DİP Bildirisi: NATO, ABD ve AB, Ukrayna’dan pençenizi çekin!
NATO, ABD ve AB, Ukrayna’dan pençenizi çekin!
Türkiye hükümeti Boğazları NATO gemilerine kapatmalıdır!
Kırım halkının iradesine saygı!
Rusya ve Ukrayna’yı Sovyet bayrağı barıştırır!
Ukrayna’da geçtiğimiz Aralık ayında başlayan, Şubat sonunda ülkeyi bir şiddet sarmalına sürükleyen ve başkent Kiev’de iktidar değişikliği ile sonuçlanan kriz, bugün yeni bir evreye girmiş bulunuyor: Kırım parlamentosunun 16 Mart için aldığı referandum kararı, tarihi yarımadanın Ukrayna’dan koparak Rusya ile birleşmesi olasılığını somut olarak gündeme yerleştirdi. Kırım’da yaşayan Tatar azınlığın tarihten gelen nedenlerle Rusya karşıtı bir tavrı olması dolayısıyla olay Türkiye’de de istismar edilebilecek bir konu. Üstelik Kırım yalnızca bir ilk adım olabilir: daha genel olarak, Ukrayna’nın doğu ve güney bölgeleri Rusça konuşan nüfusun çoğunluğu oluşturması dolayısıyla Rusya ile işbirliğine yatkın. Bütün bu bölgesel meselelerin yanı sıra, Rusya’nın askeri hareketliliğini arttırması ve emperyalist Batı ülkelerinin Rusya’yı yaptırım ve benzeri önlemlerle tehdit etmesi, çok düşük bir ihtimal bile olsa, büyük güçler arası bir savaşı bile akıllara getiriyor.
Devrimci İşçi Partisi, Türkiye işçi sınıfına ve emekçilerine, Ukrayna krizinin temelinde ABD ve AB emperyalizmlerinin ülkeyi NATO’ya katarak Avrasya bölgesinde emperyalizmi güçlendirme çabasının yattığını hatırlatır. Ukrayna’da yaşanan iktidar değişikliği bir “devrim” değildir. Batı yanlısı burjuva politik güçlerle faşizmin kurduğu bir cephenin kitleleri kendi peşine takmasının ürünüdür. Ukrayna emperyalizmin piyonu haline gelme riski ile ırkçı, anti-Semitik bir faşizmin sultasına girme riskinin iç içe girdiği bir tehlike karşısındadır. Meselenin “demokrasi” ile ilgisi yoktur! Mesele, emperyalizm ve faşizmdir ve onları geriletmektir. Rusya’nın ve Ukrayna’nın kurtuluşu, Kırım’da askeri birlikler karşı karşıya geldiğinde taşınan Sovyet bayrağındadır.
1. Ukrayna olaylarının kaynağında, Avrupa Birliği’nin (AB) “Doğuyla Ortaklık” (“Eastern Partnership”) programı aracılığıyla altı eski Sovyet cumhuriyetini (Ukrayna, Belarus, Moldova, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan) kendi hâkimiyet alanına çekme girişimi vardır. Bu program 2013 Kasım ayı sonunda bir zirve ile lanse edilmiştir. Ukrayna’daki olaylar bunun dolaysız bir sonucudur. Eski başkan Yanukoviç Rusya’nın basıncı altında Doğuyla Ortaklığı reddedince Maidan olayları başlamıştır. Yukarıda adı geçen altı ülkenin beşi AB’nin “Komşuluk Politikası”na dâhildir. Bir karşılaştırma yapılarak söylenecek olursa, Ukrayna trajedisi, AB’nin “komşularla sıfır sorun” politikasının ürünüdür. Suriye Davutoğlu dış politikası için neyse, Ukrayna da AB için odur!
2. AB’nin bu altı ülke üzerinde hâkimiyet kurma çabası, sadece AB emperyalizminin Avrupa kıtasını bütünüyle hegemonya altına alma çabasının ürünü değildir. Daha da önemlisi, AB’nin ABD emperyalizmi ile birlikte Ukrayna ve diğerlerini NATO’ya çekerek bütün Avrasya bölgesi üzerinde terör oluşturma çabasıdır. AB’nin Doğuyla Ortaklık programı 2009 yılında başlatılmıştır. Bunun Rusya’nın Gürcistan’a savaş açarak Abhazya ve Güney Osetya’yı bu ülkeden koparttığı 2008 yılının hemen ertesinde gelmesi, AB’nin Batı emperyalizminin bu yenilgisinden sonra Rusya’ya bir karşı taarruz başlatmış olduğunun kanıtıdır. Ukrayna olayları NATO’nun Rusya’nın yamacına doğru genişleme konusundaki basıncının ürünüdür.
3. Bütün bu politikalar, Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991’den bu yana ABD’nin uluslararası stratejisinin merkezine yerleşmiş olan Rusya’yı (ve paralel olarak Çin’i) kuşatma ve yalıtma politikası içine yerleşmektedir. Bu politika çerçevesinde ABD petrol bölgelerinde hâkimiyetini sağlamlaştırmak (Irak’a karşı 1991 ve 2003 savaşları), eski Yugoslavya’nın güçlü bir Rusya müttefiki olarak kalmasını engellemek (1995 ve 1999 Yugoslavya savaşları), Orta Asya’da bir ilk üs edinmek (2001 Afganistan savaşı) amaçlarıyla savaşlar çıkarmıştır.
4. Doğuyla Ortaklık programının reddedilmesi Ukrayna’da bu kadar büyük bir sarsıntı yarattı ise, bunun ardında Ukrayna’nın batısının tarihi olarak uzun bir süre Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yönetiminde kalmış olması ve bu yüzden Batı Avrupa’ya kültürel bakımdan çok daha yakın hissetmesi vardır. Bürokratik olarak yozlaşmış da olsa bir işçi devleti olan Sovyetler Birliği’nin 1991’deki çöküşü ve 15 ülkeye bölünmesinden sonra bütün eski Sovyet cumhuriyetleri gibi alışılmamış bir sefalet ve rezaletin içine düşen Ukrayna işçi ve emekçilerinin huzursuzluğu, ülkenin batısında halkın AB’yi her derde deva bir kurtuluş yolu olarak görmesi sonucunu yaratmıştır. Türkiye halkları aynı şeyi 2000’li yıllarda kendileri yaşadığı için bu durumu gayet iyi anlayabilir. Ama 2008 ile başlayan Üçüncü Büyük Depresyon döneminde AB’nin Avrupa’nın güney kuşağında işçi sınıfının ekonomik celladı haline dönüşmesi en azından Türkiye’de bu durumun değişmesine yol açmıştır. Kiev, AB’nin hâlâ çekici göründüğü ender Avrupa başkentlerinden biridir!
5. AB emperyalizmine duyulan bu özlem 2000’li yıllarda eski işçi devletlerinde üst üste yaşanmış “fason devrimler”e (bunlar “renkli devrim” olarak da anılır) bir yenisini eklemiştir. 2000’de Sırbistan’da, 2003’te Gürcistan’da (“Gül devrimi”), 2004’te ise Ukrayna’da (“Turuncu devrim”) yaşanan büyük kitle ayaklanmaları, biçim bakımından devrimlerle ortak özellikler göstermekle birlikte, öz olarak emperyalizm yanlısı, bu ülkelerde kapitalist restorasyonu derinleştiren, karşı devrim karakteri taşıyan toplumsal olaylardır. Ukrayna 2014 de aynı dizinin bir devamı olarak nitelenmelidir. Maidan olayları, Mısır’da Tahrir, İspanya’da Puerta del Sol, Yunanistan’da Sindagma ya da bizde Gezi adıyla anılan devrim ya da isyanlar dizisinin değil, bu “fason devrimler” geleneğinin bir devamıdır.
6. 1991’den bu yana geçen çeyrek yüzyılda oluşmuş olan Ukrayna büyük burjuvazisinin (“oligarklar”) Maidan karşısındaki tutumu, bu söylenenlere daha da fazla ışık tutuyor. Ukrayna oligarklarından Roşen çikolatalarının sahibi, ülkenin en zengin insanlarından Petro Poroşenko, Yanukoviç’in görevden alındığını ilan eden resmi gazeteyi Maidan kalabalığına ilk okuyan insandı. Poroşenko’nun adı, bugün başbakan olan Arseniy Yatsenyuk ile birlikte başbakanlık için geçen iki addan biriydi. Ülkenin en zenginlerinden bir başkası, 1994’ten 2004’e kadar ülkenin cumhurbaşkanı olan Leonid Kuçma’nın damadı, Bill Clinton’ın can dostu, 3,6 milyar dolarlık bir servetin sahibi, gaz boru hatları için boru imalatçısı Viktor Pintçuk, Aralık ayında İngiliz finans gazetesi Financial Times’a demecinde hareketi desteklemiş, 18 Ocak’ta ise ülkenin en zengini Rinat Ahmetof ile birlikte hükümeti uygulanan şiddet dolayısıyla kınamış, Maidan taraftarı olmuştur. Ahmetof’un kendisi, Donetskli, yani ülkenin Rus yanlısı doğusundan olduğu ve Yanukoviç ile yakın ilişkisi olduğu halde, bir aşamada Maidan taraftarı haline gelmiştir. Yanukoviç’in kendi iktidar aracı Bölgeler Partisi’nin milletvekillerinin de katılımıyla görevden alınmasında, Ahmetof’un kontrol ettiği milletvekilleri grubunun rolü vardır. Bugün yeni iktidar, yani geçici cumhurbaşkanı Aleksandır Turçinov ile geçici başbakan Yatsenyuk, “Turuncu devrim”in tarihi önderi Yulia Timoşenko’nun önerdiği bir politikayı izleyerek, Rus etkisindeki doğu illerine oligarkları vali atıyor. İki milyarder şimdiden atanmış durumda: önce Ahmetof’a önerilen Donetsk’e, o, teklifi reddedince çelik baronu Sergey Taruta vali oluyor; Dinyepropetrovsk’a ise çelik, havayolları ve medya patronu Ihor Kolomoiskiy. Rus yanlısı protestoların çok yaygın olduğu Kharkiv ili için müteahhit ve bankacı Aleksandır Yaroslavskiy’in adı geçiyor. Amerikan Forbes dergisinin servetini 1,9 milyar dolar olarak hesapladığı Vadim Novinski’nin en tartışmalı bölge olan Kırım’a vali atanacağı duyurulmuş durumda! Maidan’ın politikacıları da ABD sisteminin adamları. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland, şimdiki başbakan Yatsenyuk’tan “Yats”, eski dünya ağır siklet boks şampiyonu olan öteki önde gelen Maidan lideri Klitşko’dan ise “Klitş” olarak söz etmesiyle meşhur.
7. Kısacası Maidan büyük burjuvazinin emperyalizmle bütünleşme politikasının peşine kitleleri başarıyla takmasının ürünü. Ama 2014 Ukrayna’sını daha önceki “fason devrimler” dizisinden keskin bir çizgi ile ayıran bir nokta mevcut: faşist hareketin Maidan’daki gücü. Svoboda (Özgürlük!) adını taşıyan güçlü faşist hareket ile onu da yumuşak bulan daha da keskin hareketler ve en başta Pravi Sektor (Sağ Sektör), Kiev’de üç ay boyunca olayların merkezi olan ve Maidan olarak anılan Bağımsızlık Meydanı’nda, özellikle Şubat ayında askeri yönetimi bütünüyle ele geçirmiş durumdaydı. Denebilir ki, Yanukoviç’in kaçmasından sonra eski “Turuncu devrim” kahramanı Yulia Timoşenko’nun alana gelerek bir zafer konuşması yapmasına, cumhurbaşkanlığı ve başbakanlığın burjuvazinin mutemet adamlarına verilmesine vb. rağmen, faşist hareket batı Ukrayna’nın kitleleri arasında hâlâ hegemonik güç konumundadır. Bugün silahlı birtakım faşist çeteler Kiev’de hâlâ paralel bir güç oluşturmaktadır. Bu güçlerin Yanukoviç’in devrilmesinden önceki şiddet selindeki rolü zamanla daha çok ortaya çıkacak gibi görünüyor. Şimdiden çok ciddi bilgiler sızmış durumdadır. AB Güvenlik ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ile Estonya Dışişleri Bakanı Urmas Paet arasında yapılan ve internete sızan telefon konuşmasında, Paet “Keskin nişancıların arkasında Yanukoviç’in değil, yeni koalisyonun olduğuna dair kanaat güçleniyor” demiştir! Yani Maidan’da yaşanan kan banyosunu Yanukoviç’in kasaplığına atfetmek için acele edenler emperyalizmin müttefiklerinden de biraz kuşkulansalar iyi ederler!
8. Ukrayna, faşizmin Üçüncü Büyük Depresyon koşullarında Avrupa kıtasında yükseliş sürecinde elde ettiği ilk büyük zafer olarak görülebilecek derecede vahim bir gelişmedir. Buradan “devrim” çıkarmaya çalışanlar, solda biçim ile içeriğin vahim şekilde birbirine karıştırılması konusundaki uzun tarihsel geleneğin yeni temsilcileridir. Trotskiy, kendi gününde Hitler faşizmi ile Stalinizmi aynı kefeye koymaya kalkışanlara faşizm ile ona karşı savaş verenleri tek nefeste ele aldıkları için alayla karşılıyordu. Totalitarizm teorisi bu yüzden Sovyetler Birliği ve daha genel olarak bürokratik olarak yozlaşmış işçi devletlerinin dinamiklerini hiçbir biçimde kavrayamamış, 1989-91 dönemcinde de pratik olarak iflas etmiştir. Solda bu geleneğin bir başka ifadesi de, devrimci Marksist gelenekten gelen birçok akımın önce Doğu Avrupa’daki 1989 ayaklanmalarını, sonra “fason devrimleri” gerçek devrimlerle karıştırmalarıdır. Bir çeyrek yüzyıl boyunca yaşanan deneyimlerden öğrenmemekte ısrar ederek 2014 Ukrayna hareketini de bağırlarına basanlar devrimci Marksizmin adına leke sürüyorlar.
9. Ukrayna, partimizin Yanukoviç’in kaçmasından sonra ortaya koyduğu ilk tepkide de öngörüldüğü gibi, bugün bölünmenin eşiğine gelmiştir. Bir ilk adımda Kırım’ın, daha sonra belki de Ukrayna’nın Rus kültürü ve dilinin hâkim olduğu doğusunun ve güneyinin tamamının ülkeden koparak Rusya’ya katılması, Ukrayna’nın bölünmesi, Rusya’nın ise Ukrayna’nın topraklarından bir kısmını ilhak etmesi anlamına gelecektir. Bu (Yukarı Karabağ gibi, doğrudan olayın tarafı olan uluslar dışında stratejik önemi sınırlı olan bazı istisnalar bir kenara bırakılırsa) Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ortaya çıkan 15 cumhuriyetin birbirlerinin topraklarına el koymaya başladıkları ilk örnek olacaktır. Uluslararası düzen açısından çok sarsıcı bir gelişme ile karşı karşıyayız. Bu olay emperyalist Batı ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek bakımından aynı zamanda bir dünya savaşı tehlikesinin ilk işaretini de veriyor.
10. DİP, Rusya’nın despotik restorasyonist lideri Putin’in kurduğu rejime en ufak bir güven duymaz, destek vermez. Ama doğan durumun sorumlusunun Sovyet sonrası dünyayı yeniden paylaşmaya girişen AB ve ABD emperyalizmleri olduğunu da vurgular. Burada emperyalizmin manevraları ile başlayan bir cehennemi süreçte Rusya savunma durumundadır. NATO’nun 46 milyonluk Ukrayna’yı ele geçirerek güney sınırlarını güvensizleştirmesine, Karadeniz’e ve daha genel olarak sıcak denizlere penceresi olan Sıvastopol üssünün bulunduğu Kırım yarımadasının NATO’nun hâkimiyetine girmesine karşı kendini savunmaktadır. Rusya’nın tarihi bir geleneği devam ettirerek kendi çevresindeki “yakın yurtdışı” diye anılan ülkeler üzerinde hegemonya kurmaya çalıştığı elbette doğrudur. Ama burada tartışılan, bu ülkelerden birinin Rusya’ya karşı bağımsızlığını, onurunu vb. kazanması veya koruması değil, emperyalizmin bu ülkeyi kendi hâkimiyetine almasıdır. Üstelik, Ukrayna ulusunun bir bütün olarak, hatta anlamlı bir çoğunluk olarak desteğini bile almamıştır bu yöneliş. Ülkenin daha proleter ve emekçi doğusu bu yönelişe açıkça karşıdır. Üstelik bunlar karşılarında bir de faşist bir tehlike bulmaktadır. Son günlerdeki iki olay, birbirleriyle ilişki içinde sembolik olarak büyük anlam taşıyor: Ukrayna donanmasının Kırım filosunun komutanı, Rusya yanlısı tutumu dolayısıyla vatan hainliği ile suçlanarak görevden alındıktan iki gün sonra, aynı donanmanın İstanbul boğazından geçen Hetman Sahaydaçniy gemisindeki askerler de isyan etmiştir! Tepeden tırnağa! Devrimci İşçi Partisi, gerek doğu Ukrayna konusundaki siyasi mücadelede, gerekse yarın emperyalistler ile Rusya arasında bir savaş çıktığı takdirde, Putin iktidarına en ufak bir destek vermeksizin, emperyalizmin oluşturduğu kampın karşısında yer alacaktır.
11. Emperyalizmin Ukrayna’yı kendi hâkimiyetine alma çabası içinde Rusya’nın direnişi karşısında karşılaştığı güçlükleri çözmek amacıyla bir tehdit ve şantaj politikası güttüğü ortadadır. Bu politikasında ABD emperyalizmi Karadeniz’e gemi çıkartmayı ana hamle olarak gündemine almıştır. 2008’de Bush “insani yardım” kisvesi altında askeri bir gemiyi Gürcistan kıyılarına yollamıştı. NATO’nun gemilerinin İstanbul Boğazı’ndan geçmesine Türkiye’nin kesinlikle izin vermemesi gerekir. Şu anda Samsun Limanı’nda bulunan ve Karadeniz’deki normal izin süresi dolmuş bulunan USS Taylor gemisinin de derhal Karadeniz dışına çıkartılması gerekir. Tayyip Erdoğan ikide bir yeni bir “istiklal savaşı”ndan söz ediyor. Bu tamamen uydurmadır. Bunun en esaslı sınavı da şimdi emperyalizm Ukrayna krizine ilişkin politikasına karşı Erdoğan hükümetinin izleyeceği politika olacaktır.
12. Kırım, 1738’de Tatar Hanlığı ve Osmanlı’dan Ruslar tarafından devralınmasından sonra iki yüzyılı aşkın bir süre boyunca Rusya’nın toprağı idi. 1954’te, o dönemde Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olan Nikita Hruşçof tarafından Ukrayna’ya devredilmişti. Bu devrin 60. yılında, yarımadanın iki milyonluk nüfusunun çoğunluğu (yüzde 58’i) hâlâ Rus’tur. Ukraynalılar nüfusun sadece dörtte birini oluşturur. Sıvastopol kalesinde Tolstoy savaşa katılmış, Yalta’da Çehof ünlü oyunu “Vişne Bahçesi”ni yazmıştır. Rusya’nın hiç ilgisi olmayan bir toprak parçasından söz etmiyoruz! Bugün de daha önce emperyalizmin Yugoslavya’dan kanata kanata kopardığı birçok cumhuriyette uygulanmayan demokratik bir yöntem, halkın kendi tercihini ortaya koyacak bir referandum öngörülüyor. Bunun karşısında “Rus emperyalizmi”nden söz etmek iki kez hatalıdır. Birincisi, Rusya kelimenin Marksist anlamında “emperyalist” bir ülke değildir. İkincisi, Bosna-Hersek’in Yugoslavya’dan, Kosova’nın Sırbistan’dan kopması neden meşrudur da, Kırım’ın Ukrayna’dan kopması “emperyalizm” olmaktadır? DİP, eski Sovyet federasyonunun birliğinden yanadır. Bu yüzden bir cumhuriyetten kopup başka bir cumhuriyetle birleşmenin değil, bütün eski cumhuriyetlerle birleşmenin doğru olduğunu savunur. Ancak, zaten Özerk Cumhuriyet statüsüne sahip olan Kırım’ın halkının referandumda ifade edeceği iradeye herkesin saygı göstermesi gerektiğinin altını çizer.
13. Kırım’da tek sorun Tatarların durumudur. Rusya’nın 18. yüzyılda Kırım’ı eline geçirmesiyle çok sayıda Tatar zaten yurdunu terk etmek zorunda kalmıştı. 1944’te Tatarlar Hitler’le işbirliği iddiasıyla toplu halde Orta Asya’ya tehcir edildi. Ancak on yıllar sonra o kuşağın çocukları ve torunları Kırım’a dönebildi. Bugün Tatarlar Kırım’da küçük bir azınlıktır (yüzde 12). Tarihi olarak Rus baskısından çekmiş oldukları için de Rusya ile birleşme hareketine karşı çıkmaktadırlar. Devrimci İşçi Partisi, burjuva medyasının Tatarların bu güç anını (hem de yalan yanlış biçimde onları “Kırım Türkleri” olarak niteleyerek!) istismar etmesine karşı, Kırım Tatarlarının bütün ulusal haklarının sağlam biçimde savunulmasından ve onlara ayrımcılık ve baskı uygulandığı takdirde bunun karşısında durmaktan yanadır. Ama Kırımın Tatar toplumunu emperyalizmin politikalarına boyun eğmemeye çağırır. Kırım Tatarları bugün Türkiye’deki akrabalarının bağışlarına dahi muhtaç hale geldiyse bunun sorumlusu Sovyetler Birliği’nde bütün yurttaşların temel ihtiyaçlarını ve geleceğini güvence altına alan işçi devletini yıkarak halkın ortak mülkünü yağmalayan oligarklardır. Yoksul Tatar halkının kendisini sefalete iten oligarklarla ortak hiçbir çıkarı olamaz! Kiev’deki ayaklanmanın askeri gücünü sağlayan faşistler, sadece Yahudilerin değil Tatarların da düşmanı olacaktır. Kırım’a faşistleri sokmayın!
14. Ukrayna olayları, Ekim devriminin ardından 20. yüzyıl boyunca kurulmuş işçi devletlerinin çöküşünde ulusal sorunların ne kadar büyük bir rol oynadığını bir kez daha ortaya sermiştir. Ukraynalılar Rusya’ya olan kızgınlıklarından emperyalizme ve faşizme teslim oluyor! Oysa onlar “büyük Rus” denen Slav ailesinin (Rusya, Ukrayna, Belarus) parçası! Bir de Sovyetler Birliği’nin öteki halklarını, Baltık halklarını, Kafkasya halklarını, Müslüman ve Türki halkları düşünün! Daha da öteye Sovyetler Birliği’nin parçası olmadan ezilen Doğu Avrupa’nın halklarını düşünün! İşte Lenin’in uluslar politikasının, Sovyetler Birliği’nin kuruluşunda Rus şovenizmi yapan Stalin ve yol arkadaşlarına karşı verdiği mücadelenin uzak görüşlülüğü! Devrimci Marksizmin uluslar politikasını uygulamayanın başı işte böyle onlarca yıl, belki de yüzlerce yıl belaya girer!
15. Kırımlıların, doğu Ukrayna’nın maden ve sanayi proletaryasının, daha genel olarak ülkenin ister doğusunda, ister batısında yaşıyor olsun Ukrayna’nın emekçilerinin, ne Kiev’de yeni kurulan emperyalizm yanlısı oligarklar hükümetinden, ne de kendi ülkesinde oligarkların hâkimiyetini sürdüren Putin’den fayda görmesi mümkündür. Kırım Tatarlarının da, Ukraynaca ve Rusça konuşan Ukraynalıların da çıkarı, birleşerek Sovyetler Birliği’nin büyük üretim ve dolaşım araçlarında kamu mülkiyetine yaslanan, merkezi planlama sayesinde işçi ve emekçileri aç açıkta bırakmayacak bir ekonomik yapıyı sağlayan bir işçi devletini yeniden inşa etmekte yatar. Oligarkları devirmekte, kapitalist restorasyonu geri çevirmekte, iktidarı ele geçirmekte yatar. Ama bu 1991 öncesinden farklı olarak bir proleter demokrasisi temelinde olmalıdır. 1991 öncesinden farklı olarak büyük Rus şovenizminin yerine hem içeride, hem de dışarıda enternasyonalizmi yerleştirerek olmalıdır. Kırım’da son günlerde askeri birliklerin karşılıklı boy ölçüşmesi sırasında orak çekiçli Sovyet bayrağı yeniden ortaya çıktı! Askerler birbirlerine “ne yani, Sovyet bayrağına karşı mı savaşacaksın?” diyorlar. Restorasyonun yolunu açan çöküşün üzerinden koskoca bir çeyrek yüzyıl geçmişken Ekim devriminin ürünü olan bayrağa hâlâ nasıl bir saygıdır bu! İşte yalnız Ukraynalı’yı ve Rus’u değil, Avrasya’nın bütün öteki halklarını da kurtuluşa götürecek bayrak budur: orak ve çekiçin bezediği bayrak!