“Mısır’ın bütün fabrikalarında devrim!”

Tahrir; Madrid’den, Atina’dan, Tel Aviv’den sonra New York halkının kalbini fethediyor. Ama Türkiye solcusunun yüreği buz gibi! İskenderiye’nin Masr el Amareya işçilerine kulak verin. “Devrimi Yeniden Kazanma” eyleminde sokakları şu sloganla çınlatıyorlardı: “Mısır’ın bütün fabrikalarında devrim!” Görev söylenip durmak değil, bunun gerçekleşmesi ve başka ülkelere yayılması için elinden geleni yapmaktır.

“Bugünün protestosu büyük ölçekli işçi mücadelelerinin sürmekte olduğu bir ortamda yapıldığı için Mısır’ın Sol ve işçi hareketleri Tahrir Meydanı’nda ve başkentin çeşitli semtlerinden oraya doğru yapılmakta olan yürüyüşlerde mevcudiyetini hissettirmekte. Giza’dan başlayıp Tahrir’e girmek üzere olan yürüyüş kolunda birçok sendikalı işçi, sektörlerini temsil eden pankartlar taşıyor: Mısır İlaç Fabrikası, Armant Şeker, bir haftadır grevde olan kamu ulaşım işçileri. OHAL yasasına ve askeri yönetime karşı sloganlar atıyorlar, ama aynı zamanda Mısır işçilerinin ücretlerinin ve çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik sosyal talepler ileri sürüyor, grevdeki kamu ulaşımı işçilerine zafer diliyorlar.”

Bunu biz yazmıyoruz. 30 Eylül Cuma günü düzenlenen “Devrimi Yeniden Kazanma” eylemini anı anına izleyen El Ahram gazetesinin internet sitesi yazıyor. Mısır devrimi en baştan, 25 Ocak’tan itibaren ciddi bir işçi sınıfı mevcudiyeti içeriyordu. Tahrir’de her sınıftan insan buluşuyordu, doğru, ama İskenderiye ve Süveyş gibi eylemlerin hiç de daha az etkili olmadığı kentler daha işçi ağırlıklıydı. Daha önemlisi, dengeyi belirleyici biçimde Mübarek’in aleyhine çeviren, 11 Şubat’tan birkaç gün önce çok yaygın bir grev dalgasının başlaması olmuştu. İşçi sınıfı (Tunus’tan farklı olarak) hareketin öncülüğünü ele geçirmiş değildi, ama “ben buradayım” diyordu.

Bu yüzden de ortada belirgin bir sürekli devrim dinamiği vardı. Mısır’da fabrikası olan bir Türk patronu, 11 Şubat’ın hemen ertesinde işçilerin mücadeleciliğinden şikâyet ettikten sonra şöyle diyordu: “Bunlar, dün Mübarek’i devirdik, sıra patronlarda havasında.” Sürekli devrimin kapitalistin gözüne nasıl göründüğünün resmi!

Devrim devasa atılımıyla Mübarek’i devirdikten sonra bekleyişe geçti. Ama sınıf mücadelesi hiç durmaksızın devam ediyordu. İşte Eylül ayı, sınıf mücadelesinin devrimin önde gelen uğraklarından biri haline gelmeye başladığı ay oldu. Liman işçilerinden öğretmenlere, Kahire otobüs şirketinin işçilerinden doktorlara, yüz binler sınıf eylemlerine, grevlere, gösterilere giriştiler. Kahire otobüs işçileri açlık grevinde ilk şehitlerini vermiş durumda. Şimdi de, “Devrimi Yeniden Kazanma” eyleminden sonra Kahire’nin bir ana caddesinde yol kesme eylemine giriştiler.

İşçi sınıfının ağırlığı sadece Tahrir’de hissedilmiyordu. İskenderiye’de işçi mahallelerinden çıkan işçiler tamamen sınıf talepleriyle yürüyordu. İskenderiye İşçi Koalisyonu ve Sosyalist Güçler Cephesi, Mısır’ın bu ikinci büyük kentinin sokaklarını sınıf sloganlarıyla doldurmuştu. Masr el Ameriya işçilerinin baş sloganlarından biri şuydu: “Artık özelleştirme yok!”  Kahire’de Tahrir’de artık gelenekselleşen Cuma namazlarını hep kıldıran “Devrimin İmamı” Mazhar Şahin, vaazında Türkiye’de şimdi Mısır devrimine burun kıvıranların 90’lı yıllarda cesaret edemediği bir talebi dile getiriyordu: Mübarek döneminde özelleştirilmiş bütün fabrikalar yeniden kamulaştırılsın!

Bu arada, Türkiye’de bütün bir koro Arap devrimine saldırmaya devam ediyor. BirGün gazetesinin dış sayfa sekreteri, bir fotoğraf altında, öylesine geçerken, sanki olgularla kesin biçimde saptanmış gibi şu cümleyi sorumsuzca kullanıyor: “Ortadoğu’daki bütün isyanları destekleyen ABD...” Başkaları, “ABD Ortadoğu’yu yeniden dizayn ediyor” fikrini temcit pilavı gibi tekrarlıyor. Sadece ulusalcı etkiler altında olanlar değil, Kürt hareketi içinden bile çıkıyor bunu söyleyen.

Yazık! Oysa, şayet bu yapayanlış fikirler zihinlerde birer hayalet gibi dolaşıyor olmasa, Türkiye işçi hareketi ve sosyalist solu, tam da bu sırada Arap devrimine büyük bir uluslararası desteğin öncüsü olabilirdi. Mısır’ın devrimcileri İsrail büyükelçiliğini basıp büyükelçiyi ülkeden kovuyor. Bu “anti-emperyalizm”e sığmıyor. Kahire’de göstericiler şu pankartı boşuna taşıyorlar: “Halklarını çok seviyoruz, ama ABD ve AB tarafından yönetilmeyi reddediyoruz.”

Ortadoğu gericiliğinin muhkem kalesi Suudi Arabistan bütün Arap ayaklanmalarına karşı çıkıyor, devrik diktatörlere kucak açıyor, bu arada korkusundan kadınlara (son derecede kısıtlı da olsa) seçme seçilme hakkı tanıyor. Bizim sosyalistlerimiz Suudi Arabistan’a paralel tavır almaktan sıkılmıyor. Tunuslu, Mısırlı, Suriyeli yoksullar hayatlarını ortaya koyarak ayaklanıyor. Devrimcilerimize yaranamıyor.

Tahrir; Madrid’den, Atina’dan, Tel Aviv’den sonra New York halkının kalbini fethediyor. Ama Türkiye solcusunun yüreği buz gibi!

İskenderiye’nin Masr el Amareya işçilerine kulak verin. “Devrimi Yeniden Kazanma” eyleminde sokakları şu sloganla çınlatıyorlardı: “Mısır’ın bütün fabrikalarında devrim!” Görev söylenip durmak değil, bunun gerçekleşmesi ve başka ülkelere yayılması için elinden geleni yapmaktır.

 

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ekim 2011 tarihli 24. sayısında yayınlanmıştır.