Ankara’da 100 bin işçilik gövde gösterisi! OVP’yi çöpe atacak, İngiliz Mehmet’i Londra’ya yollayacak güç Birleşik İşçi Cephesi’nde!

Türk-İş 20 Ekimde, Ankara Tandoğan meydanında Zordayız Geçinemiyoruz” başlığı ile ve 100 bine yakın işçinin katılımıyla büyük bir miting gerçekleştirdi. Direnişleri süren Polonez işçileri Tekgıda-İş, grevde olan MKB Rondo işçileri Selüloz-İş, yine grevleri sürmekte olan As Plastik, Elba Bant, Tarkett işçileri de Petrol-İş saflarında alanda temsil edildiler. Özellikle Polonez işçileri fabrika önündeki direnişlerinin coşkusunu Ankaraya taşıdılar. Polonez işçilerinin boykot çağrısı ve talepleri hem Ergün Atalay’ın konuşmasında hem de pankart açılarak miting kürsüsünde ifade edildi. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, miting kürsüsünden işçi sınıfının en yakıcı sorunları olan hayat pahalılığı, vergide adalet talebi ve sendikal örgütlenme önündeki engelleri gündeme getirdi. Devrimci İşçi Partisi de bu mitinge “İşçi düşmanı OVP çöpe! İngiliz Mehmet Go Home!” ve Esnek çalışma dayatması ve kıdem tazminatı hakkının gaspı genel grev sebebidir!” pankartlarıyla katıldı.

Sınıf siyasetinin yeri işçi sınıfının bağrıdır

Devrimci İşçi Partisi korteji ve Gerçek gazetesi, mitinge katılan farklı sendikalardan ve Türk-İş üyesi işçilerden yoğun ilgi gördü. Devrimci İşçi Partililer de partiyi partinin stratejik öncelik verdiği metal sektöründeki çalışmalarından tanıyan Türk Metalli işçilerin ve direnişte/grevde olan işçilerin partiyle miting alanlarında buluşmasından, partiyle ilk defa alanda buluşan değişik sektörlerden işçilerin olumlu tepkilerinden güç aldı. Türkiye sosyalist hareketinin birkaç istisna dışında 100 bine yakın işçinin katıldığı böylesi bir mitinge kayıtsız kalması ise soldaki aşınmanın ve sınıftan kopuşun vardığı seviyeyi göstermesi açısından mutlaka kayda geçirilmeli. Türk-İş’e yönelik eleştiriler böyle bir mitingde olmamanın gerekçesi olamaz. Daha vahim olanı ise Türkiye sosyalist hareketinin modern küçük burjuvazinin ve eğitimli yarı proletaryanın yaşadığı mahallelere sıkıştıkça işçi sınıfından kopmanın ötesine geçmesi, ondan adeta korkmaya başlamasıdır. Türkiye solu kimlikçilik batağına battıkça işçi sınıfının sağ partilere oy vermesini çarpık biçimde ele almakta, sınıfın bu halini değiştirilmesi gereken bir durum değil de uzak durulması gereken bir ortam olarak algılamaktadır. Oysa işçiler en sağ partilere oy verseler dahi sınıfın taleplerini en samimi şekilde sahiplenen ve en net taleplerle ortaya koyan, düzen partileriyle saflarını birbirine karıştırmayan devrimcilere her zaman ilgi göstermekte, dahası direnişlerde, grevlerde hep yaşadığımız ve nihayet Ankara mitinginde de gördüğümüz gibi bağrına basmaktadır.

İşçilerin tabandan gelen baskısıyla son yılların en büyük işçi eylemi yapıldı

Türk-İş mitingini son yıllardaki en büyük işçi eylemi olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Bu mitingin büyüklüğünde tabandan gelen mücadele baskısının esas rolü olduğunu söyleyebiliriz. Kamu işçilerinin (Harb-İş başta olmak üzere) geçmiş sözleşme döneminde yaşadıkları kayıplar dolayısıyla Türk-İş yönetimine yönelik haklı eleştirileri, grev ve direnişleri sürmekte olan işçilerin Türk-İş’in gücünü arkalarında hissetmek istemeleri, patronların düşük ücret, sendikasızlaştırma, esnek çalıştırma ve işten çıkartma tehditlerine karşı eyleme geçmenin gereğini gören özel sektör işçilerinin hareketliliği bu baskıyı oluşturan esas faktörler.

Tabandan gelen baskı karşısında sendika bürokrasisinde halk tabiriyle gaz alma” düşüncesi olduğu kuşku götürmez. Ayrıca sosyal patlama tehlikesinden ürken siyasi iktidarın işçi kitlelerini kontrol altında tutmak için prestijli bir Türk-İş yönetimine ihtiyaç duyduğu da ortada. Bu mitingden önce Türk-İş, Çerkezköy ve Zonguldakta iki miting daha yapmış ve Ankara mitingi öncesinde de örgütlü olduğu işyerlerinde oturma eylemleri yapma kararı almıştı. Daha önceki mitinglerdeki işçi katılımı zayıf olmasa da Türk-İş’te örgütlü fabrika ve işyerlerinin potansiyelinin altında kalmıştı. Oturma eylemleri ise Petrol-İş’in Gebze şubesi gibi bazı şubeler tarafından etkin şekilde uygulansa da Türk-İş’in basın açıklamaları için seçtiği işyerleri dışında çoğunlukla geçiştirilmişti.

Ankara mitingi ise sendikaların çok daha yoğun bir seferberlik içine girdiği, katılımın temsilci ve şube yöneticileriyle sınırlı tutulmadığı şekilde çok daha kitlesel şekilde örgütlendiği bir miting oldu. Sonuç Türkiyenin dört bir tarafından Ankaraya giden yollardaki dinlenme tesislerinin işçileri taşıyan otobüslerle dolup taştığı, neticede de 100 bine yakın işçinin Ankara Tandoğan meydanını doldurduğu güçlü bir gövde gösterisi oldu. Fabrikalarda ve işyerlerinde sermayenin saldırılarına, ülke çapında da işçi düşmanı Orta Vadeli Program (OVP) kapsamında yürütülen kemer sıkma politikalarına karşı bir mücadeleye dönüşmediği sürece Ankaradaki gövde gösterisi, sendika bürokrasisinin hanesine yazılacaktır ve iktidarı zorlayıcı bir etki yaratmaktan da uzak kalacaktır.

Ankara mitinginin moraliyle daha fazla örgütlenme ve mücadele! Birleşik İşçi Cephesiyle zafere!

Tabandaki işçiler açısından ise bu miting moral ve güven verici niteliktedir. Bu mitingle birlikte Türk-İş’li işçiler, iktidarın işçi düşmanı OVPsini püskürtebilecek, esnek çalışma saldırısına, kıdem tazminatının gasbına geçit vermeyecek potansiyeli görmüştür. Bu miting pek çok işçisinin kafasında olan yapılacak bir şey yok” düşüncesini silecek güçlü bir referanstır. Mücadeleci olan ve mücadeleyi örgütlemeye istekli ve kararlı öncü işçiler, bu mitingden güç alarak Türk-İş tabanında çalışmalarını hızlandırmalıdır. Sendika bürokrasisi üzerindeki taban baskısı daha da arttırılmalıdır.

Grev ve direnişlerdeki işçiler, sendikalı fabrikalardaki mücadeleci işçiler, işkolu ve sendika ayrımı olmadan iletişim ve koordinasyon içinde olmalıdır. Bu işbirliği mutlaka konfederasyon farkı gözetmeksizin tüm işçi sınıfının öncü kesimlerine yayılmalıdır. Türk-İş’in Ankaradaki gövde gösterisi sendikal bürokraside yalnızca kendi konfederasyonuyla hareket etme doğrultusundaki eğilimi güçlendirebilir. Oysa öncü işçiler DİSK ve Hak-İş gibi diğer konfederasyonlarla eylem birliğinden yanadır.

Geçtiğimiz Temmuz ayında Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in yayınladığı ortak bildirinin gereği, ayrı ayrı eylemler yapmak değil, fabrika ve işyerlerindeki mücadelelere hep birlikte sahip çıkmak, meydanları hep birlikte yüzbinlerle değil milyonlarla doldurmaktır. İşçiler, konfederasyon yönetimlerine, yayınladıkları ortak bildirinin gereğini ortak bir eylem programıyla yapmaları için baskı yapmalıdır. İşçi konfederasyonlarının, KESK başta olmak üzere kamu emekçileri konfederasyonlarıyla eylemde birleştirilmesini istemelidir. Tüm çabalar Birleşik İşçi Cephesinin inşasına yönelmelidir. İşçi sınıfı hareketinin tarihindeki Emek Platformu deneyiminde olduğu gibi sendikalar, TMMOB, TTB ve Barolar gibi meslek örgütleriyle birleşerek iş, aş, hürriyet mücadelesini bir üst seviyeye taşımalıdır. IMF Türkiye misyonunun başındaki şahsın hükümete “bir daha asgarî ücrete bu kadar (!) zam yapmayın” çağrısını yaptığı, Mehmet Şimşek’in ABD’de para arama turuna çıkıp memleketin işçi ve emekçisinin haklarını emperyalistlere verilecek yeni sözlerle daha da tırpanlamaya hazırlandığı bir ortamda bu görev her zamankinden yakıcıdır. Gün ayrı gayrı yok, Birleşik İşçi Cephesi var” demenin günüdür.