Çip savaşından askeri gerilime Tayvan’da ne oluyor?
Geçtiğimiz ay, ABD-NATO emperyalizminin asıl hedefinin Rusya’dan ziyade Çin’i kuşatarak zayıflatmak olduğunu ortaya koyması bakımından ilginç bir gelişme yaşandı. Açıkça Çin’i kışkırtma ve tehdit etmeye dönük bir adım olarak ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi Tayvan’ı ziyaret etti. Arkasından ABD Başkanı Biden Tayvan’a silah göndermeye devam edeceklerini açıkladı. Bu gelişme bir dünya savaşı olasılığını yeniden gündeme getirmek bakımından (Çin anakarasına 130 km mesafede, 24 milyonluk küçük bir ada olan) Tayvan’ı ABD-Çin geriliminin merkez üssü haline getirmiş durumda. Biz bu yazı kapsamında bu gerilimin ekonomik boyutlarına değinmek ve geleceğe dair politik sonuçlarını ortaya çıkarmaya çalışacağız.
Tayvan’ın bölgedeki stratejik ve askeri öneminin yanı sıra dünya ekonomisi açısından önemi, dünya yarı iletken ya da çip imalatının adeta merkezi olmasından kaynaklanıyor. Çip deyip geçmek mümkün değil. Zira bilgisayarlardan akıllı telefonlara, uçaklardan elektrikli araçlara, otomobillerden savunma ve silah sanayisine kadar birçok alanda çipler temel girdi durumunda. Bu bakımdan sektörden “21. yüzyılın petrolü” olarak bahsediliyor olması abartı değil. Uluslararası burjuvazinin haber kaynağı The Economist dergisinin 2020 yılındaki bir sayısında Tayvan’ı, ABD-Çin arasındaki rekabetin savaş alanı olmasından hareketle, “dünya üzerindeki en tehlikeli yer” olarak tanımlaması da bir ölçüde bundan kaynaklanıyor.
İşte dünya ekonomisi için bu derecede stratejik önem taşıyan bir ürünün dünya çapında imalatının yüzde 63’ü Tayvan’da (yüzde 55’i tek başına Tayvan’ın en büyük tekeli TSMC tarafından olmak üzere) gerçekleştiriliyor. Başta ABD’nin çip üreten tekelleri olmak üzere emperyalist sermaye günümüzde Çin’in bu alanda artan rekabet gücünü ve Tayvan’la olan yakın bağlarını dikkate alarak tedarik zincirindeki bu bağımlılığa çözüm arayışında. Burada şu soru akla gelebilir. Peki neden dünya ekonomisi için bu derecede önemli bir ürünün imalatı tek bir ülkeye yoğunlaşmış durumda? Bunun cevabı, kapitalist üretimin tarihsel çelişkisinde, üretici güçler artan oranda toplumsallaşırken üretimin özel ellerde olmasında, her patronun üretimi kendi kârlılık hesaplarına göre örgütlemesinin doğurduğu üretim anarşisinde yatıyor. Çip sektörü de bu çelişkiden muaf değil. Azalan kârlılığa tepki olarak uzunca bir süredir başta Amerikalı olmak üzere, emperyalist çip üreticisi tekeller daha fazla kâr elde etmek için çip tasarımını ve AR-GE’yi kendi ülkelerinde yaparken, daha emek yoğun çip imalatını ise ucuz ve “disiplinli” emek gücü olan başta Tayvan ve Çin gibi ülkelere, bu ülkelerdeki fason imalatçı firmalara kaydırmışlardı. Bu yönelişin bir sonucu olarak örneğin ABD’nin çip tekellerinin her ne kadar tasarım ve araştırma alanında dünya lideri olsalar da, dünya çip imalatındaki payları yaklaşık yüzde 13’e düştü; oysa bu oran 1990 yılında yüzde 37 idi. Ancak rekabete dayalı kapitalist ekonominin işleyişine bağlı olarak ve yoğun devlet desteğini de arkasına alarak, asıl önemlisi ağır sömürü koşulları altında çalıştırdıkları işçiler sayesinde (sadece işçiler mi; örneğin TSMC firması AR-GE ekiplerinde mühendisleri üç vardiyada aralıksız çalıştırıyordu. Mühendisler söz konusu çalışma koşullarını “karaciğer patlatıcı” olarak nitelendiriyorlardı) Çinli ve Tayvanlı firmalar zamanla teknolojik rekabette Amerikan firmalarına neredeyse yetişmek üzereler.
Teknolojik rekabet savaşında geride kalmama ve jeopolitik çatışmalar da düşünüldüğünde tek bir merkeze bu ölçüde bağımlı olmama hedefi, çip üretiminde tedarik zincirlerini kimin kontrol edeceği sorusunu emperyalist burjuva kesimlerinin gündemine dayatıyor. Bu çerçevede ABD Trump döneminden beri her türlü devlet desteği ile Çin’i teknolojik rekabette alt etmeye çalışıyor. ABD hükümeti küresel çip üretiminde Japonya, Güney Kore ve Tayvan ile işbirliği yapmak üzere girişimlerde bulunuyor (buna Çip Dörtlüsü İttifakı adını verdiler). Yanı sıra ABD Başkanı Biden “CHIPS (Çip ve Bilim) adı verilen ve yerli çip üreticisi firmaları Çinli firmalar ile daha iyi rekabet edebilmeleri için ülke içinde üretim yapmaya teşvik etmeyi hedefleyen, toplamda 280 milyar dolarlık yardımı öngören yasayı imzaladı. Buna “rekabette Çin’i engelle” yasası demek de mümkün. Bu yasanın geçmesi ne hikmetse tam da Pelosi’nin Tayvan’a ziyaretine denk geldi. Pelosi bu ziyarette TSMC firmasının yöneticisi Mark Liu ile de görüşmeyi ve muhtemelen Çin’le ilişkiler konusunda uyarmayı ihmal etmedi.
BM Genel Sekreteri Guterres iklim krizi hakkında şöyle diyor: “Önümüzde tek bir seçenek var. Ya topluca işbirliği yapacağız ya da topluca intihar edeceğiz.” Ukrayna savaşı ve Tayvan çatışması ile birlikte tırmanan küresel gerilimlerden hareketle “insanlığın nükleer yok oluşu yalnızca bir yanlış anlamaya, bir hesap hatasına bakar” diye de uyarıyor. Üretimin artan toplumsallaşması, yeni teknolojilerin küresel ölçekte planlamayı, merkezi karar süreçlerini talep etmesi karşısında rekabet, üretimin anarşisi, bencilliğe dayalı parçalanmış karar süreçleri ve bütün bunların sonucunda akıldışı, toplumsal ihtiyaçları gözetmeyen bir üretim. Çip sektörü işte bu çelişkilerin günümüzde yoğunlaştığı somut bir örneğini oluşturuyor. Çip sektörünün gelişme dinamikleri sadece kapitalizmin akıldışı işleyişini değil, yeni teknolojilerin kâr mantığına tabi olduğunda, nasıl da halkları birbiriyle karşı karşıya getirerek intihara sürüklediğini ortaya koyması bakımından da çarpıcı. Burjuvazi “önce ben” diyor, tedarik zincirlerini kendi dar çıkarlarına göre parçalıyor, milliyetçiliği kışkırtarak toplumsal işbirliği olanaklarını ortadan kaldırıyor. O halde evet, önümüzde tek seçenek var: Toplumsal ihtiyaçları karşılamak, kaynakların ve yatırımların tahsisini küresel işbirliği ve merkezi planlama ile denetim altına almak üzere işçi sınıfı ve tüm emekçi halklar örgütleneceğiz, enternasyonal temelde dayanışma ve işbirliği için mücadele edeceğiz.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2022 tarihli 156. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın.