Alman politikasının matematiği: Sınıfa karşı sınıf!

 

Bugün Almanya seçimleri üzerine ağzı olan konuşuyor! Oysa Almanya’daki sandık Yunanistan’da mühürlendi. Yunanistan’da Alman emperyalizminin karşısında net bir tavır takınmayanlar bugün şaşırmasınlar. Dün SYRIZA’nın ardında kuyruk olan uluslararası sol eğilimler ve akımlar, bugün Alman proto-faşizminin seçim zaferi karşısında şaşkınlık bir yana, korku ve ne yapacağını bilmez bir deli tavuk çırpınması ile tozu dumana katıyorlar.

Şu kolaycılağa da kaçmamak lazım: ABD, Fransa, Ukrayna, Yunanistan ve diğer ülkelerde yükselen faşist partilerin bir devamıdır Almanya için Alternatif (AfD), gerisi teferruattır. Hayır, bu kolay olandır. AfD’nin sırrı teferruatın içindedir. ABD’de Trump, Fransa’da Le Pen, Macaristan’da Orban, Türkiye’de Erdoğan şeklinde giden şefler silsilesinin bir parçası olsa da Almanya için Alternatif partisinin (ki partiye şef dayanmıyor!) Alman faşizmi içerisinde dahi kendine has bir yeri vardır. 

Almanya’da faşizm, Batı Alman emperyalizminin Doğu Almanya’yı ilhakından beridir yeniden örgütleniyor. Neo-nazi “marjinal”ler geçen bu sürede marjinal olmaktan çıkarak saygın birer beyefendi ve hanımefendi olma yolunda büyük adımlar attılar. Esas stratejileri halka marjinal olmadıklarını göstermek oldu.

Önce gamalı haç dövmeleri yarı yırtık deri ceketlerinin altında görünür olmaktan çıktı, takım elbiselerin altına gizlendi. Beyaz bağcıklı siyah postalları çıkardı, kadınlar yüksek topuk giydiler. “Alt-kültür” görüntüsünden çıkarak aile kurdular. Anne ve baba olarak çıktılar Almanların karşısına. Marjinal değil “yerli ve milli” oldular. Bu çocuklar bizim çocuklarımızmış demeye başladı halk.

Her alanda örgütlendiler. Kırdan kente! Faşist hücrelerle ördüler Alman yurdunu. Eko-faşizm diye bir örgütlenme modeliyle köylere indiler, çiftlikler kurdular. Çiftliklerinde imparatorluk bayrağı dalgalandı. Köyün yerlilerine gazeteciler mikrofon uzattığında, köylüler liberal gazetelerin duymak istemeyeceği şeyler söylediler: Köylerine yerleşen bu nazilerin iyi insanlar olduklarını, aileleri ile barış içinde yaşadıklarını, aslında marjinal olmadıklarını belirttiler. 

Yerel spor kulüplerinin yönetiminden dünya devi futbol kulüplerinin tribünlerine kadar her alanda hâkimiyet kurdular. Kimsenin aklına gelmedi tribünlerde imparatorluk savaş parolalarının ne işi olduğunu sorgulamak. Önce imparatorluk flaması dalgalandı, sonra Hitler selamı normalleşti. Cihan harbi parolaları futbol parolasına dönüştü. Arada bir soldan yetişen meraklı tarihçiler dışında bu parolaların altını kazıyan da çıkmadı. Alman milli takımının geçen yıl Avrupa Futbol Şampiyonası’ndaki resmi parolası bir Wehrmacht marşından alınmaydı. Anti-faşistler hesabını sordular, aldıkları cevap ise şu oldu: Wehrmacht marşı da olsa, futbol tribünlerine mal olmuştur, Alman futbol kültürünün bir parçasıdır! 

Batı Alman emperyalizminin Doğu Almanya’yı ilhakından bu yana kundakçılıktan tetikçiliğe, yer altı örgütlenmesinden sivil toplumculuğa, ordudan polise-istihbarata, köylerden tribünlere, şehir meydanlarında Müslümanlara karşı yapılan 25-50 kişilik eylemlerden on binlerin aktığı PEGİDA’ya ulaştılar. Batının İslamlaşmasına karşı Yurtsever Avrupalılar hareketi olan PEGİDA sel olup aktığında Alman devrimci Marksistleri sormuştu: “Yıl 1933 mü?” PEGİDA ile Nazi partisi NSDAP’ı karşılaştırıyorlardı! PEGİDA’nın başkenti Dresden’de hareketin zirvede olduğu günlerde Belediye başkanı adayı olan bir faşist %10 oy almıştı. Tam da o günlerde Dresden’de Afrikalı bir genç de öldürüldü! Müslümanlara karşıydılar ama hristiyan siyahları öldürüyorlardı. Kundaklama ve fiziksel saldırı olayları son 5 yılda 10’ar 10’ar artmadı. 100’er 100’er arttı. Ortaya dudak uçuklatan istatistikler çıktı. Saldırı raporlarını tutmaya çalışan gönüllüler olsa da faşizmin bu topyekûn taarruzu karşısında istatistiğe değil birleşik cepheye ihtiyaç var!

Almanya için Alternatif partisinin özgünlüğü

Yazının şimdiye kadarki kısmında faşizmin “ayak takımı”ndan bahsettik. Nasıl sebatla örgütlendiklerine ve AfD’nin arka planına işaret ettik. AfD ise elit bir parti olarak doğdu! Tabii ki PEGİDA gibi popüler şovenizmin zeminini yarıp çıkan bir parti, doğduğu günki kadar ne “temiz” ne elit kalabilir. Partinin kurucu şefi elit bir ekonomi profesörü olan Bernd Lucke’tu. Parti onu bir lokmada yuttu. İlk o tasfiye edildi...

Partinin ironisi, parti “Deutschland über alles” ya da “Germany first!” diyen bir parti olmasına karşın, Berlin’de “Intercontinental” otelinde kuruldu. Kıtalar arası serbest ticarete karşı kurulan parti kıtalararası bir otelde kuruluyor. Kuruluş kongresinde elit ekonomi profesörünün 45 dakikalık “amfi dersi”nden sonra sahneye Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) ve Die Welt gibi Alman emperyalizminin gövdesini oluşturan gazetelerin “emektar”ı elit muhafazakâr Kondrad Adam çıkıyor. Buradan şu anlaşılıyor: Kurulduğu günden itibaran üvey evlat muamelesi gören bu parti liberal burjuva medyasının, politikasının ve kültürünün bağrından çıktı. Kontrolden çıkmış bir grup azılı faşist değil. Marjinal hiç değil. Ulusun “ortası”na kök salan bir partidir! Dahası kuruluş kongresinde Alman TÜSİAD’ının eski başkanlarından Hans Olaf Henkel de o salonda! Ve neoliberal iktisat profesörü Joachim Starbatty! FAZ demek Almanya demektir. FAZ’da şef olan bir adam, proto-faşist partinin kuruluş kongresinde partinin şefinden sonra konuşma yapıyor. Hem akademinin hem medyanın hem de orta sınıfın bağrından çıkan bu parti Alman kapitalizminin eğilimlerinin çocuğudur!

AfD tarih revizyonizmi, ordo-liberal bir AB-karşıtlığı ve ırkçılığın bütün elementlerinin bir koalisyonudur. Ekonomi profesörü partinin başındayken oluşturulan geleneksel liberal dil, yıllar içinde yerini yerlerde sürünen bir yabancı düşmanlığına terk etti. Elitlerin popülizmi elitleri bile yedi! Brüksel’e tepki olarak ortaya çıkan akademik ekonomistler partiden ilk tasfiye edilenler oldu. Sonra yeni bir parti kurma girişimleri olduysa da elitizm boyunun ölçüsünü aldı!

AfD tarih revizyonizmi üzerinde yükseldi. Tarih revizyonizmini AfD mi başlattı Almanya’da? Elit üniversitelerde elit profesörler tarafından ve elit gazetelerin elit sayfalarında yapıldı tarih revizyonizmi. Yıllar içinde anti-komünizm bayrağı altında iki dünya savaşının tarih yazımına ve SSCB-Demokratik Doğu Almanya tarihine dair sürdürülen bütün ideolojik mücadele bugün AfD’nin hanesine yazıldı. Anti-komünist tarih revizyonizminin bugün vardığı noktayı tarihi icad eden tarihçiler bile şaşkınlıkla izliyor. Kendi yarattıkları canavarı tanıyamıyorlar!

AfD “ordoliberalismus” diye adlandırılan bir akımdan besleniyor. Yalnızca AfD değil, Sol Parti’nin vazgeçilmez şeflerinden Sahra Wagenknecht de bu akımın bir hayranı! Ekonomik kriz üzerine kitap yazıp, Marx’ın adını anmadan Alman muhafazakârlığının “baba”sı Ludwig Erhard kutsaması yapan Wagenknecht, bugün Sol Parti’nin sağ kanadı kabul edilir. Mülteci kriziyle birlikte ırkçılık konusunda bardağı taşırınca parti gençliği suratına bir pasta yapıştırmıştı!

Alman devrimci Marksistleri Sol Parti’nin sağ kanadı ile proto-faşist AfD’yi bir araya getirenin ırkçılık yarıştırmak olduğunu söylerler. Çoğunlukla ordoliberalizmi eksik bırakırlar. İşin özeti, Sol Parti bunca yıldır ciddiye alınır bir ekonomi programı ortaya koymadı. Ağızlarını her açtıklarında Marksizmin programatik kazanımlarından birini daha çöpe attılar. Wagenknecht’in meşhur özdeyişi ile söylersek, “McDonalds’ı nasıl kamulaştırabilir ve planlayabilirsiniz ki, kimin kaç hamburger yiyeceğini nerden bileceksiniz?”

İşte, kendini hem Marx’tan hem de Lenin’den arındıran bu liberal politika, yüzyılımızın başında Amerika’yı yeniden keşfetti: Tarihi 30’lu yıllara dayanan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın yeniden kuruluşunda rol oynayan Freiburg Okulu diye de anılan Ordnung Liberalismus’u, önce Wagenknecht, ardından da AfD kadroları Almanya’nın kurtuluşu olarak vitrine koydular. Önerdikleri şeyi, “Serbest pazarın politik özgürlük ve demokrasi yönünde etki ettiği otoriter politikanın özgürlük ve demokrasi sınırları çerçevesinde düzenlediği özel mülkiyet” diye tanımlıyor Alman Marksist Elmar Altvater. Ortada bir ucube var! Piyasanın serbest olduğu ama yönetildiği bir “yeni” neoliberalizm. Wagenknecht’in bankaların kamulaştırılmasına karşı çıkarak “mali disiplin altına alınmaları”nı önermesi bu mantıktan ileri geliyor.

Lâkin Ordoliberalismus bununla da kalmaz: Bu kadronun teorisyenlerinden Friedrich von Hayek 1939 yılında federal bir Avrupa ekonomik birliği projesini ortaya koydu. Savaş başlamadan önce mi sonra mı üretti bu “Avrupa Birliği” fikrini, bilmiyoruz ama niyet belli! Dahası, kendisini AB karşıtı olarak gösteren Ordoliberallerin kendi emperyalist AB projeleri olduğu ayan beyan ortada! İşçiler onlara Avrupa fikrine karşı olduklarını düşündükleri için oy verse de, onlar Avrupa’dan vazgeçmez...

Mesele Sol Parti’nin sağ kanadı ile AfD’nin yakınlaşması değildir. Asıl mesele Sol Parti’nin tabanının AfD’ye kaymasıdır. İşçi sınıfının atomize olmasıdır. Bunun böyle olacağına dair elde veriler de vardı. Devrimci politikanın sınıf gözlüğü de zaten bunu görüyordu ve gösteriyordu. Sol Parti’nin bürokratları da gelmekte olanın farkındaydı. Bunu engellemek için de AfD’leştiler!

Sosyal demokratların 100 yıldır biriktirdiği ihanetler ve ortağı olduğu hükümetler ile Sol Parti’nin şu kısacık ömründe biriktirdiği ihanetler, yaptığı hatalar ve yalpalamalar AfD’nin yoluna taş döşedi. AfD hiç birşey yapmadan sadece düşmanlarının hatalarıyla geldi bu noktaya: Avrupa halkları AB’ye karşı öfke biriktirirken sosyal demokratların AB bürokrasisinden Martin Schulz’u ithal etmeleri ve Sol Parti’nin AfD ile şovenizm yarıştırmaya kalkması AfD’yi omuzlarda parlamentoya taşıdı.

Seçimin sınıf haritası

Yıllar yılı işçi sınıfını inkâr edenler, haniymiş proleterya diyenler, faşizm sandıktan çıktığında işçi sınıfını hatırladılar. Hâlâ uyanmayanlar içinse, Alman seçimleri son kalk borusudur!

Kendisi emekçi olup, kendisini orta sınıftan sayanlara söyleyelim: AfD tam olarak bir “orta sınıf” partisidir. İlk anda AfD’nin başta Sol parti olmak üzere diğer partilerden çaldığı oylar küçük burjuvaziden gelmiş gibi görünüyor. Oysa perdenin arkasında işçi sınıfı da var. Aynı Brexit’te olduğu gibi, en ağır işlerde çalışan işçiler nasıl AB’den ayrılma yönünde oy kullanmışlarsa, aynı “ayak takımı” emekçiler Alman seçimlerinde AB karşıtı AfD’ye oy verdi. Çünkü geriye kalan bütün partiler AB’ci! İşçi sınıfının da AB karşısında ulusalcı olmayan sınıf politikası üretecek bir alternatife ihtiyacı var. Sol sınıf politikasından kaçınsa da sınıf kendisine politika arıyor!

Sol Parti, bir Doğu Alman partisi olarak kuruldu. Doğu’dan aldığı oylar ise 2009’da 28,5’ken, 2013’te 22,7 ve 2017’de 17,3’e kadar geriledi. Doğu düştü! En güçlü parti teşkilatının olduğu Sachsen eyaletinde dahi AfD’nin gerisinde kaldı...

Aynı Yunanistan’da SYRİZA’nın devrimcilere karşı polis aygıtını kullandığı gibi, antifaşistlere polis saldırtan Sol Parti’nin Thüringen Başbakanı Ramelow efendinin kalesi de düştü. 2009’da Merkel’in partisini tokatladıkları eyalette 2017’de AfD Sol Parti’yi tokatladı! Sol Parti 2009’dan bu yana %29’dan %16’ya düşerken AfD %22,7’yi gördü.

Yine Doğu’da Saksonya-Anhalt’da 32,8’den 17,8’e düştükleri yerde AfD 19,6 alıyor. Brandenburg’da ise 28,5’ten 17,2’ye düşerken AfD’nin gerisinde kaldılar. Daha devam edebiliriz ama burada keselim. Doğu buharlaştı, fırtınanın bulutları dağıtması ve sınıfın saflarını yeniden toparlaması gerek. Yoksa Alman emperyalizminin parolası olan “Drang nach Osten” (Doğu’ya yöneliş-genişleme) AfD’nin parolası olacak.

Doğu’da durum böyleyken Batı’daki durum sınıfsal mevzilenme açısından hiç de iç açıcı değil. Bavyera eyaletinde kilit öneme sahip işçi havzalarında Sol Parti’nin liberal politikası AfD karşısında adeta eridi: BMW merkezi olan Dingolfing’te Sol Parti %6,1 alırken AfD %20,1 aldı. Audi’nin üretim havzası olan Ingolstadt’ta ise oy dengesi %6,9’a karşılık %15 olarak karşımıza çıktı. Sol Parti proleter yoğunlukta olan Bavyera’nın kentlerinde %9 bandına oturdu. Örneğin BMW fabrikalarının olduğu Regensburg’ta 9,4’te kaldı. Sol Parti’nin 14 yüzde puanı kaybederek %10,8’e gerilediği metal işçisinin yurdu Schweinfurt’ta AfD %15’i gördü. Sol Parti’nin kaybettiği kadar oy aldı!Sol Parti’nin kaybettiği kadar oy aldı! Wolfsburg ve Ludwigshafen gibi işçi kentlerinde AfD’nin gerisinde kaldılar. Çok küçük bir farkla, Sol Parti açısından ender istisnalardan biri Stuttgart’ta “Daimler mahallesi”dir. İşçi sınıfının Sol Parti ile AfD arasındaki genel dağılımı ise %10’a %19 gibi duruyor.

Orta sınıf partisine karşı birleşik işçi cephesi!  

Peşin peşin söyleyelim, “orta sınıf” dediğimiz memur çocukları değil. Serbest çalışanlar, küçük işletmeler ve aile şirketleridir. Hem parti tabanında hem de seçmen kitlesi içerisinde ciddi bir yer tutarlar. AfD doğumu itibarı ile gerici orta sınıfın bir partisidir. 90’ların sonundan bu yana küçülen ve büyük sermaye tarafından massedilen küçük işletmelerin sahiplerinin biriktirdiği kinin partisidir. Küçük burjuvazi kendisini öğüten büyük burjuvazi için işçi sınıfını parçalıyor. Nefret tohumları ekerek işçi sınıfının elini ayağını kırıyor.

Devrimci Marksizmin faşizm tanımını bilenler “orta sınıf” yani “küçük burjuvazi” vurgumuzun nedenini kavramıştır. Faşizm, büyük burjuvazinin işçi sınıfına karşı küçük burjuva kitle hareketidir. AfD henüz tam anlamıyla faşist bir parti değildir. Proto-faşisttir. AfD tam anlamıyla şekillenmiş ve son halini bulmuş bir parti de değildir. Bugün Alman faşizminin yüzlerce küçük ve onlarca orta büyüklükte neo-nazi örgütü vardır. Alman faşizmi canlı bir organizmadır ve kendi içerisinde sürekli bir sirkülasyon içerisindedir. Bugün olan örgüt bir sonraki dönemde yoktur. Alman faşizmi kendisini yeni döneme ve yeni koşullara göre sürekli günceller. AfD bunlar içerisinde küçük burjuvazinin nispeten daha eğitimli ve daha varlıklı kesmini temsil eder. Tüm faşist kadroları bir çatı altında toplamak isteyeceklerdir. Ama bugün, ama yarın!

Almanya’da olan yeni bir sol liberal iflastır. SYRİZA’dan sonra Sol Parti de iflas etmiştir. Sınıfsız, partisiz ve teorisiz bir sol mümkün değildir! Devrimci teori ile sınıf politikası yapan bir partiye her ülkede ihtiyaç vardır. Siz sınıf politikasını terk edebilirsiniz, fakat sınıfın politika ihtiyacı bitmez. Ona ihtiyacı olanı siz vermezseniz, bir veren illâ ki bulunur! Karşısında 100 yıllık bir ihanet belgesi olan sosyal demokrasi ile çeyrek yüzyıllık bir sol liberalizm olan bir işçi sınıfı var Almanya’da. Alman devrimci Marksistlerine düşen görev ise bu mengenede bir birleşik işçi cephesi yaratmaktır.

Yıkılsın emperyalistlerin Avrupa Birliği!

Çare Avrupa Sosyalist Birleşik Devletleri!