden bütünüyle ayrı bir şekilde, onlardan yalıtılarak ele alınabilirmiş gibi davranıyor Üçüncü Büyük Depresyon’u inkâr edenler.
Uçurum kenarında debelenme
Oysa dünya ekonomisinin başka göstergelerine baktığınızda hem büyüme rakamlarının neden 1930’lu yıllara benzemediğini anlamak hem de geleceğin nasıl tehditlerle dolu olduğunun bilincine varmak için her türlü malzeme mevcut. Üstelik şimdi sözünü edeceğimiz olgular o kadar çarpıcı ve açık ki ideolojik eğilimlerinden bağımsız olarak bütün ekollerden iktisatçılar bunlarda hemfikir.
İlk sırada borsalar, özellikle de dünya borsalarının şahı olan Wall Street geliyor. Başta Amerikan borsası olmak üzere kapitalist dünyanın borsaları aşırı şişkin durumda, çok yakında bir “balon patlaması” ile karşı karşıya kalmak kimseyi şaşırtmayacak. Bugün, geçmişin uzun vadeli eğilimleriyle karşılaştırmalı olarak bakıldığında Wall Street’in, “reel ekonomi” olarak anılan üretime oranla aşırı yüksek olduğu herkesin vurguladığı bir şey.
Wall Street’in 500 büyük firmayı kapsayan S&P endeksinin görünümü tabloyu özetliyor.
Şekil 2. Wall Street’in S&P 500 şirket endeksi
Burada sadece iki yıl içinde çok hızlı bir büyüme çarpıcı olarak görülmektedir. Ama tek başına bu bir “balon” habercisi sayılamaz. Bu büyüme hızının ekonominin kendisindeki reel büyüme ile ilişkilendirilmesi gerekir. Buffett göstergesi ya da oranı olarak adlandırılan aşağıdaki grafik borsa endeksi ile yıllık ulusal geliri ilişkilendirmektedir.
Kolay yoldan finans âlemi ile üretim dünyasının ilişkisini gösteren bu oran ABD’de Haziran 2025’te yüzde 217 idi.
Şekil 3. Buffett oranı (Toplam borsa değeri bölü Gayri Safi Yurtiçi Hasıla)
Bu aşırı şişkinliğin altındaki nedenler üzerinde de uzmanlar hemfikirdir. Bu büyük borsa değerleri patlamasının belirleyici nedeni yapay zekâ (YZ) alanında son yıllarda sağlanan büyük teknolojik gelişmedir. YZ konusundaki iyimserlik borsada muazzam bir patlamaya yol açmıştır. 2025 yılının ilk yarısında bilgi işlem teçhizatı ve yazılımı alanlarındaki yatırım GSYİH’nın büyümesinin yüzde 92’sini sağlamıştır. Bu ikisinin dışında ABD ekonomisi sadece yüzde 0,1 büyüme yaşamıştır. Bu sayede Amerika’nın en büyük yedi teknoloji şirketi, trilyonlarca doları bulan piyasa değerleri ile Wall Street yükselişinin baş aktörleridir. Tabii bu olağanüstü hareketlilik Avrupa’dan ve dünyanın geri kalanından da buraya yatırım cezbetmektedir.
Ekonomistler bu çarpık gelişmenin 2000 yılında bilgi işlem teknoloji şirketleri borsada ilk patlamayı yarattığında yaşanan ve “dot.com balonu” olarak anılan borsa çöküşünün bir benzerinin YZ yatırımları kısa vadede verimlilik artışına ve dolayısıyla kârlılığa ciddi bir etki yapmadığı takdirde yeniden yaşanabileceğini belirtmektedir. Bundan önce İMF’nin baş ekonomisti olan, şimdi de Harvard Üniversitesi öğretim üyesi olan Gita Gopinath, bu tür bir balon patlamasının ABD ekonomisinde 20 trilyon dolar tutarında (GSYİH’nın yüzde 70’i civarında) bir değerin buharlaşmasına, bütün dünyadan yatırımlar Wall Street’e akmakta olduğundan dünyanın geri kalanında da 15 trilyon dolar civarında (o ülkelerin GSYİH’sının yüzde 20’si tutarında) bir kayba yol açabileceğini hesaplıyor. Bunun 2008 ile yarışacak derecede ciddi bir yeni finansal çöküş anlamına geleceği açıktır.
Hemen uyaralım: Bu söylenenler bir borsa iflasının mutlaka olacağı ya da ölçeğinin illa bu kadar büyük olacağı anlamına gelmez. Borsa çöküşleri ve daha genel olarak büyük finansal sarsıntılar, depremler gibidir. Fay kırıkları saptanabilir ama depremlerin ne zaman yaşanacağı ve kaç şiddetinde olacağı önceden bilinemez. İşte bu anlattığımız da kapitalizmin çok tehlikeli fay kırıklarından biridir. Bir sistemin sürekli felaketin eşiğiinde yaşaması normal bir düzenin işleyişinin işareti olamaz. Zaten bu tekrarlanacak finansal kriz olasılığı da işte Üçüncü Büyük Depresyon’un bir belirtisidir. Şişkin borsa değerleri “gelir etkisi” aracılığıyla aslında düşük büyüme eğiliminde olan ekonomilere “suni teneffüs” olanağı yarattığı için büyüme ve işsizlik normal depresyon göstergelerinden farklı bir tablo sunmaktadır.
Ama bir bütün olarak Üçüncü Büyük Depresyon içinde dünya ekonomisinin 1930’lu yıllardan daha az hasar görmesinin nedeni, merkez bankalarının (en başta Amerika’da Fed’in) cömert para politikaları, hükümetlerin ise yüksek miktarda harcamaya yaslanan talep arttırıcı maliye politikaları sayesinde ekonomiye sun’i teneffüs sağlamalarıdır. Bu da ikinci büyük fay kırığına yol açmaktadır. Bütün ülkelerin kamu borcu baş döndürücü düzeylere yükselmiştir. Borç bireysel olarak da ülkeler çapında da ilk anda yoksullara ait olan bir yük olarak tahayyül edilir. Nitekim günümüzde Birleşmiş Milletler sisteminin “en az gelişmiş ülkeler” kategorisinde yer alan ekonomilerinin borcu ödenemez bir düzeye ulaşmıştır. O ülkelerin sorunu kronik hastalık karakterindedir, neredeyse aralıksız olarak devam etmektedir. Yine de 2008’de Üçüncü Büyük Depresyonun başlaması ile hızla yükselen borçluluğun yıllık servis oranı on yıl içinde üç katına çıkmıştır. Buna 2020-2021 pandemisinin etkileri eklenince borç servis yükü en az gelişmiş ülkeler için bugün 2008’in beş katına yakındır.
Şekil 4. “En az gelişmiş ülkeler” grubunu borç servis oranı
Bugünkü Büyük Depresyon’un kaynağı olan 20. yüzyıl mirası “30 yıl krizi”, 1970’li yılların ortasında başladıktan sonra “borç krizi” 1982 “tekila krizi” ile birlikte bugün “orta gelişmişlik” düzeyinde kabul edilen, emperyalizme bağımlı ama önemli ölçüde sanayileşmiş ülkelere, özellikle Latin Amerika ülkelerine sıçramış, Meksika, Brezilya, Arjantin gibi ülkeleri pençesine almıştır. 2008’de Üçüncü Büyük Depresyon başlayınca bu sefer emperyalizmin çeperinde olan ekonomilerde ağır bir borçluluk krizi yaşanmıştır. Yunanistan bu konuda ulusal gelirine oranla yüzde 300’e yaklaşan kamu borcuyla en çarpıcı örnek olmuştur ama Portekiz, İspanya, İrlanda gibi ülkeler de (2010’larda bunlara İngilizcedeki baş harfleriyle alaylı biçimde PIGS yani “domuzlar” deniyordu) borcun pençesine düşmüşlerdi. Bugün borç felaketi sistemin tam merkezindeki ülkelere taşmıştır. Kamu borcu GSYİH’ya oranlandığında, Japonya yüzde 135, İtalya yüzde 127, Fransa yüzde 108, Amerika ise bir hesaplamaya göre yüzde 100’e yakın bir başka hesaplamaya göre çok daha yüksek düzeyde kamu borcu ile karşı karşıyadır!
Fransa’nın durumu bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Fransa yüzde beşin üzerinde bir bütçe açığı (oysa 1992 Maastricht Sözleşmesi yüzde 3’ten yüksek bütçe açığına katiyen izin vermez) ve tarihinin dördüncü en büyük kamu borçluluğunun etkisi altında kıvranıyor. Daha önceki üç en yüksek borçluluk anı Fransız devrimi ve iki dünya savaşıdır! Bu borçluluk ve kamu açığı Fransa’da burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçi halkın sosyal hizmetler (sağlık, eğitim, emeklilik vb.) alanlarında kazanılmış haklarına taarruzuna, bu nedenle yükselen sınıf mücadelesine ve üç yıl içinde beş başbakanın değiştirilmesine yol açmıştır.
Bütün bu durumun toplu sonucu dünya ekonomisinde toplam borcun 340 trilyon dolara yükselmesi ile özetlenebilir. Oysa dünya GSYİH’sı 2024’te 111 trilyon dolardı. Bu, dünya tarihinde savaş dışı dönemde en yüksek borçluluktur.
Borç borçla bir süre boyunca kapatılabilir. Bunun ne anlama geldiğini on yıllar önce yalın biçimde anlatmıştık: Borcu, erteleyerek ya da yeni borçla atlatmaya çalışmak, zemin katta çıkan yangından üst katlara kaçarak kurtulmaya benzer. Yangın devam ettikçe çöküşün boyutları daha da büyük felakete yol açacaktır.
Başka bir dünyaya hazırlık
Üçüncü önemli gösterge altının fiyatıdır. Altın bugün ons başına 4.000 doların üzerine çıkmıştır. Bu, altının (cari dolar cinsinden ölçüldüğünde) tarihte en yüksek fiyatıdır. Bu yıl içinde bir ons altının fiyatı 1.000 dolardan fazla artmış bulunuyor, yıl sonuna kadar da 5.000 dolara yaklaşması bekleniyor.
Bazı burjuva iktisatçıları bu çok önemli olguyu açıklarken “Trump etkisi” denebilecek bir faktöre bağlıyorlar. Bilindiği gibi, Erdoğan’a benzer şekilde Trump da ABD Merkez Bankası statüsünde olan Federal Reserve (Fed) üzerinde faizleri düşürmesi amacıyla basınç uygulamaya başlamış ve bankanın bağımsızlığını sarsacak ataklara girişmişti. Onlara göre Fed’in bağımsızlığının ihlali, “yatırımcıların” dolara olan güvenini sarsmış ve altını güvenilir bir alternatif değer saklama aracı haline getirmiştir.
Bu, esas sorunu görmezlikten gelen, her şeyi düzenin sürekliliği varsayımıyla ele alan bakış açısının ürünüdür. Altının yükselişinin Trump ile ilişkisi bizce bütünüyle ikincildir. Esas sorun bambaşkadır. Dünya bir Büyük Depresyon yaşamaktadır. Dünya ekonomisini bu düştüğü çukurdan kurtaracak herhangi bir atak yakın gelecekte görünmemektedir. Tam tersine yukarıda borsa şişkinliği ve borçluluk zaafları dolayısıyla gördüğümüz gibi bu durumda dünya ekonomisinin daha da ağır bir kriz içine düşmesi ihtimali yüksektir. Hiçbir para (fiilen dünya parası olan dolar da dâhil) bir istikrar vadetmiyor. İşte gerçek para olan altın bütün itibari paraların yerini almaya hazırlanıyor. Çünkü hem depresyon var hem de faşizm ve savaş tehlikesi. Bu bütün itibari paraları, dünya parası olan dolar da dâhil kuşkulu hale getiriyor. Altın gerçek para tahtına geri dönüyor.
Şekil 5. Altının ons fiyatı
Bu söylediğimiz, altın fiyatının yükselişinin somut hareketi tarafından da doğrulanıyor. Altının delice yükselişi Trump’ın Beyaz Saray’a ikinci kez yerleşmesinin tarihi olan Ocak 2025’te başlamamıştır. 2022’nin, haydi bilemediniz 2023’ün başında başlamıştır. Grafik, 2020’ye kadar bir yükseliş, pandemi döneminde (2020-2022) bir duraklama, 2022’den itibaren bir yukarı eğilim ve 2023’ten yani Biden döneminin üçüncü yılından itibaren çok sert bir yükseliş eğilimi sergiliyor.
Demek ki, 21. yüzyıl her şeyden önce Büyük Depresyon yüzyılıdır. Bu Büyük Depresyon muhtemelen 1930’lu yılların kötü şöhretli depresyonundan bile daha ağır geçecektir. Yukarıda özetlediğimiz tablo, dünya kapitalizminin bugüne kadar krizi çözemediği için ertelediğini gösteriyor. Büyük depresyonlar kapitalist üretim tarzının geliştirdiği üretici güçlerin kapitalist üretim ilişkileriyle ölümcül bir çelişkiye girmesinin tezahürüdür. Kapitalizm ilk iki depresyonu atlattı. İlkini emperyalizmin vahşeti sayesinde, ikincisini faşist barbarlığa başvurarak. Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar…
Faşizm ve savaş dedik, onlara da gelecek ay yazacağımız köşe yazısında yer vereceğiz. Devrimi de unutmadan. 21. yüzyıl devrimlerini.
Not. Bu yazıda kullanılan istatistikler ve grafikler, esas olarak Marksist iktisatçı Michael Roberts’ın blogundan, İngiliz The Economist dergisinin çeşitli sayılarından, Amerikan New York Times ve Fransız Le Monde gazetelerinden alınmıştır. Bir site yazısını ağırlaştırmamak için her birinde kaynak göstermedik.






