Yürüyüş bitti, miting dağıldı! Şimdi ya CHP, TÜSİAD ve emperyalizmin arkasından 2019'a ya istibdadın, sermayenin ve emperyalizmin zincirlerini kırarak Kurucu Meclis'e!
Kılıçdaroğlu'nun adalet yürüyüşü, Maltepe meydanında yapılan ve bir milyona yakın insanın katıldığı bir mitingle sona erdi. Mitinge kitlesel katılım Türkiye'de istibdada karşı biriken öfkenin açık bir göstergesi oldu. Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşü ve ardından yapılan miting çok ciddi siyasi etkileri olacak niteliktedir. Ancak Türkiye'deki siyasi sürecin sınıfsal bir perspektifle ve doğru bir biçimde analiz edilmesi, sosyalistler açısından yapılan büyük hataların görülmesi ve bunlardan doğru sonuçların çıkarılması gelecek için son derece önemlidir. Zira halkın istibdada karşı hürriyet mücadelesinin gideceği yol büyük tuzaklarla doludur.
Erdoğan ve AKP'nin acizliği ayyuka çıkmıştır
Erdoğan ve AKP'nin zayıflığını ve istibdad cephesinin bölük pörçük halini sürekli vurguluyoruz. Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşü ile bu vaziyet tam anlamıyla ayyuka çıkmıştır. Siyaseten zayıf olduğu için sadece saldırabilen, açıklarını sadece cebir ve şiddetle kapatmaya yönelen Erdoğan ve AKP, son olarak Enis Berberoğlu'nun tutuklanması hamlesini yapmış ama bu hamle ters tepmiştir.
İstibdad cephesinin Kılıçdaroğlu'nun yürüyüş kararına verdiği ilk refleks yürüyüşü engellemek olduysa da bu kararı hayata geçirecek gücü kendisinde bulamamıştır. İktidar, elinde yeterli polis gücü olmadığından değil siyasi meşruiyeti yerlerde süründüğünden bu yürüyüşe engel olamamıştır.
Adalet yürüyüşü başladıktan sonra ise iktidar cephesinin bu eyleme her cevap verme girişimi kendi siyasi sefaletlerini daha fazla ortaya koymaktan başka bir işe yaramamıştır. Kılıçdaroğlu "adalet" demiş, istibdad cephesi cevaben "adalet sokakta aranmaz" diyerek adaletin olmadığını zımnen kabul etmiştir. Yürüyüşçüler "hak, hukuk, adalet" sloganları atmış, istibdadın kitlesi "Recep Tayyip Erdoğan" sloganı dışında bir slogan bulup da cevap verememiştir. Yani Erdoğan bizzat kendi kitlesince "adalet" kavramının karşısında konumlandırılmıştır. Yürüyüş güzergâhına gübre dökenler, yürüyüşçülere taş atanlar haklı bir adalet talebinin karşısındaki lümpen acizliğin ve alçalmanın örneklerini sergilemiştir. Yürüyenler adalet istemiş, başbakan duble yol demiştir. Yürüyenler hak, hukuk demiş, Cumhurbaşkanı terörist suçlamasını ağzından düşürmeyerek, yargıya baskının, masumiyet karinesini çiğnemenin örneklerini sergileyerek adeta yürüyüşün haklılığına yeni kanıtlar sunmuştur.
Son olarak Erdoğan, Almanya'dan bile yürüyüşe laf yetiştirmeye çalışırken yaş tahtaya basmış, "CHP adalet istiyor ama kendi içlerinde genel başkan adayı çıkmasına izin vermiyorlar" söylemine bizzat CHP'nin muhalif genel başkan adaylarından cevap almış, CHP'ye saldıracağım derken kendisinin Davutoğlu'nu nasıl görevden aldığının gündeme gelmesine neden olmuştur.
AKP yanlısı basın ise, yüz binlerin katıldığı mitingi ya görmezden gelerek kendisini penguen medyası derekesine indirmiş ya da Erdoğan'ın Yenikapı mitingini banttan yayınlayarak milyonların adalet talebi karşısında zavallı ve ezik bir tutumla kendi izleyicileri nezdinde bile inandırıcılığını yitirmeye başlamıştır.
Türkiye siyaseti burjuva muhalefetine kavuşmuştur
Türkiye siyasetinde AKP karşısındaki en büyük siyasi odak olan CHP'nin lideri Kılıçdaroğlu, Baykal'ın yerine genel başkanlık koltuğuna oturduğunda bir umut olarak lanse edilmişti. Yıllar içinde Kılıçdaroğlu hem ona umut bağlayanları hayal kırıklığına uğrattı hem de zaman içinde prestijini büyük ölçüde kaybetti. Genel başkan olduktan sonra girdiği her seçimi kaybetti. Belediyeleri işçi çıkarmalar, taşeron sömürüsü ve yolsuzluklarla anıldı. Her zaman Batı emperyalizmi ile yakın işbirliği içinde oldu. Gezi ile başlayan halk isyanının ardından emperyalizmin ve burjuvazinin desteklediği Mustafa Sarıgül'ü daha önce atıldığı CHP'ye yeniden kabul etti ve İstanbul büyükşehir belediye başkanlığına aday yaptı. Onun aday yaptığı Sarıgül’ü bir yıl sonra genel seçimlerde parti teşkilatı ön seçimde seçilemeyeceği bir alt sıraya yerleştirdi!
Kılıçdaroğlu Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstererek milyonlarca CHP seçmeninin sandıktan uzak durmasına ve Tayyip Erdoğan’ın daha birinci turda cumhurbaşkanı seçilmesine yol açtı.
7 Haziran seçimlerinin ardından AKP meclis çoğunluğunu kaybetti. Buna rağmen Kılıçdaroğlu, AKP ile koalisyon pazarlıklarına oturarak Erdoğan'ın zaman kazanma politikasına ortak oldu. Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına bizzat kendi ifadesiyle "anayasaya aykırı ama evet" diyerek önce HDP milletvekili ve eş başkanlarının ardından CHP milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanmasına giden yolu açtı.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından Yenikapı mitinginde Erdoğan'la kol kola girerek bugün kendisinin "20 Temmuz sivil darbesi" olarak tanımladığı OHAL rejiminin meşruiyet kazanmasında Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MHP lideri Devlet Bahçeli ile birlikte büyük rol oynadı. 16 Nisan'da yapılan referandumda YSK'nın skandal mühürsüz oy kararı ile video ve fotoğraflarla kayıt altına alınmış çok sayıda usulsüzlük ortadayken sonuçları kabullenen düşük profilli bir duruş sergiledi.
İşte bu uzun liste halk nezdinde Kılıçdaroğlu'na güven ve desteği tamamen yerle bir etmişken, adalet yürüyüşü ve Maltepe mitingi bu ibreyi tersine çevirdi. Kılıçdaroğlu, partisi içinde sorgulanan koltuğunu sağlama aldı. Kendisiyle birlikte AKP karşısındaki Amerikan muhalefetinin en önemli odaklarından Meral Akşener ve arkadaşlarının teveccühüne mazhar oldu. Emperyalist dünya tekrar yatırım yapabilecekleri bir isme sahip oldu. Kısacası Türkiye siyaseti Erdoğan ve AKP karşısında tekrar prestijli bir burjuva muhalefetine kavuştu.
TÜSİAD başkanı Erol Bilecik de bunu twitter hesabından "Çok sade, çok net ve çok masum, üstelik küçük harflerle ifade edildiğinde daha etkili, siyasi parti gözetmeksizin herkese adalet!" sözleriyle kutladı.
Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü bir sınıf projesidir
Kılıçdaroğlu ve CHP'nin kazandığı bu prestijin, Türkiye'de emekçi halkın haklı taleplerini elde etmesini sağlayacak bir odağın oluşmasına hizmet edeceğini düşünenleri derin ve köklü bir hayal kırıklığı daha bekliyor. Bunu bir niyet okumasıyla değil bizzat Kılıçdaroğlu'nun söz, eylem ve tutumlarına dayanarak söylüyoruz.
Kılıçdaroğlu ve CHP baştan itibaren yürüyüşü bir "anti-Gezi" ruh hali içinde örgütlemiştir. Baştan sonra soyut bir "provokasyona izin vermeyeceğiz" söylemi tutturarak, biz "yakıp yıkmayacağız" diyerek sanki Gezi 81 ilin 80'inde milyonların polis baskısı ve şiddetine karşı silahsız ve barışçıl bir halk isyanı değilmiş gibi bir hava yaratmıştır. Genel Başkan Yardımcısının ağzından bunu açıkça da söyleyerek, kendi söylemlerini ve siyasetini yürüyüşe taşımak isteyenleri provokatörlükle suçlayarak ve en sonunda bu siyasetlere karşı polisi göreve çağırarak bu ruh haline somut ve siyasi biçimler vermiştir.
Kılıçdaroğlu'nun "anti-Gezi" çizgisi sadece ve esas olarak bir mücadele yöntemi farklılığı değildir. Yalnızca yürüyüşte izlediği çizgiyi değil, bundan sonra izleyeceği politikayı da ortaya koymaktadır. Kılıçdaroğlu, anti-Gezi çizgisiyle kitlelerin siyasi bağımsızlığını tamamen ortadan kaldırmak, istibdada tepkiyi CHP’nin politik çizgisinin sınırları içine hapsetmek ve böylece büyük sermayeye ve emperyalizme kendisinin alternatif olduğu mesajını vermek amacındadır.
Bunu anlamak için Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına ve konuşmasının sonunda “Adalet Çağrısı” adını vererek okuduğu ve “oylattığı” 10 maddelik bildirgenin çok önemli bir boyutuna bakmak yeterlidir. Kılıçdaroğlu konuşmasının hiçbir yerinde, AKP iktidarının OHAL’i ve istibdadı işçi sınıfının haklarını ayaklar altına almak için kullandığından söz etmemiştir. Kılıçdaroğlu konuşması sırasında yürüyüş kararının sayısız gerekçesini saymıştır ama işçileri ve emekçileri ilgilendiren bir tek meseleye değinmiştir: büyük sermayenin de (ikiyüzlü biçimde olsa da) karşı olduğunu söylediği çocuk işçiliği. Sadece bu yıl içinde dört önemli grevin yasaklanmış olması Kılıçdaroğlu’nun ufkuna girememiştir. Yani adaletsizliğe, OHAL’e ve istibdada karşıdır ama bu istibdadın işçi sınıfının aleyhine, sermayenin lehine uygulamalarına karşı değildir!
10 maddelik bir bildirgede işçi sınıfının tamamını kapsayan, bütünsel sorunlarına en ufak bir değinme yoktur. Hukuk ve siyaset alanı dışındaki sorunları ele alan 9. madde Kürt sorununa “toplumsal barışımızı bozan tüm anti-demokratik uygulamalar” ifadesiyle gizli olarak, kadınların ezilmesine açık biçimde değinmiş, ama istibdadın işçi sınıfı üzerindeki uygulamalarını görmezlikten gelmiştir. Evet, “ekonomik sorunlar görmezlikten geliniyor” eleştirisinden kurtulmak için “işsizlik, yoksulluk, insanca yaşam ücretinden yoksunluk” gibi şeylerden söz edilmiştir, ama bunlar harcı âlem sorunlardır. Aynen Erdoğan gibi Kılıçdaroğlu da işçi sınıfına karşı, ama yoksullardan, garibandan, sefalet yaşayanlardan yanadır. Çünkü işçi sınıfı mücadelesi büyük sermayeyi ürkütür. Yoksulluk veya işsizlik ise elbette sermayenin de engellenmesini çok isteyeceği (!) “sosyal sorun”lardır.
Kılıçdaroğlu, yürüyüş sırasında sermayedar örgütlerine, TOBB’a, TÜSİAD’a ve MÜSİAD’a çağrı yapmıştır. Patronlar sınıfının bir partisi olarak sermayeye el uzatıyor, işçi sınıfının ona karşı mücadelesini kışkırtmaktan kaçınıyor, emekçi halkın bağımsız mücadelesine sahip çıkmıyor, her şeyi kendi çatısı altında kontrol edeceği güvencesini veriyor. Gezi’ye karşı başlatılan haçlı seferi siyasi olarak işte bu anlama geliyor.
Kılıçdaroğlu ve CHP, halkın haklı taleplerine ihanet etmek üzere prestij depolamıştır
Peki, şimdi ne olacaktır? Kılıçdaroğlu ve CHP’nin stratejisi bellidir. Onlar 16 Nisan’da Türkiye’nin en az yarısının Tayyip Erdoğan ve AKP’nin karşısına geçtiğini göreli beri, 2019 cumhurbaşkanı seçimi için bir stratejik yaklaşım peşindedirler. Kılıçdaroğlu bu önemli atağı yapmadan önce Saadet’ten Meral Akşener’e çok sayıda siyasi aktörle ilk ilişkileri kurmuştur. CHP açıkça 2019 seçimine hazırlanmaktadır. Bunu miting günü Alman basın organları Spiegel dergisi ve Deutsche Welle radyosuna verdiği demeçte açıkça 2019 seçimlerini işaret ederek, Cumhurbaşkanı seçiminde stratejilerinin demokrasi ve adalet üzerine olacağını belirterek açıkça da ilan etmiştir.
2019'u hedef göstermek demek istibdadın sultasında ve hukuken OHAL koşulları altında başkanlık seçimlerine gitmeyi kabullenmek demektir. Türkiye'de mevcut koşullar altında artık 16 Nisan'dan daha özgür bir seçim olma olanağı yoktur. Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşü, 2019'a aday bulma arayışının yeniden ve bu sefer görkemli bir "adalet" paketi içinde kitlelere sunulmasıdır.
Geziye hakaret etmek, Türkiye tarihinin en demokratik ve haklı halk hareketlerinden birini sinsice gözden düşürmeye çalışmak, kitlelerin sadece burjuva muhalefetini alkışlamak için sokağa inmesini meşru göstermek, taşeron işçilerini yürüyüşün figüranı yapıp, taşeronculukla semiren büyük patronlara çağrılar yayınlamak, emekçi kitlelere değil başka güçlere güvenmenin tipik ve somut birer belirtisidir. Halka güvenmeyen tam tersine ondan korkan CHP içeride TÜSİAD'da ifadesini bulan tekelci büyük burjuvaziye ve dışarıda emperyalistlerle onların işbirlikçilerine (İsrail ve hatta son dönemde Suudi Arabistan) güvenmektedir. Bu saydığımız güçler konjonktürel ve taktiksel olarak Erdoğan ve AKP'nin istibdadıyla ters düşmüş olsalar bile sonuçta halkın düşmanlarıdır, gerici odaklardır. İstibdada karşı hürriyet bunlarla işbirliği yaparak değil bunlarla savaşarak kazanılabilir.
Türkiye sosyalist hareketinin çoğunluğu CHP'nin bir fraksiyonuna dönüşmektedir
İstibdadın dayandığı zeminin kayganlığı, saflarının çürüklüğü, içine düştüğü acizlik ortadayken Maltepe mitingine bakıp sadece heyecana kapılmak büyük hata olur. İstibdadın zaafları ayyuka çıkmıştır ama aynı zamanda hürriyet cephesinin büyük zaaflarının da üstü örtülmektedir.
Kılıçdaroğlu ve CHP'nin halkın haklı taleplerine, hürriyet kavgasına kaçınılmaz ihanetini ancak işçi sınıfına dayanan, sermayeye ve emperyalizme karşı net bir tutuma ve programa sahip olanlar engelleyebilir. Türkiye'de bu göreve soyunacak köklü bir sosyalist gelenek vardır. Bu geleneğin harcı Mustafa Suphilerden Deniz Gezmişlere, Hikmet Kıvılcımlılardan Mahir Çayanlara kadar bütünüyle devrimci bir ruhla ve anti-emperyalist bir bilinçle karılmıştır. Ne var ki bu köklü temel üzerine çıkılan liberal ve reformist kaçak katlar tüm bir sosyalist geleneği sonunda çürümenin eşiğine getirmiştir.
Kılıçdaroğlu ve CHP'nin sosyalist bayraklara koyduğu ambargodan daha önemlisi, tüm katılımcıların söylem ve siyaset olarak da CHP ile aynılaşmasıdır. CHP'nin sloganlarını tekrarlamaktan, sosyal medyada ve yazılı basınlarında yürüyüşün tanıtımını yapmaktan başka bir şey yapmayan, yapması da zaten mümkün olmayan sosyalistlerin, bu eylemi kendince daha ilerici başkaca bir şeylere dönüştürme iddiası haliyle sonuçsuz kalmıştır. Ancak daha önemlisi ve vahim olanı CHP'nin yürüyüş boyunca koyduğu siyasi yasakların sosyalistlerce içselleştirilmesidir. Zaten yürüyüş ve mitingde zinhar yasaklanmış olan sermaye ve emperyalizm karşıtı söylemler bu süreç boyunca Kılıçdaroğlu'nu destekleyen sosyalistlerin kendi yayın organlarında ve liderlerinin söylemlerinde de adeta buharlaşıp uçmuştur.
Bu yürüyüşü şu ya da bu şekilde doğru bulup destekleyenlerin, bu tutumlarının doğal bir sonucu olarak Kılıçdaroğlu'nu ve CHP'yi yermekten kaçınmalarını, eylemi düzenleyenlerin koydukları kurallar dolayısıyla anlayabiliriz. Ancak TÜSİAD'ı, Amerikan emperyalizmini, Avrupa Birliği'ni kendi yayın organlarında dahi gündeme getirmeyen, bu gerici odakların siyasi teşhirinden imtina eden, tam tersine bu odakların her türden "endişeliyiz" mesajlarını ya da baskıyı eleştiren ikiyüzlü açıklamalarını yorumsuz şekilde haberleştiren sosyalist yapıların bu tutumu, çok farklı bir tercihin ifadesidir.
Kılıçdaroğlu'nun 10 maddelik bildirgesinin son cümlesi olan "Türkiye yüzünü insan haklarına, hukuk devletine, adalete önem veren milletler ailesine çevirmelidir" ifadesinin de mitinge katılan sosyalistler tarafından coşku ve oybirliği ile onaylanması utanç vericidir. Ezilen halklardan milyonlarca insanın katili, kendisini desteklediği müddetçe Suudi Vahhabiliği ve İsrail Siyonizmi dahil hukuktan ve adaletten nasibini almamış her türlü rejimi baş tacı eden emperyalizmi aklayan, allayan ve pullayan, emperyalizmi Türkiye'nin önündeki tek seçenek olan sunan bu ifadelerin altına imza atan sosyalizmden istifasını vermiş demektir. Mitingin heyacanının bir parçası olan coşku ve onaylama ritüeli o alanda bulunan herkesi bağlar mı? Şahısları değil belki ama yine yayın organlarında Kılıçdaroğlu'nun emperyalist siyasetini ve bildirgedeki söz konusu ifadeleri tek kelimeyle dahi eleştirmeyen sosyalistleri kesinlikle bağlayacaktır.
Sermayeye karşı uzlaşmaz bir mücadele yürütmeyen, emperyalizmi amansız düşmanı olarak görmeyen bir sosyalist hareket olamaz. Ancak emperyalizm yanlısı burjuva partisi CHP'nin sol bir fraksiyonu olabilir.
Yürüyüş bitti, şimdi Kılıçdaroğlu halkı Erdoğan’ın arkasına dizilmeye çağırıyor!
Türkiye tarihinde her zaman hatırlanacak önemli bir siyasi olay yaşanmıştır. Büyük kitleler yürüyüş kollarında ve meydanlarda haklı bir adalet talebini haykırmıştır. Ne var ki yol tuzaklarla doludur. Yürüyüş bitmiş, Maltepe mitingi olaysız şekilde dağılmıştır. Şimdi ne olacaktır? Kılıçdaroğlu bu bir başlangıç demiştir. Bundan sonra yapılacaklar açısından söylediği tek somut şey ise kendisinin ve partisinin 15 Temmuz anmalarına katılacak olmasıdır.
Belli değil midir? 15 Temmuz anmaları, Tayyip Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu” olarak sunduğu bir siyasi durumun devam ettirilmesi için düzenlenecek resmi törenlerden oluşacaktır. Kılıçdaroğlu, bugün 20 Temmuz 2016’da Erdoğan ve AKP’nin OHAL kararını “sivil darbe” olarak anıyor. Ama bu “sivil darbe”den neredeyse 20 gün sonra Yenikapı’daki mitinge katılmıştı! Aynen bunun gibi, bugün de 15 Temmuz’un yıldönümünde yapılacak anmalara katılarak AKP iktidarına omuz vermeye hazırlanmaktadır. İşte Kılıçdaroğlu ve CHP’nin, niyetleri ne olursa olsun, istibdad rejimine karşı verecekleri mücadelenin sınırlarının çarpıcı bir ifadesi derhal yürüyüş ve Maltepe mitinginin ertesinde ortaya çıkıyor!
Biz ise 16 Temmuz gününden itibaren söylüyoruz ve söylemeye devam edeceğiz: Amerikan emperyalizmine karşı çıkmayan, İncirlik Üssü'nün kapatılmasını ve Türkiye'nin NATO'dan çıkmasını savunmayan bir darbe karşıtlığı tanımıyoruz. Bu temelde sadece CHP'nin değil AKP'nin de darbe karşıtlığını ciddiye almıyor, tutarsızlıklarını teşhir ediyoruz.
Biz, darbeciler ile AKP’nin bir sarmaşık gibi iç içe girmiş olduğu bir on yıllık tarihten sonra, birçok darbecinin hâlâ elini kolunu sallayarak dolaştığını, ayrıca bugün komuta kademesinde ve MİT’in tepesinde oturanların aslında darbeden son anda geri çekilenlerle dolu olduğunu düşündüren çok belirti olduğunu söylüyoruz. Bunlarla birlikte darbe karşıtlığı yapılamayacağı açık değil midir? CHP kendisi “siyasi ayak” açığa çıkarılmadı derken “siyasi ayağı” titizlikle gizleyenlerle birlikte 15 Temmuz darbe girişimini kınamaya halkı nasıl çağıracak?
Adalet yürüyüşünü destekleyen sosyalistlere soruyoruz: Yürüyüşte ve Maltepe’de istibdada karşı haklı tepkisini gösteren halkı o görkemli miting ertesinde resmi 15 Temmuz’a çağırmak halkın tepkisini düzenin dişlileri arasında paramparça etmekten başka nedir?
Sermayenin ve emperyalizmin boyunduruğunu kıralım! Zincirsiz bir kurucu meclis için güçleri birleştirelim!
Kılıçdaroğlu ve CHP gayet açık bir biçimde yakaladığı rüzgârla yelkenlerini doldurup, istibdadla gerçek ve ciddi bir çatışmaya girmeden, yani sadece istibdadı değil genel olarak sermaye iktidarını da tehdit edecek bir kitlesel seferberliğe neden olmadan 2019'a ulaşmak istemektedir. Batı emperyalizminin ve TÜSİAD'ın üflemesiyle Erdoğan ve AKP'den daha hızlı gideceğini hayal etmektedir. Bu gerici bir hayal ve ütopyadır.
Diğer yandan eğer rüzgar istediği güçte esmezse bu sefer yine aynı güçlere yaslanarak istibdada karşı emperyalizmin ve sermayenin askeri darbe ve müdahaleler dâhil en gerici metodlarıyla hareket etmeyi emekçi halkın olası bir seferberliğine tercih edecektir. Bu bazı yönlerden bakıldığında daha gerçekçi ama en az diğer seçenek kadar gericidir.
Artık yürüyüş de yoktur. Kılıçdaroğlu yürüyüşten sonraki ilk durağını da açıklamıştır. Sosyalistler için çok geç olmadan CHP treninden atlamanın tam vaktidir. Yürüyüşe ve CHP'ye ilişkin farklı değerlendirme ve tutumlarımız vardır. Bunları ifade etmiş bulunuyoruz. Ancak Gezi ile başlayan halk isyanı, işçi sınıfı ve emekçilerin yürüyüşten önce de var olan ve mitingden sonra da devam eden ve edecek olan mücadelesi, istibdada karşı hürriyet isteği çok daha güçlü ortaklık zeminleri sunmaktadır. Bu ortak zeminlerin mutlak gereği 2019 tuzağına karşı mücadele etmektir. İstibdadın altında OHAL koşullarında atı alanların gerçekten Üsküdar'a geçmelerine göz yummamaktır. Sermayenin çatı aday diye sunacağı gerici alternatiflere teslim olmamak ve halkı alternatifsiz bırakmamaktır.
İstibdadın sultası altında yapılacak yeni bir sopalı, mühürsüz seçimin tek gerçek alternatifi halkın zincirlerini kırarak gireceği, barajsız, yasaksız, zincirsiz bir Kurucu Meclis'tir. Bu Kurucu Meclis istibdadın kırk katırı karşısında olası bir askeri diktatörlüğün kırk satırı dışındaki tek gerçekçi seçenektir. Bu Kurucu Meclis emperyalizmin dayatmasıyla değil emperyalist zincirlerin kırılmasıyla toplanabilir. Bu Kurucu Meclis TÜSİAD'ın ricasıyla değil patronların fabrika fabrika, işyeri işyeri yenilgiye uğratılmasıyla gündeme gelebilir. Bu Kurucu Meclis kardeş kavgasının değil sınıf kavgasının üzerinde yükselebilir. Ülkenin sermayenin ve emperyalizmin zincirlerinden kurtulması toplumun bir yarısını diğer yarısıyla karşı karşıya getirerek değil, emekçi halkın yüzde 99'unun, yüzde 1'lik sömürücü ve asalak sınıfa karşı seferberliği ile sağlanabilir. Zincirsiz bir Kurucu Meclis'e 2019'a hazırlanan Kılıçdaroğlu'nun arkasından değil sermayeden ve emperyalizmden bağımsız bir siyasetle ve emeğin saflarında birleşerek yürünebilir.