Mursi’nin düşüşü: Ortadoğu’da sarsıntı, Türkiye’de deprem!
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ağzını bıçak açmıyor. Bakanlarına da Mısır’daki olaylar konusunda demeç vermelerini yasakladı. Bir bakıma anlaşılır bu: ne dese, hangi tarafı desteklese, öteki taraf hemen şöyle diyecek: “Gördünüz mü? Onlar Siyonizmin lehine çalışıyorlar!” Ama iş bundan da öteye gidiyor. İsrail’in suskunluğunun nedenini anlamak için ABD’nin ikilemine bakmak gerekiyor.
Kimilerinin kendi korkulu rüyalarını gerçeğin yerine koymalarından farklı olarak, ABD, Müslüman Kardeşleri (İhvan-ı Müslimin) iktidara getirmek için bir “Arap Baharı” aracılığıyla Ortadoğu’yu yeniden “dizayn etmeye” falan girişmemişti. O teori artık resmen iflas etmiş durumda: 2011 Mısır devrimini yapan bütün siyasi ve toplumsal güçler, şimdi de daha da kuvvet kazanarak İhvan’ın başbakanı Mursi’yi devirdiler. Dolayısıyla, Mısır devriminin ne İhvan’ın iktidara gelmesiyle ne de ABD’nin planlarıyla ilişkili olmadığı kanıtlandı. Peki, gerçekte ne olmuştu?
İhvan, ABD’ye Mısır devriminin radikalleşmesi olasılığı karşısında bir baraj olarak ehven görünmüştü. Onyıllardır, İhvan’a karşı Sedat ve Mübarek’i destekleyen ABD, şimdi kendi dayanağının ortadan kalkmakta olduğunu görünce, Ortadoğu’yu kendi çıkarları ve İsrail’in güvenliği açısından kontrol altında tutabileceği yeni bir müttefik arıyordu. Bunu İhvan’dan başka hiçbir güçte bulamazdı, çünkü Mısır’da burjuvazinin sadece iki örgütlü gücü vardı: Mübarek’in partisi Ulusal Demokratik Parti ve İhvan. İhvan’ın eski, emperyalizme daha eleştirel siyasi tutumunu evcilleştirmek ve tam anlamıyla liberal ve küreselci bir İslamcı hareket yaratabilmek için de (tam o sıralarda “eksen kayması” tartışmalarıyla yaralı olan) Tayyip Erdoğan’ı parlatmaya girişti. Erdoğan ve AKP, Mısır başta olmak üzere bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da İhvan’ı ve daha ötede ılımlı İslamcılığı (Tunus’ta Nahda, Fas’ta Adalet ve Kalkınma Partisi vb.) emperyalizme bağlamanın kanalı haline geldi. Tabii Erdoğan için bu biçilmiş kaftandı. Zaten onun Erbakan sonrası İslamcı hareketi oturtmaya yöneldiği doğrultu buydu. O da büyük bir zevk ve şevk içinde bu projeye soyundu. ABD ile Türkiye’nin “model ittifak”ı, Arap dünyası için bir “Türk modeli”ne dönüştürüldü.
ABD açısından bunun uzantısı Tunus’ta Nahda iktidarıyla “çalışmak”, Suriye’de ise Suriye İhvan’ının hâkimiyetindeki Suriye Ulusal Konseyi’ni (SUK) ve daha sonra Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu’nu (SMDK) desteklemekti. Gazze’nin hâkim gücü Hamas, Mısır İhvan’ının etkisi altında bir bakıma köklerine dönüyor, İran’dan uzaklaşıyor, yumuşuyordu. İhvan aynı zamanda Ürdün’de de gününü bekliyordu. Bütün bu gelişmelerin ardında AKP’nin “yumuşak” gücünün yanı sıra Katar parası vardı.
Mısır devriminin üçüncü dalgası ortalığı karıştırıyor
Daha önce de yazdık. 30 Haziran’da yaşanan kalkışma, Mısır devriminin ikinci değil, üçüncü dalgasıdır. Ayrıca bu dalga 30 Haziran’da değil, 22 Kasım 2012’de başlamıştır. Mısır devriminin ilk dalgası, 25 Ocak-11 Şubat 2011 arasında yaşandı ve Mübarek’i devirdi. Kasım 2011’deki ikinci büyük dalga Mübarek’in yerini almış olan Yüksek Askeri Konsey’e (YAK) karşı idi. Onu derhal deviremedi, ama başkanlık seçimlerinin öne alınmasını zorlayarak dolaylı yoldan siyasi hayattan sildi. Üçüncü dalga Mursi’ye karşı idi. 22 Kasım 2012’de Mursi yasama ve yargının da yetkilerini gasp etmeye yönelik ünlü Anayasal Beyanname’sini yayınlar yayınlamaz başladı, üç evrede (Kasım 2012, Ocak-Şubat 2013, 30 Haziran 2013) Mursi’yi de alaşağı etti. Tabii işi bitmiş değil. Son dalgada iktidar yine devrim kampının eline geçmiş değil. Öyleyse, devrim devam edecektir, etmelidir.
Ama Mısır devriminin bu üçüncü dalgası şimdiden ülkede, Arap dünyasında ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde muazzam değişikliklerin kapısını açmıştır. Birincisi, “Arap baharı” diye anlamsız bir terimle ifade edilen şey hakkında sağda solda söylenmiş ne kadar safsata varsa hepsini yıkmıştır. Artık gerçeği görmeyen, kendi körlüğünden başka hiçbir şeyi suçlayamaz. Yaşanan, büyük halk kitlelerinin ve bu kitleler içinde özel bir rol oynamakla birlikte hareketin yöneticiliğini ele geçirmekten henüz uzak olan işçi sınıfının gerçek bir devrimci atağıdır. Bu artık tartışılamaz biçimde ortay çıkmıştır ve dünyada ve bölgede bütün hâkim sınıf güçleri tir tir titretmektedir.
Mısır devriminin bu üçüncü dalgası aynı zamanda emperyalizm tarafından evcilleştirilmiş, piyasacı ve küreselci bir İslamcılığın hâkimiyetine dayanan modele ağır bir darbe vurmuştur. Mısır devrimi başlar başlamaz şuna işaret ettik: Mısır Arap dünyasına yol gösterecektir. Öyleyse, İhvan iktidarının Mısır’da sağlamlaşamaması, işçi ve emekçi kitlelerin basıncıyla devrilmiş olması, bütün Arap dünyasını peşinden sürükleyecektir. Şimdiden ortaya çıkmış etkilere bakmadan önce, bu yazının başında ortaya koyduğumuz sorunu berraklaştırarak başlayalım: ABD’nin ikilemini artık anlayabilecek durumdayız.
Mısır devriminin üçüncü dalgası, devrim kampının yanına eski rejimin artığı güçlerin (Mısır’daki deyimle “fülul”un) gelmesiyle bir geçici temele oturmuştur. Ordu darbesinin anlamı budur. ABD açısından bu, eski müttefikleriyle yeni müttefikleri arasında kalmak demektir. Hangisine destek verse zararlı çıkabilir. Ortada iki dev kamp vardır. Kimin kazanacağını önceden kimsenin bilmesi mümkün değildir. Şayet ABD, AB ve İsrail birine ya da ötekine destek verirse, buna karşılık gelecekte diğeri kazanırsa, hatta kısa dönemde yitirerek uzun vadede yeniden kazanırsa, emperyalizm ve Siyonizm bundan büyük zarar görecektir. Onun için ABD, AB ve İsrail “ne şiş yansın, ne kebap” politikası izlemişlerdir. Bu yüzden Obama darbe dememiş, ama darbecilerin İhvan’a baskı yapmasına karşı çıkmış, her iki tarafı da şiddetten kaçınmaya çağırmış, Mısır’a verilen askeri yardımın gözden geçirilmesi için emir verdiğini belirtmiş, ama senatörlerine el altından muhtemelen “siz idare edin” dediği için senatodan “askıya alınmaz” söylentileri gelmiştir. Tabii böyle “idare-i maslahat” Mısır’daki her iki kamp için de “görüyor musunuz ABD karşı tarafı destekliyor” kozunu yarattığı için de, Obama en son 6 Temmuz Pazar günü ABD’nin Mısır’da hiçbir tarafa ya da harekete bağlı olmadığı (“is not aligned”) veya herhangi bir gücü desteklemediği (“does not support”) yolunda açıklama yapmak zorunda kalmıştır.
Bu arada El Cezire ve onu takiben Türkiye’de yandaş medya ipe sapa gelmez birtakım belgelerle Mursi karşıtlarını ABD’nin “fonladığı”nı (Türkçe’nin her geçen gün daha sefil bir dil haline gelmesinde hem İngilizce’yi, hem de Türkçe’yi yarım yamalak bilen bir güruhun rolü çok büyük) iddia etti. Ama ardından bu koro için talihsiz bir şey oldu. Önce Almanya, ardından ABD Mursi’nin serbest bırakılmasını resmen talep etti. Görüldüğü gibi, emperyalizm burada belirleyen değil, oyunu büsbütün kaybetmemeye çalışan belirlenen konumunda!
Emperyalizmin Ortadoğu’da sarsıcı etkiler bırakan bu kadar önemli bir olay karşısındaki bu çaresizliği her gelişmeyi emperyalizmin komploları temelinde açıklayarak onu ister istemez “kadiri mutlak” gösteren “sol”culara belki biraz ders olur. (Türkiye’de son on yıldır yaşanan mücadele karşısında da emperyalizmin tavrı hemen hemen Mısır’da bu olay karşısında olduğu gibi olmuştur. Tabii Türkiye’deki süreç, rejimin sınırları içinde, kitlelerin devrimci atağı olmaksızın ve zamana yayılarak yaşandığı için çok daha az travmatiktir.)
Arap dünyasındaki etkiler (1): Suudi Arabistan Katar’a karşı yükseliyor
Mısır’da 30 Haziran devrimci dalgasının içinde yaşanan bir gelişme bildiğimiz kadarıyla pek az insanın dikkatini çekti. Selefi olarak bilinen, yani İhvan’dan çok daha radikal İslamcı bir programa sahip olan Nur partisi 30 Haziran kampının taleplerini destekledi! Bu garip gelişmenin ardında pek az kişinin farkında olduğu bir mesele var: Arap gerici hâkim sınıfları arasında çok sert bir çelişki uzun zamandır birikmiş durumda. Bir yanda İhvan’ın destekçisi Katar ile öte yanda Vahhabi Suudi Arabistan ve onun ardındaki Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ciddi bir mücadele içindedir. Bunlar her ne kadar Ortadoğu çapında politikalarını Sünni-Şii mezhep savaşının kışkırtılmasına yöneltmede ortaklaşmış olsalar da fırsat bulduklarında birbirlerinin de gözünü oymaya girişirler.
Katar İhvan’ın finansörüdür. İhvan’ın dini rehberi rolünü oynayan Şeyh Karadavi’nin yaşadığı ülkedir. Buna karşılık Suudi Arabistan birçok ülkede daha köktendinci birtakım hareketleri destekliyor. Hem orada, hem de BAE’de İhvan üyeleri tutuklama dalgalarıyla baskı altına alınmış durumda. Dolayısıyla, Suudilerin Mısır’daki uzantısı Nur partisi Mursi iktidarını devirerek Ortadoğu’da İhvan’ın, Kuzey Afrika’nın başka ülkelerinde (Tunus ve Fas) İhvan’a akraba konumdaki ılımlı İslamcı hareketlerin yükselişini tersine çevirebilmek için “düşmanımın düşmanı dostumdur” politikası izlemiştir. Darbenin başa getirdiği yeni cumhurbaşkanını ilk ve en içten biçimde kutlayan da Suudi Arabistan olmuştur. Nur, devrim kampına çok daha yakın olan Abul Futuh gibi, 8 Temmuz günü Cumhuriyet Muhafızları Karargâhında 51 göstericinin ordunun ateşiyle öldürüldüğü haberi yayılır yayılmaz sürece desteğini çektiğini açıklamıştır. Buna karşılık, Suudi Arabistan ve BAE bu olaya rağmen Mısır’a ilki 5, ikincisi 3 milyar dolar olmak üzere toplam 8 milyar dolar yardım vermiş, ayrıca petrol yardımı da yapmışlardır. Bunu Kuveyt’in 4 milyar dolarlık hibesi izlemiştir. Katar dışındaki Körfez ülkeleri böylece bir hafta içinde Mısır’ın yeni rejimine 12 Milyar dolarlık yardım vaad etmiş olmaktadır. Katar ise Mursi döneminde Mısır’a 8 milyar dolar hibe etmişti.
Mısır üzerinde Suudi-Katar mücadelesinin bir ifadesi de Mısır’da günümüzde El Cezire’nin siyasi baskı altına alınması, buna karşılık El Arabiye televizyonunun baş üstünde tutulmasıdır. El Cezire bir Katar operasyonudur. Başlangıçta ABD kablolu televizyonuna bir Üçüncü Dünya tepkisi olarak görülmüş ve yüceltilmiştir. Oysa uzun süredir El Cezire artık tamamen Katar’ın resmi çizgisinde yayın yapmakta, İhvan’ın ve öteki ılımlı İslamcı partilerin sözcüsü gibi davranmaktadır. Bunun en belirgin örneği, Tunus’ta Şubat ayında çok büyük ihtimalle iktidar partisi Nahda’nın çetelerince suikasta uğrayarak öldürülen Şükrü Belaid’in cenaze töreni sırasında ortaya çıkmıştır. En az 40-50 bin kişinin katıldığı bu cenaze törenini El Cezire kenarda köşede duran bazı insan toplulukları olarak göstermeyi becerebilmiştir! Tunus solu El Cezire’ye bu yüzden düşman olmuştur!
El Arabiye ise, merkezi Birleşik Arap Emirlikleri’nde olan, sermayesi ise Suudi katılımıyla oluşturulmuş bir televizyon kanalıdır. Onun yayın politikası bu bakımdan El Cezire’ninkinin tam tersidir. İhvan’a eleştirel yaklaşım bu televizyon kanalının yayın politikasının omurgasını oluşturur.
Arap dünyasındaki etkiler (2): Suriye
Mursi’nin devrilmesinin ikinci önemli sonucu muhtemelen Suriye’de görülecektir. Bilindiği gibi, Mursi devrilir devrilmez Beşşar Esad muzaffer bir açıklama yapmıştır: “Siyasal İslam denen şeyin düşüşü.” Buradaki “düşüş” (“fall”) kelimesinin özenle seçilmiş olmadığını düşünmek yanlış olur. Esad “siyasal İslam’a darbe”den söz etmiyor. “Düşüş” ya da “çöküş” diyor. Yargı elbette abartılıdır. Üstelik siyasal İslam’ın bütün kanatları için söylenmiş olduğu için yanlış tonlar bile içeriyor. Çünkü parlamenter rejim çerçevesinde çalışmaya yönelen İhvan’ın yediği bu sille, daha radikal, silahlı vb. İslamcı hareketlere (ve bu arada kriz içinde olan El Kaide’ye) bazı ortamlarda yeni bir sıçrama olanağı dahi yaratabilir. Ama İhvan için yön tam da budur: düşüş.
Suriye somutunda İhvan zaten askeri olarak güçlü değildir. Askeri alanda başta Nusret Cephesi olmak üzere gerçek köktendinciler, Selefiler, El Kaide taraftarları çok dağınık olsalar da daha güçlüdür. Ama politik düzeyde, sürgünde, emperyalizm nezdinde İhvan’ın gücü büyüktür. Ya da büyüktü mü dememiz gerekiyor? Tam da Mursi’nin düştüğü hafta İstanbul’da toplanan SMDK ilk kez İhvan’ın desteklemediği bir başkanı seçmiştir! Yeni başkan Ahmed Asi el Cerba’yı kim destekliyor? Suudi Arabistan! Katar-Erdoğan-İhvan çizgisine bir hafta içinde ikinci darbe!
Bu gelişme Suriye’de askeri dengeleri çok değiştirmeyebilir, ama o alanda Kuseyr zaferinden sonra Esad güçleri, Hizbullah’ın da katkısıyla, zaten üstünlüğü ele geçirir gibi görünmektedir. Elbette kimyasal silah kullanımı mazeretiyle bu üstünlüğü ortadan kaldırmak için ABD’nin Özgür Suriye Ordusu’na daha ciddi silah yardımı yapma kararı durumu yeniden değiştirebilir. Ama ortada siyasi bakımdan çok açık bir sorun vardır: Suriye’nin Sünni burjuvazisinin Selefi hareketleri veya El Kaide uzantılarını desteklemesi neredeyse olanaksızdır. Suriye’de İhvan’ın gerilemesi, Baas rejimine herhangi bir siyasi seçeneğin kalmaması anlamına gelebilir. Yani Mursi’nin düşüşü ve ondan bağımsız gelişmeler Suriye İhvan’ının etkisini çökertirse, Esad’ın zaferi siyasi bakımdan mümkün hale gelir!
Arap dünyasındaki etkiler (3): Filistin
Hamas tarihi olarak İhvan kökeninden geliyor olsa da, Filistin toplumunun içinde yaşadığı zorlu ve acılı koşullar, onu İhvan’ın Ortadoğu’daki öteki bileşenlerinden çok daha radikal bir hareket haline getirmiştir. Uluslar arası bir hareket olarak İhvan’ın hem tarihi yurdu, hem de esas merkezi Mısır’dır. Mısır İhvan’ın son onyıllarda Mübarek ile belirli bir anlaşma içinde toplumda birçok mevziyi ele geçirmiş olduğundan, Mısır’ın 1979’dan beri İsrail ve ABD’ye karşı yürüttüğü kölece politikaya karşı çıkmıyordu. Ne genel olarak, ne de Gazze’nin İsrail dışında dış dünya ile olan tek nefes borusu niteliğini taşıyan Refah kapısı politikasına ilişkin olarak. Bu da Hamas’ı hem politik, hem de askeri nedenlerle İran’a doğru itmekteydi.
Mursi’nin iktidara gelmesi, denklemi değiştirmiştir. Hamas yanı başındaki devle iyi geçinmek, İhvan’ın ve ılımlı İslamcılığın yükseliş dalgasından yararlanmak, İsrail’e kafa tutar görünen Erdoğan’la da ilişkileri iyi tutmak için İran’dan uzaklaştı, İhvancı köklerine döndü.
İsrail’in bundan şikâyeti olacağını düşünmek zor! Hamas’ı kontrol altına alabilecek bir gücün Siyonist devlet için çok değerli olacağı açık. Mübarek bunu yapamazdı, Mursi yapabilirdi. Nitekim, Kasım 2012’de, Hamas ne kadar yumuşarsa yumuşasın Gazze’nin koşulları başka türlüsünü olanaksız kıldığı için, İsrail ile Hamas arasında yeniden düşük yoğunluklu bir savaş başladı. Ama 21 Kasım’da Mursi ile ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Kahire’de bir ateşkes sağladıklarını açıkladılar. (Erdoğan da bu ateşkesin kuşkulu “onur”undan yararlanmaya çalıştı, ama boşuna. Bu ateşkesin kendisine dünya çapında, yani emperyalistler nezdinde getirdiği büyük prestiji Mursi ertesi gün ünlü Anayasal Beyanname’sini ilan ederek “nakte çevirmek” istedi. Ama imzaladığı kendi siyasi idam fermanı idi! Emperyalizme ve Siyonizme karşı Hamas’ı yatıştırma, Arap kitlelerini neden kandırsın ki?)
Dolayısıyla, Mursi’nin düşüşü Filistin’de iki yönlü bir etki yaratıyor. Bir yandan, kendisi de İhvancı olan ve yeni dönemde Ortadoğu çapındaki İhvan yükselişi eğiliminden çok şeyler bekleyen Hamas yönetimine ciddi bir darbe olarak okunabilir. Başbakan Haniye durumun farkında olduğu için kitlelere yaptığı açıklamada, ümit kesilmemesini, “Arap Baharı”nın devam ederek esas amacına ulaşacağını söylemiştir.
Ama öte yandan, Filistin’in koşulları dolayısıyla İhvan tipi bir “soft” İslamcılığın Hamas’ın ihtiyaçlarını karşılamayacağını düşünen Hamas üyeleri için (özellikle askeri kanatta böyle eğilimler olduğu seziliyor) Mursi’nin çöküşü eski radikal çizgiye dönüşün önünü açabileceğinden dolayı olumlu görünebilir.
İsrail konusunda yazının başında söylediklerimize burada bir noktayı etkileyelim. Şayet askeri darbe fülul’un yani eski rejimin artıklarının bir zaferi olarak görülebilecek olsaydı, İsrail Mursi’nin Hamas konusunda kendi işine yarayan adımlarına rağmen darbeyi bütünüyle kucaklayabilirdi. Ama mesele şudur ki, darbe fülul’un bir zaferi olmaktan çok büyük halk kitlelerinin devrimci basıncının çarpık bir ürünüdür. İşçi sınıfı ve emekçilerin ise iktidara yükseldiklerinde Filistin davasına ne Mübarek, ne de Mursi gözlüğüyle bakmayacağı hemen hemen kesindir! Titre İsrail!
Türkiye için deprem!
Mursi’nin devrilmesini son olarak Ortadoğu’nun Arap olmayan ülkeleri üzerindeki etkiler açısından ele alabiliriz. İran ile Mısır’daki İhvan iktidarının ilişkileri, kelimenin gerçek anlamında “tuhaf” idi. Her iki taraf da birbirine gülücükler saçıyordu. Oysa Mursi’nin arkasında Suriye’de Esad rejiminin ilk iki sırada yer alan düşmanının biri olan Katar yer alıyor, öteki büyük düşman Türkiye de onu destekliyordu. Mısır’ın Suriye politikası İran açısından bakıldığında her gün daha kötüye gidiyordu. 15 Haziran’da Mursi Suriye ile ilişkileri kestiğini açıklamıştı. (Bunu orduya danışmadan yapmış olmasının Savunma Bakanı Sisi’yi 30 Haziran kampına doğru ittiğine dair bir yorum da vardır.) İran açısından bakıldığında, bütün bunlara rağmen Mısır ile iyi ilişkiler kurma çabasını her şeyden önce bir tarafsızlaştırma olarak okumak gerekir. Arap dünyasının en büyük, en güçlü ülkesini Suudi Arabistan-Katar-Türkiye üçlüsü tarafından yaratılmakta olan Sünni-Şii kutuplaşmasında karşı kampa itmek İran’ın hiç işine gelmez elbette. Mursi’ye bu konuda verebileceği bir şey de vardı İran’ın: İslamcı iktidarın meşruiyetini savunmak. Mursi de buna ihtiyacı olduğunu biliyordu. Bu yüzdendir ki, İran günlerce bekledikten sonra nihayet yaptığı açıklamasında Mursi’nin devrilmesi için “doğru değil” ya da “uygun değil” (“improper”) ve “kabul edilemez” nitelemeleri ile eleştirel bir tavır almıştır. (Bu açıklamanın eğlenceli yanı, yönetimin “sokakta belirlenmemesi gerektiği”ne dair gerekçesidir. Haydi, başkasından gelse neyse de, bir devrim sayesinde iktidara gelen Mollalar rejiminin ağzında bu gerekçe biraz tuhaf duruyor!) İran devletinin açıklamalarının bir tanesi, Mursi taraftarlarına eski başkan göreve iade edilene kadar direnme tavsiye ediyordu. Bu, Mısır dışişlerinin “içişlere karışma” yolunda bir protestosu yapmasına neden olmuştur.
Mursi’nin düşüşünün esas deprem etkisi bizde olmuştur! Türkiye belki de bütün dünyada Mursi’nin devrilmesine cepheden karşı çıkan tek ülke olmuştur. Katar bile biraz tereddütten sonra yeni cumhurbaşkanı Adli Mansur’a kutlama mesajı yollamışken, Türkiye önce dışişleri bakanının, ardından başbakanının ağzından Mursi’nin devrilmesine sert eleştiriler yöneltmiştir. Ayrıca, AKP genel başkan yardımcısı ve sözcüsü Hüseyin Çelik de, hükümetin dışından bir ses olarak kardeş İslamcılara destek vermek üzere özellikle memur edilmiştir. Nihayet, 8 Temmuz’da 51 kişinin ölümünden sonra AB Başmüzakerecisi bakan Egemen Bağış’ın Birleşmiş Milletler’e müdahale çağrısı yapan acemi çıkışı, Mısır’ın Türkiye’nin Kahire büyükelçisini çağırarak uyarmasından sonra dışişleri bakanı Davutoğlu tarafından “devlet politikası değil” diye düzeltmeye tâbi tutulmuştur.
Mursi’nin düşüşünün Türkiye’de deprem etkisi yaratmasının birkaç nedeni vardır. En önemlisi herkes için malumdur. Türkiye’de de AKP hükümetine karşı bir isyan yaşanmaktadır. İsyan, biraz daha düşük bir düzeyde sürüyor olsa da, hâlâ devam etmektedir. Erdoğan’ın destek güçlerinin (emperyalizm, liberaller, son dönemde yakınlaşmakta olduğu TÜSİAD, birçok İslamcı yazar ve çevre vb.) hükümetin çevresini boşalttığı, Fethullah Gülen ile çelişkilerin devam ettiği, AKP içinde de bazı milletvekilleri, hatta bakanların eleştirel tavır takındıkları, daha da önemlisi Gül ve Arınç’ın Erdoğan’dan farklı bir hat örmeye başladığı, Kılıçdaroğlu’nun da bu hatta çengel attığı ortadadır. Yani Erdoğan’ın iktidarı en sarsıntılı dönemini yaşamaktadır. Böyle bir ortamda, kendisine son AKP kongresinde (Eylül 2012) baş müttefik seçtiği dava arkadaşı Mursi’nin paldır küldür devrilmesinin yaratacağı psikolojik etki dayanılmazdır.
Mursi’nin devrilmesinin bir başka boyutu da Erdoğan için kaygı vericidir. Mısır’dan farklı olarak Türkiye’de İslamcılık orduyu uzun süren bir politik iç savaş sonunda kontrol altına almış görünmekte ise de, ordunun alt kademelerinin ruh durumu ve faaliyet düzeyi hakkında hükümetin güvenli hissetmesi için hiçbir neden yoktur. Mısır örneği, hükümeti devirmeye niyetlenen bazı unsurlar varsa bunlara büyük bir cesaret aşısı olabilir. Hatta daha bile ötesi söylenebilir. Mısır ordusunun Mursi’nin devrilmesine destek vermesinin esas nedeni İhvan düşmanı olması değildir. Esas neden, bir devrimi engellemektir. Burjuvazinin dilinde “ülkeyi kaostan kurtarmak”tır. Ya yarın Türkiye’de de böyle bir durum doğarsa? Ordunun doruğu belki İslamcı yönetimlere karşı artık düşman değildir, ama düzeni korumak için her ordu gibi refleks göstermeyecek midir?
Ama Mursi’nin düşüşünün AKP hükümetine darbe vurmasının nedenleri sadece iç politikada Mısır’la kurulabilecek paralellerle sınırlı değildir. Uluslararası faktörler de büyük önem taşıyor. Bir kere, emperyalist Batı’nın Mısır ordusunun müdahalesi karşısında tarafsız kalması AKP yöneticilerini çıldırtmışsa, bunun nedeni, yarın kendi başlarına aynı şey gelirse Batı’nın kurumlarının yine müdahale etmemesi olasılığıdır.
Ama mesele bundan da derine gidiyor. Bu yazının omurgasını Erdoğan’ın “eksen kayması” tartışmasıyla zayıfladıktan sonra Arap devrimleri sonrasında yükselen İhvan ve ılımlı İslamcılık dalgasıyla birlikte yıldızının tekrar parladığı fikri oluşturuyor. Bu sayededir ki, Erdoğan Eylül 2012’de AKP kongresinde Mursi’yi ağırlarken, “Türkiye Arap ülkeleri için bir rol modeli olmuştur” diye böbürlenebilmiştir. Oysa Mursi’nin düşüşüyle bu model büyük bir yara almıştır. Dolayısıyla, Erdoğan bir müttefikten daha fazlasını, modelini yitirmiştir!
Buna özgül olarak Suriye hakkında yukarıda söylenenleri ekleyin. Erdoğan son iki yıldır Esad’ın erkenden düşeceği hesabını Ortadoğu politikasının merkezine yerleştirmişti. Bunun uzaması, Mayıs ayındaki çifte tökezlemeyi getirdi: Reyhanlı ve Beyaz Saray ziyaretinde Obama’nın Erdoğan’a verdiği balans ayarı. Şimdi Mursi’nin düşüşü Esad’ın siyasi hayatını uzatacak etkiler yaratırsa, AKP kendini gerçek bir bataklığın içinde bulacaktır. Maceralara dikkat!
Kendimizden başka kimseye güvenmeyelim!
Bütün bunların Türkiye’deki isyanın aktörlerine anlatacağı tek bir şey var: Bastıralım! Erdoğan ve bütün iktidar ağı sarsıntıda. Yüklenmenin zamanıdır. Ne orduya, ne Amerika’ya, ne CHP’ye güvenmekle herhangi bir şey olur. Seçimleri beklemenin de anlamı yoktur. Politikada zamanlama işin özündendir. Erdoğan şimdi zayıf. Yarın ne olacağını bilemezsiniz. Böyle büyük kriz dönemlerinde her şey hızla tersine dönebilir.
AKP hükümetinin istifasını sağlamak mümkündür. Halkın kendi alternatifini oluşturmak da görevimiz.