Profesör Dr. Korkut Boratav: “Halk muhalefeti parlamentoda temsil edilmiyorsa, anayasa değişikliği, bir Kurucu Meclis tarafından üstlenilmelidir”
Gerçek gazetesi Türkiye için bir Kurucu Meclis’i savunan Prof. Dr. Korkut Boratav ile bir görüşme yaptı. Aşağıda bu görüşmeyi sunuyoruz.
Korkut Boratav kimdir?
Korkut Boratav Türkiye’de işçi sınıfının haklarını savunan iktisatçılar arasında en önde gelen isimlerden biridir. Bazen kullanılan deyimle “hocaların hocası”dır. Emekli olana kadar Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (Mülkiye diye de bilinir) iktisat profesörü olarak ders vermiştir. İşçi düşmanı 12 Eylül askerî diktatörlüğü tarafından görevden alınan öğretim üyelerinden biridir. Ancak daha sonra mahkeme kararıyla görevine dönmüştür. Boratav işçi sendikalarıyla hep yakın olmuş, işçi eğitim programlarına da katılmıştır. Çalışmaları başta çağdaş Türkiye’nin iktisadi tarihi olmak üzere çok çeşitli alanlara yayılır. Çok sayıda kitap ve makalesi vardır.
* * *
Gerçek: Haziran başında yazdığınız bir yazıda Türkiye’deki durumu Latin Amerika ülkesi Şili ile karşılaştırarak bu ülkedeki gelişmelerin bize esin kaynağı olabileceğini belirtiyorsunuz. Okurlarımız için Şili’yi hangi konuda örnek alabileceğimizi kısaca özetlemeniz mümkün mü?
Korkut Boratav: Tarih, bazen farklı coğrafyalarda tuhaf paralellikler gösterir. Yakın geçmişte Şili ve Türkiye, on yılı aşmayan bir tarih farkıyla benzer ve karanlık deneyimlerden geçti. 1973’te Şili, 1980’de Türkiye’de askerî darbeler; sol ve emekçi örgütlerinin tasfiyesi; her iki ülkede de (daha sonra “neoliberalizm” diye adlandırılacak) sermayenin tahakkümünü güçlendirecek ekonomi politikalarına geçiş…
Sonrası da var: Şili, darbeden 7 yıl sonra Pinochet Anayasası diye anılacak (ve neoliberalizmi de güvenceye alan) bir belgeyi 1980’de referandumdan geçirerek kabul etti. Türkiye daha hızlı davrandı; aradaki farkı daralttı: 1982’de, yani darbeden iki yıl sonra, 1961 Anayasası’nın demokratik öğelerini, kurumlarını sermayenin talepleri doğrultusunda tasfiye eden bir anayasayı referandumla yürürlüğe soktu. Üstelik, bu anayasa 2007 ve sonrasında AKP’nin faşizan öncelikleri doğrultusunda üç kere değiştirilecektir.
Geçen yıl Şili halkı bir referandumla Pinochet Anayasası’nın bir Kurucu Meclis tarafından değiştirilmesini açık farkla kabul etti. Bu yıl, Kurucu Meclis seçimleri yapıldı; yeni anayasa hazırlanmaya başladı.
Şili’nin bu deneyimi, tarihin kırk yıl önce gerçekleşen olumsuz seyrinin, Türkiye tarafından (bu kez ters doğrultuda) tekrarlanabileceği fırsatı olarak niçin yorumlanmasın? Sözünü ettiğiniz yazıyı bu sorudan hareket ederek yazdım. Saray iktidarına muhalif çevrelerde bugünkü anayasayı değiştirme çağrıları yaygınlaşması, böyle bir fırsatın gerçekten doğabileceğini de düşündürüyor.
Gerçek: Kurucu Meclis fikri Türkiye kamuoyunda çok kolay anlaşılmıyor. Okurlarımızın konuyu anlayabilmesi için kavramı biraz daha somutlaştırabilir misiniz? Normal meclisten farkı nedir?
K.B.: Yürürlükte olan bir anayasayı kendi kuralları içinde değiştirmek, salt biçimsel olarak da tutucudur. Genellikle mevcut parlamento içinde başlatılan, oluşturulan, bazen bir halkoylaması ile kesinleşen bir süreç…
Parlamento çeşitli nedenlerle devre dışı kalmışsa veya Türkiye’de bugünlerde gözlendiği gibi toplumda yaygınlaşan halk muhalefeti parlamentoda temsil edilmiyorsa, anayasa değişikliği, bir Kurucu Meclis tarafından üstlenilmelidir. Halk sınıflarının, örgütlerinin temsilî niteliğini gözeten, güvenceye alan yöntemlerle seçilen, oluşturulan bir Kurucu Meclis…
Unutulmuştur; ama Türkiye siyasetinin gelişiminin sola açılmasında önemli, olumlu bir rol oynayan 1961 Anayasası da bir Kurucu Meclis tarafından hazırlanmıştı. Daha doğrusu, Kurucu Meclis “iki ayaklı” idi: Millî Birlik Komitesi ve Temsilciler Meclisi… Temsilciler Meclisi’nin oluşumunda, halk sınıflarının temsiliyeti kısmen gözetilmişti. 1961 Anayasası da, esas olarak, bu Meclis’teki görüşmeler sonunda oluşmuştu.
Şili’de yeni anayasayı hazırlayan Kurucu Meclis, halk sınıflarının, örgütlerinin parlamentoya göre daha yoğun temsil edilmelerine imkân veren ayrı bir Seçim Yasası’na göre yürütülen seçimlerle kuruldu. Bu yasaya göre, adaylar siyasal parti listelerinde, partiler-arası ittifak listeleri içinde, bağımsız bireyler veya topluluklar olarak seçime girebilir. Bağımsız aday olabilmek için her seçim bölgesinde son seçimde kullanılan oy toplamının binde ikisi oranında imza gerekli kılınmıştır. Parti-dışı halk örgütleri, toplumsal grupların (bu kez binde beş oranında imza sağlayarak) Kurucu Meclis’e ortak liste içinde katılmaları da mümkün kılınmıştır.
Bu seçim sistemi, umulan doğrultuda sonuç verdi: Partiler-arası dağılımda, mevcut parlamentoya göre sol parti ve çevrelerin ağırlığı arttı. Daha da önemli sonuç, bağımsız adayların Kurucu Meclis üyelerinin yüzde 35’ini (en büyük bloku) oluşturmalarıdır. Büyük ölçüde solculardan, emek örgütlerinde, halk muhalefetinde öne çıkmış militanlardan, gençlerden oluşan bir blok…
Gerçek: Peki, bir Kurucu Meclis’e doğru ilerleyebilmek için bugün yapılabilecek şeyler var mıdır?
K.B.: Türkiye’nin bugünkü koşulları ile Şili’deki dönüşümü mümkün kılan ortam çok farklıdır. Şili’de Kurucu Meclis’e giden süreç Ekim 2019’da başlayan, yaygın, etkili, bir yıl süren bir halk kalkışması sayesinde mümkün oldu. Başkentte bir metro zammı vesilesiyle patlak veren protestolar, hızla neoliberalizme karşı bir kalkışmaya dönüştü. Halk muhalefeti bir süre sonra Pinochet Anayasası’nın değiştirilmesi hedefi etrafında birleşti. Faşist eğilimli başkan Pinera, parlamentoya karşı yenik düştü. Kurucu Meclis Yasası, bu ortamda kabul edildi; oluşturuldu.
2021 Türkiyesi ile Şili’nin bu ortamı arasında önemli farklar var. İki yıl önce Şili emekçilerinin kalkışmasını tetikleyen olay ile karşılaştırılırsa, Türkiye’nin halk sınıfları çok daha derin ve yaygın bir toplumsal bunalım içindedir. İşsizlik, yoksullaşma, enflasyon ve salgın nedeniyle beslenen gelir kayıpları nicel olarak biliniyor; hesaplanıyor; insanî trajedi boyutlarıyla gözleniyor. Salgın döneminde Saray iktidarının sorumluluğu da ortadadır: Kamu kaynakları emekçilerden esirgenmiş; ayrıcalıklı, kapkaççı sermaye çevrelerine aktarılmıştır.
Buna karşılık örgütlü, kapsamlı, sokağa veya kamuoyuna yansıyan bir kitle muhalefeti zayıftır. Nedenleri sol çevrelerde tartışılıyor. Ayrıntılara giremem. Belirleyici bir etken, parlamenter muhalefetin Millet İttifakı blokundan kaynaklanıyor. Bu blokun en büyük bileşeni olan CHP’nin kalabalık kitle ve seçmen tabanı Cumhuriyetçi Sol olarak nitelendirilebilir. CHP yönetimi ise, bu tabanla uyumsuzdur; liberalizme angajedir. Sınıfsal muhalefetten, doğası gereği uzak durmaktadır. Faşizmle aktif mücadeleden uzak duran, “yumuşak geçiş” biçiminde bir iktidar değişikliği beklentisine teslim olmuştur.
Bu türden bir iktidar tasarımı, olası anayasa değişikliğini, AKP revizyonlarından öncesine taşımakla sınırlı tutacaktır. 1982 Anayasası’nı biçimlendiren neoliberal yaklaşımla ve anti-demokratik önceliklerle kavgalı değildir. Bugünkü Millet İttifakı’nın sağ kanadı, esasen MHP ve AKP türevlerinden oluşur; muhtemelen yeni katılımlarla aynı doğrultuda genişletilecektir. Ortaklaşa savundukları “güçlendirilmiş parlamenter rejim”, bu ittifakın sağ blokuna uyum sağlayacaktır. Bu da 1982 Anayasası’nın özünü, biçimini sineye çekecek; Türkiye için tutucu bir çerçeve içerecektir.
Bu tür bir tutucu mahkumiyeti önleme yöntemi, yeni anayasanın geniş kitle katılımlı bir Kurucu Meclis ile hazırlanmasıdır. Halk sınıflarının, ilerici, aydınlık özlemlerini karşılamak için, onların, en azından bu tür bir anayasa değişikliği hazırlığına katılımları gerekir.
Düzen-içi muhalefetin “yumuşak geçiş” senaryosu ile bir Kurucu Meclis seçeneği arasında oluşabilecek ayrışmaya iki örnekle ışık tutabilirim.
Birinci olarak, 20 yıllık AKP iktidarı, bu partinin siyasal İslam programının önemli ölçüde hayata geçirildiği bir dönemdir. Cumhuriyet’in laik kazanımlarının eritildiği; İslamcı uygulamaların eğitim sisteminden başlayarak kamu yönetimine yerleşmeye, giderek toplumda kök salmaya başladığı bir dönem…
Genç kuşaklar, İslamcı yobazlığın dar dünyasının çocuklarımızı işsizliğe, işlevsizliğe, karanlığa mahkûm ettiğini sezmekte; hatta bilmektedir. Kurucu Meclis’e giden bir anayasa süreci, bu vurgulamalarla, AKP düzeninin de reddiyesi doğrultusuna oturabilir. Bu düzen nedeniyle gelecekleri kararmış milyonlarca liseliyi, diplomalı işsizleri, proleterleşen diplomalıları sürükleyecek bir potansiyel taşımaktadır.
İkinci örnek, ekonomi alanındadır. AKP’nin 2002’de aynen devraldığı ve on üç yıl büyük ölçüde sadakatle sürdürdüğü neoliberal program ekonomiyi biçimlendirmiş; yerleşmiştir. Bu programın yasal dayanağı, 1982 Anayasası’dır. Mimarisinde büyük burjuvazinin belirleyici rolü vardır. 1961 Anayasası’nın belli ölçülerde benimsediği; hatta bazı kurumsal güvenceler de içeren sosyal devlet ilkesini genişleterek sahiplenen; sermaye tahakkümünü açıkça önlemeyi hedefleyen radikal bir anayasa tasarımı, bir Kurucu Meclis kampanyası içinde emekçi sınıfları birleştirebilir; sürükler…
Gerçek: İşçi ve kamu emekçisi sendikalarının sizce bu hazırlık sürecinde nasıl bir rol oynaması mümkün?
K.B.: İlk adım, uygun bir politik konjonktürde, Kurucu Meclis’e dayalı köktenci bir anayasa değişikliği çağrısı yapmaktır. İşçi ve kamu emekçisi sendikalar ile demokratik kitle örgütleri ve meslek odalarının katılacağı bir çağrı… Böyle bir çağrı, yirmi küsur yıl öncesinin Emek Platformu’nu hatırlatan bir toparlanmanın tetikleyicisi niçin olmasın? Elbette içeriğine, yaygınlaşmasına sosyalist parti ve çevrelerin de katkısı ile…
Yüzbinlerle başlayıp milyonları hedefleyen bir imza kampanyasında, Türkiye toplumunun önemli bir akımı olan Cumhuriyetçi Sol’u harekete geçirmek gerektiğini düşünüyorum. Yukarıda değindiğim gibi, lider kadrosu tarafından Millet İttifakı’nın içinde tutucu bir tasarıma tutsak kılınan CHP’nin tabanı “özgürleştirilmeli”; olası Kurucu Meclis kampanyasına katılmalıdır. Kurucu Meclis’e dayalı bir anayasa değişikliği çağrısı, emekçi ve demokratik kitle örgütleri tarafından bu tabana taşınırsa, benimsenmesi; Parti yönetimini de etkilemesi kaçınılmazdır. Cumhuriyetçi Sol’un yaygın katılımı, kampanyanın bir cephe hareketine dönüşmesi açısından da önemlidir.
Öncesinde veya süreç içinde faşizme tam geçiş olasılığını dışlıyorum. Sonrası zaman alacaktır. Kurucu Meclis yöntemiyle anayasa değişikliği, AKP’nin azınlığa düşeceği ilk genel seçimlerle oluşacak bir parlamento tarafından düzenlenebilir. Yukarıda değindiğim çağrı, seçim-öncesinde yaygınlaşabildiği, bir cephe hareketine dönüştüğü takdirde, parlamentonun bileşimini de etkilemiş olacaktır.
Farklı partilere dağılmış sosyalist ve Cumhuriyetçi sol akımlar ile, Kürt ve Türk milliyetçisi hareketlerin bazı (nasıl tanımlanabileceği bir yana “demokrat”) öğelerinin, liberallerin, İslamcı ve ırkçı faşizmi dışlayan anayasa maddelerinde uzlaşmaları gündeme gelebilecektir. Şili Kurucu Meclisi’nde yeni anayasa tartışılırken, üçte ikilik oyçokluğu (veya üçte birlik “veto hakkı”) öngörülmüş. Bu türden bir uzlaşma sonunda yeni anayasa kesinleşemezse Pinochet Anayasası kalacaktır. Doğrudan bir devrim (veya darbe sonrası 1982 Anayasası’ndaki gibi) dışında yeni bir anayasa, geniş toplumsal (dolayısıyla “temsilcileri” aracılığıyla sınıflar-arası) uzlaşmaları zorunlu kılar.
Gerçek: İşçilerin, emekçilerin, ezilenlerin saflarında politika yapan siyasi partilerin bu konuda rolü hakkında ne söylenebilir?
K.B.: Sosyalist Sol, Türkiye’nin önemli bir akımıdır. Partiler, dernekler, çevreler, yayın organları arasında (bazılarının içinde) dağılmıştır. Bölünme, dağılma etkenlerine giremem. Parlamenter demokrasi çerçevesinde (1982 Anayasası ve 12 Eylül rejimi sayesinde) etkisi sınırlıdır. Ama Türkiye’nin fikir, bilim, sanat, edebiyat dünyasında etkilidir; saygınlığı olan bir akımdır.
Türkiye’de Kurucu Meclis’e dayalı bir anayasa çalışması bir kitle hareketine dönüşür; sonraki aşamalara da geçerse, Sosyalist Sol’un dağınıklığına tamamen son veremez; ama bu büyük cepheler, bloklar içinde veya somut sorunlar, maddeler etrafında toparlanmasına katkı yapabilir.
Daha ötesine gidelim: Halk muhalefetinin güçlü bir hareket içinde ortaya çıkmasına katkı yaptığı ölçüde düzen muhalefetinin faşizmle uzlaşmasını frenleyebilir. Şili örneği, Kurucu Meclis modelinin sol akımların temsilini önemli boyutlarda genişlettiği ölçüde Türkiye için de iyimserlik getirebilir. Yine de ihtiyatlı olmak gerekiyor. Sosyalist Sol ve emek örgütlerinin başlattığı bir Kurucu Meclis kampanyası, nihaî hedefe ulaşamazsa bile, halk sınıflarını anti-faşist bir doğrultuda harekete geçirdiği; parlamenter muhalefeti faşizmle uzlaşmacı eğilimlerden uzaklaştırabildiği ölçüde önem taşıyacaktır. 2021 Türkiyesi ortamında küçümsenmemeli.
Gerçek: Fikirlerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.