Seçim yolunda emekçi halkı bekleyen tehlikelere karşı ne yapmalı?
Seçimlerin Türkiye siyasetinin gündemindeki ağırlığı gitgide artıyor ve kimlerin Cumhurbaşkanı adayı olacağı en çok konuşulan konulardan biri. Cumhur İttifakı’nın adayı zaten belli. Millet İttifakı’nın adayı ise daha açıklanmadı. Altılı Masa toplantılarına devam ederken aday açıklamaktan kaçınıyor. Adayın ismi yok ama aday hakkında “seçimi ilk turda kazanabilecek”, “devlet tecrübesi olan”, “herkesin oyunu alabilecek” gibi tarifler var. Bir yandan Kemal Kılıçdaroğlu adaylık için öne çıkıyor. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi isimler “her kesimden” oy alabilir denip aday adayları arasında gösteriliyor. Bir taraftan ismi çok bilinmeyen bir aday mı olsa daha iyi olur denirken öbür taraftan Kılıçdaroğlu’nun daha önce çok isteyip aday yapamadığı Abdullah Gül’ün adı yine bir şekilde gündeme sokuluyor. Adı geçen isimler, adayı tarif eden niteliklerden ya birini ya ötekini taşıyor. Aday adaylarının tek ortak niteliği ise düzen siyasetinin ve sermayenin çıkarlarının temsilcileri olmaları.
Seçimlerde Millet İttifakı’nın adayı tartışılırken gözler anketlerden ayrılmıyor. Çoğu anket Erdoğan karşısında Millet İttifakı’nın adaylarının seçimi kazanacağını söylüyor. Fakat gözleri anketlerden ziyade başka taraflara çevirmek, geçmiş seçimlerden dersler çıkarmak ve geleceğe anketlerin değil bu derslerin ve deneyimlerin ışığında bakmak gerekiyor.
Sorulması gereken bir soru: Seçimler ne şartta yapılacak ya da yapılabilecek mi?
Türkiye gazetesinde yer alan bir habere göre AKP önümüzdeki seçim için üç milyon sandık görevlisi görevlendirecek. Türkiye genelindeki 200 bine yakın sandıkta üç milyon kişinin görev alması, AKP’nin sandık başına ortalama 15 kişiyle çıkarma yapacağı anlamına gelir. Bunun nasıl bir seçim ortamı yaratacağını hayal etmek zor değil. Bu sandık müşahitliği için değil sandıkları basmak için hazırlanmak demektir.
Öte yandan istibdadın iç çatlaklarından sızan pislikler, istibdadın içindeki güç odaklarının yürüttüğü siyasi operasyonlar, mafya hesaplaşmaları, gündeme gelen iç savaş senaryoları hiç hafife alınmamalı. Türkiye’nin Yunanistan ile bir savaşa girmesi olasılığı yabana atılmamalıdır ve bir sıcak savaşın seçimlerin atmosferini tamamen değiştirebileceği, hatta seçimlerin ertelenmesini bile gündeme getirebileceği unutulmamalıdır. Yani seçimlerin zamanında veya “demokratik” bir ortamda yapılabileceğini önden kabul etmek, anketlerin doğrudan doğruya sandıklarda yansımasını bulacağını düşünmek son derece hatalı olacaktır. Tüm saydıklarımız seçimle ilişkili olmakla birlikte işçi sınıfının ve emekçi halkın geleceğini doğrudan ve seçimlerden bağımsız olarak da tehdit eden ihtimallerdir.
Düzen siyasetinin matematiği sınıf siyasetiyle aşılmalı
Seçimin kendisi dışında seçime kadar geçireceğimiz süreç ve seçimin sonrası da türlü olasılıklara gebe. Fakat düzen siyasetinin kendi içindeki kavgadan çıkacak tüm olasılıkların ortak noktası işçi sınıfı ve emekçi halk için olumlu bir sonuç doğurmayacak olması. Bugün iktidar hayat pahalılığına, işsizliğe bir çözüm üretmiyor, halka bir ümit vadetmiyor. İktidarda kalmak için çözümü işçileri, emekçileri birbirine düşürmekte, kardeş kavgasını körüklemekte buluyor. Din ve yaşam tarzı tartışmaları ile toplumu ortadan ikiye bölmeye çalışıyor. İstibdad bunun için var gücüyle çalışırken düzen muhalefeti bundan şikayetçi mi? Pek de öyle gözükmüyorlar. Tam tersine sermayenin partileri olarak siyasetin sınıfsal alandan uzak tutulmasından memnunlar. Şikâyet ettikleri hep düzen içi meseleler. Ama söz konusu işçi sınıfının sorunları olduğunda yoksulluk edebiyatı yapıyorlar, hayat pahalılığından ve işsizlikten şikâyet ediyorlar ama çözüm üretmiyorlar. Çünkü her gerçek çözüm sermayenin yani kendilerinin ayağına dolanacak. Bunu biliyorlar. Sonuçta seçimler %50+1 ile, yani oyların yarısından bir fazla alınmasıyla kazanılıyor. Düzen siyasetinin hem iktidar hem de muhalefet kanadı bu matematiği benimsiyor. Oysa toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçiler, emekçiler, yoksullar için ise burada ciddi bir sorun var. İktidarın seçimlerde yenilgiye uğraması elbette yeni bir dizi fırsatın doğması anlamını taşıyabilir. Ama bu kendiliğinden işçi emekçinin sorunlarından kurtulmasını sağlamaz. Çünkü toplumun sınıf temelinde değil kimlikler ve yaşam tarzı gibi meseleler üzerinden saflaşması emekçi halkı sermayenin karşısında zayıf ve savunmasız bırakır. AKP iktidarı devrilse bile yerine gelenler halka acı ilacı içirecektir.
Tehlikeleri bertaraf etmenin yolu yüzde 99’u birleştirecek bir siyasette
İşçi ve emekçilerin bugün fabrikalarda, tersanelerde, hastanelerde günbegün verdikleri ekmek ve hürriyet mücadelesi hiç de yüzde 50’nin diğer yüzde 50’ye karşı verdiği bir mücadele değil. Aksine bu mücadele istibdada ve düzene karşı veriliyor. Bugünkü düzenden çıkarı olan yüzde 1’e karşı yüzde 99 olarak birleşmek işçi sınıfının ve emekçi halkın geleceğini tehdit eden birçok tehlikeyi bertaraf etmenin yolu. Bağımsız bir sınıf siyaseti ise bugün bunu başarmak için izlenmesi gereken tek politika. Burjuvaziden, devletten, emperyalizmden bağımsız bir sosyalist odağa, işçi sınıfını ve emekçi halkı kendi gündemi etrafında örgütleyecek, seçime işçi sınıfı ve emekçi halkın gündemini taşıyacak bu odağa bu politikanın bir aracı olarak ihtiyaç var! Bugün var olan girişimlerin bu ihtiyacı karşılamaktan neden uzak olduğunu Gerçek’in sayfalarında ve internet sitesinde çeşitli yazılarda açıkladık, açıklamaya da devam ediyor ve her iki patron ittifakından gerçekten bağımsız bir odak için çağrımızı yineliyoruz.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ekim 2022 tarihli 157. sayısında yayınlanmıştır.