Başyazı: İşçiler siyasete!

Türkiye bir yanardağ misali homurdanıyor. Hâkim sınıf güçleri birbirlerinin boğazına sarılmış durumda. Düzeni temsil eden hiçbir güç (AKP, cemaat, CHP, MHP, ordu vb.) topluma güven vermiyor. Ama halkın içinden bunların yerini alarak toplumu yönetecek bir güç çıkmadığı sürece, düzenin bu büyük krizi işçi sınıfının ve ezilenlerin çıkarına sonuçlanmayacak.

Oysa Türkiye yanardağının içinde patlamaya hazır ne çok madde var. Daha altı ay önce bu toplum Gezi olaylarıyla başlayan bir büyük halk isyanı yaşadı! İçişleri Bakanlığı’nın resmi rakamlarına göre 81 ilden 80’inde irili ufaklı gösteriler yapıldı, 3 milyondan fazla insan bu gösterilere katıldı! Bu tür bir isyan şimdi yeniden patlak verecek olsa düzen güçlerinin diz bağları çözülür!

O isyanda ne çok kesim deneyim ve kendi gücüne güven kazandı. Bu toplumda mücadeleye bilenmiş ne çok güç var. Kürtler zaten on yılların deneyimi ve ezilmişliğin haklı öfkesiyle bekliyor. Ortadoğu’ya Tayyip Erdoğan’ın da katkısıyla dayatılan mezhep savaşı karşısında nefsi müdafaa durumunda olan Aleviler halk isyanının büyük güçlerinden biriydi. Gençlik deli dolu ve mizah dolu, isyanın tadını aldı; özgürlüğün kokusunu alan gençlik tarihte hiçbir zaman alışveriş merkezlerine ve moda sayfalarına hapsedilemedi! Plazaların beyaz yakalıları hayatta hep daha güzel telefon, otomobil ve ev peşinde koşmaktan daha güzel şeyler olduğunu hissetti Gezi’de. Kamu çalışanları biteviye hayatlarını isyanla zenginleştirebileceklerini gördü. Müslümanların anti-kapitalistleri bu tarafta kendilerine çok yakın ve çok güzel inançları olan insanlar olduğunu keşfettiler. Gezi’nin kadınları, eşcinselleri, sanatçıları, aydınları, ekolojistleri taleplerini bir gün mutlaka yeniden öne sürecekler.

Bütün bu grup, katman ve eğilimleri birleştirecek bir çimento sadece eksik olan. Modern tarih boyunca o çimentoyu oluşturmuş güç, aslında sahneye henüz çıkmamış olan işçi sınıfı. Elbette altı ay önce Türkiye’yi kavrayan güzel kargaşada sayısız işçi vardı, mavi yakalısıyla, beyaz yakalısıyla, kamu emekçisiyle. Ama kol emekçileri toplumdaki büyük güçleriyle orantılı olarak bulunmuyordu. Daha önemlisi, işçi sınıfı kendine özgü talepleriyle ve kendine özgü yöntemleriyle girmedi mücadeleye.

Un var, yağ var, şeker var, işçi sınıfı yok! Türkiye işçi sınıfı, 2010 yılının kahraman Tekel eylemi, o güzelim Sakarya komünü, sendika ağalarının ihanetiyle yenilgiye uğrayınca kazanma umudunu bir süre daha yitirdi. Oysa sermaye saldırısını sürdürüyor. Asgari ücrete öğün başına 42 kuruş zam veriyor. “Herkes taşeron, her yer taşeron!” sloganıyla çalışıyor. İşçiyi kiralık hale getirmek için özel istihdam büroları yasasını hazırlıyor. İşten kolayca atmak için kıdem tazminatı saldırısı için pusuda uygun anı bekliyor.

Sınıfımızın insanı, fabrikada, otelde, kamu işletmesinde, ulaştırma şebekesinde soruyor: “Bunları def etmek için kime oy vereceğiz?” Kendine kardeşim, kendine! Önce mücadeleye, sonra iktidarı kurmaya. İşçiler siyasete, artık, kurtarmak için kendini de, ülkeyi de!

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ocak 2014 tarihli 51. sayısının başyazısı olarak yayınlanmıştır.