İstibdad cephesinde gelgitler: Bir yerel seçim hesabından çok daha fazlası…
AKP-MHP ittifakı Kasım ayını yaralarını sarmakla geçirdi. Ekim ayı sonunda Bahçeli’nin yıktığı yerel seçimde ittifak köprüsü, Kasım ayı sonunda Erdoğan-Bahçeli zirvesinin ardından yeniden kuruldu. 2019 yerel seçimlerine de AKP ve MHP’nin Cumhur İttifakı birlikte katılacak.
Bu gelgitin sebebinin ne olduğu konusundaki en popüler yorum, Erdoğan’ın yaptırdığı anketlerde yerel seçimler için MHP oylarının önemini fark etmiş olması. Nasıl fark etmesin? MHP, Ankara için Melih Gökçek’in adını basına sızdırarak adeta önemini Erdoğan’ın kafasına vurarak hatırlattı. MHP’nin AKP açısında mecliste oynadığı kilit rolü gösteren olay ise Emeklilikte Yaşa Takılanlar önergesinin önce MHP oylarıyla meclise gelmesi, sonra yine MHP oylarıyla reddedilmesiydi.
İstibdad koalisyonu ve bu koalisyonun harcı
Ancak Cumhur İttifakı’nda ne olduğunu anlamak için sandık hesaplarının dışında çok daha geniş bir alanı görmek lazım. Erdoğan’ın kabinesi bir koalisyon kabinesi. Silahlı bakanlıklar Erdoğan’ın elinde değil. Milli Savunma Hulusi Akar’la askerin elinde. Demokrat Parti eski Genel Başkanı Süleyman Soylu ise İçişleri Bakanlığı’nda Mehmet Ağar ve Susurluk derin devletinin ortaklığını gösteriyor. AKP’nin yaptırdığı eğilim anketlerinde AKP’lilerin Ankara için ezici çoğunlukla Süleyman Soylu’yu istemesi sevgiden mi zannediyorsunuz! Ankara’yı verip İçişleri Bakanlığı’nı almak için iyi bir denemeydi ama tutmadı. Ankara için ittifak içi verilen kavganın salt bir sandık hesabı olmadığı, tüm bu tartışmalar yaşanırken, Bahçeli’nin af istediği Çakıcı’nın adamlarına yapılan operasyon ve tutuklamalar karşısında Sedat Peker’in “beni gözaltına almak isteyenler var” çıkışından belli.
Düşman kardeşlerin koalisyonunu bir arada tutan esas faktör nedir? Bahçeli’nin yerel seçimlerde yeniden ittifak kurulduğunu açıklarken kullandığı sözler çok önemli: “31 Mart'ı Türkiye'nin beka mücadelesi açısından dönüm noktası olarak görüyoruz. Önlem alınmazsa yine haklı çıkacağız… Mimarisinde pay sahibi olduğumuz hükümet sisteminin muhafazası için ihtiyaç duyulan her fedakârlığı elbette seve seve yaparız.” Görüldüğü gibi Bahçeli’nin 31 Mart kararında hangi belediyeyi kimin yöneteceği belirleyici değildir. Belirleyici olan MHP’nin devletin silahlı çekirdeği ile etkileşim içinde koalisyon ortağı olduğu istibdad rejiminin bekasıdır.
MHP’nin AKP’ye verdiği destek hiçbir dönemde koşulsuz olmadı. MHP, 7 Haziran’dan sonra CHP ile hükümet kurmayı reddederek AKP’nin 1 Kasım seçimlerine gitmesinde stratejik bir rol oynadı. Karşılığında Kürt sorununda askeri operasyonların tırmandığını gördük. AKP, Kürt sorunu politikasını adım adım askere teslim etti. 15 Temmuz’dan sonra ise MHP başkanlık sistemi çıkışı yapmadan önce Fırat Kalkanı operasyonu başlatılmıştı. 2018 seçimleri öncesinde kurulan Cumhur İttifakı’nın harcı ise önce Barzani’nin Eylül (2017) referandumuyla, ardından da Afrin operasyonu ile karıldı. Barzani referandumunda Erdoğan, AKP’nin kurulduğundan beri izlediği siyaseti tamamen değiştirip TSK ve MHP ile birlikte tutum aldı, Afrin operasyonunda askerler bir elleriyle bozkurt diğer elleriyle Rabia işareti yaparak cepheye gidiyordu. Bahçeli’nin en baştan itibaren “beka” koduyla bahsettiği şey işte bu politikadır.
Çıkmaza giren Kürt politikası
Bu politika çıkmaza girmiş durumdadır. Bahçeli’nin koruyup kollamak için adeta ant içtiği istibdad rejimi (kendisi buna Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diyor) sayesinde bu politikaya muhalefet eden seslerin bastırılması, HDP eş başkanlarının hapiste tutulup belediyelerine kayyım atanması bu politikanın çıkmaza girdiği gerçeğini değiştirmiyor. Bu politikanın merkezinde vatanın ve milletin bekasından ziyade Türk burjuvazisinin sömürgeci petrol sevdası olduğunu fark ettiğinizde gerçeği görmek daha kolay olacaktır. Hep söylenenin aksine, bu politikanın ABD’ye karşı olmadığı, ABD’nin bölge planlarında Kürtlerin yerini almayı hedeflediğini anladığınızda taşlar yerine daha rahat oturacaktır.
Geriye dönüp gelişmelere bu gözle bir kez daha bakalım. AKP-MHP arasına kara kedi girip de yerel seçimler için köprüler atılmış, karşılıklı atışmalar doruğa ulaşmışken iktidarın Kürt politikasının bir dizi noktada çıkmaza girdiğini görüyoruz. Afrin operasyonundan sonra sıkça sıranın Fırat’ın doğusuna geldiği, PYD/YPG güçlerinin buradan temizleneceği söylenmiştir. Ancak bilindiği gibi bu bölgede ABD vardır. Mınbiç’te ABD ile varılan anlaşma bıçak sırtında ilerlemektedir. Amerikan ve Türk silahlı kuvvetleri ortak devriyelere daha yeni başlamıştır. Bölge hâlâ PYD’nin kontrolündedir. ABD ile ilişkilerde gerilim yaratmadan daha fazla ilerlemenin olanaksız olduğu açıktır. Öte yandan ekonomik kriz dolayısıyla hükümet ABD ile gerilim yaratmaktan ısrarla kaçınmaktadır ve Brunson’ı evine gönderip Amerika’ya zeytin dalı uzatmıştır.
Ekonomik kriz, çıkmaza giren dış politika ve Erdoğan’ın zikzakları
Tüm bunlar olurken Erdoğan, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ile görüştükten sonra Fırat’ın doğusu için şunları söyledi: “Şu anda Fırat’ın doğusunda öyle ciddi manada rahatsız edici şeyler yok. Çünkü Fırat’ın doğusu diye zikredilen yerlere şöyle ağırlıklı baktığımız zaman oralarda adeta çölü görürsün. Burada önemli olan şey Fırat’ın doğusunda Deyrizor’dur. Çünkü orası bir enerji potansiyelidir. Onun bir şöyle havzası var. Orasıdır asıl yer...” TSK, Tel Abyad başta olmak üzere Erdoğan’ın çöl dediği bölgeleri top ateşine tutarak kendi yorumunu ortaya koydu. Top sesleri Erdoğan’ın konuşmalarını bastırdı. Ağzından bir daha benzer sözler duyulmadı. “Beka” cephesi kendi birliğini korusa da top atışları Suriye’deki Kürt politikasını çıkmazın içinden kurtarmadı. ABD, Mınbiç’te TSK ile yaptığı ortak devriyelere Fırat’ın doğusunda YPG ile ortak devriyeleri ve yemekli toplantıları ekledi. Ardından Türkiye sınırı boyunca askeri gözlem noktaları inşa etmeye başladı. TSK’nın top atışları duyulmaz oldu. Sınıra operasyon için toplandığı söylenen ÖSO grupları da gözden kayboldu.
TSK’nın top atışları Rojava’da ABD’ye karşı değilse de Ankara’da Erdoğan’a karşı sonuç aldı. Danıştay’ın bazı daireleri üzerinde Türkiye’deki yarı askeri rejimin askeri kanadının etkinliğini sürdürdüğünü “andımız” kararı ile gördük. Erdoğan ve AKP kanadı andımız kararına açılım sürecinden kalma argümanlarla karşı çıkacak oldu. Hızla geri adım atmak zorunda kaldı. Erdoğan, Kürt politikasının ABD duvarına çarpacağını görerek manevra yapmaya çalıştı ancak döndüğünde elleri ile inşa ettiği yarı askeri rejime çarptı. Bu durum Erdoğan’ın, hem ekonomik hem de siyasi açıdan ABD’nin baskılarına karşı bir nefes alma alanı olarak gördüğü AB ilişkilerini de etkiledi. Genel olarak Kürt politikasının ve özelde Demirtaş’ın tutukluluğunun sürdürülemez ve savunulamaz hale geldiğini görüyordu. Tabii ki Kürt halkının istekleri değil AB ile ilişkiler açısından… Ancak bu alanda kendi manevra alanını kendi elleriyle yok etti. Bu yüzden HDP saflarından yükselen açılım ve diyalog çağrılarının hayal kırıklığı ile son bulması uzun sürmedi. Erdoğan, ekonomik krizin faturasını halka keserken, hayat pahalılığı ve işsizliğin faturasına MHP’yi ortak etmek, emekçi halkın olası tepkilerini bastırmak için istibdad rejimini korumayı Avrupa’dan bulacağı borç paradan daha önemli gördü. Dolayısıyla, AİHM’in Demirtaş kararını aldığında “bu karar bizi bağlamaz, hamlemizi yapar, işi bitiririz” demekten başka çaresi kalmamıştı. “Sıkışırsam göçmen kartını kullanarak para kopartırım” diye düşündüğü AB’ye kendi eliyle güçlü bir pazarlık kozu vermiş oldu.
Çatlakları sıvayarak sadece günü kurtardılar
Tüm bunlar olup bittikten sonra Bahçeli ittifakın yeniden kurulduğunu açıklarken “Türklüğün izini silmeye kimsenin gücü yetmez” diyerek bağırıyor ve Türklük üzerine uzun bir tirat atıyordu. Ve Erdoğan: “MHP ile karşılıklı mutabakat yapıyorsak bizim de karşılıklı jestlerimiz olacaktır!” İstibdad koalisyonu çatlakların üstünü sıvayarak günü geçirse de daha büyük depremleri atlatıp atlatamayacağı kuşkuludur. Zira ekonomide ve dış siyasette fay hatları hâlâ aktiftir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Aralık 2018 tarihli 111. sayısında yayınlanmıştır.