Kürt sorununda “düzenli geçiş” mi?
CHP, Kürt sorununun çözümüne yönelik mecliste grubu bulunan tüm partilerin katılacağı bir toplumsal mutabakat komisyonu önerisi ile AKP’nin kapısını çaldı. Bu öneriyi bir âkil insanlar heyeti oluşturma düşüncesi tamamlıyordu. Görünürde Kürt sorununun çözümüne yönelik CHP’nin inisiyatif alma çabası öne çıkıyordu. Peki gerçekten CHP bir inisyatif aldı mı yoksa CHP’ye bu inisiyatif verildi mi?
CHP’nin öneriyi AKP’ye götürmesinin ardından önerinin muhataplarından MHP “çay içmeye dahi gelmesinler” diyerek diyalog kapısını kapattı. Diğer muhatap BDP ise girişimi olumlu gördüğünü açıkladı. Başbakan Erdoğan ise AKP ve CHP arasındaki bir mutabakatın yeterli olabileceğini söyleyerek BDP’yi de dışlayan bir yol haritası benimsemiş gözüküyor.CHP’nin çıkışı bir anda Kürt sorununun çözümü tartışmasını ülke gündemine soktu. CHP Kürt sorununun çözümüne yönelik ciddi hiçbir politika sunmadığı halde sadece yöntem önerisi ile çok geniş çevrelerden alkış topladı. Evet Kürt sorununun çözümsüzlüğü toplumun tüm kesimlerini ciddi şekilde rahatsız ediyor. Barış özlemi siyasal yelpazenin neresinde olursa olsun geniş kitleleri kapsıyor. Ama CHP’nin bir anda “fikrim geldi” diyerek bu tabloyu derinden sarsan bir inisiyatif geliştirdiğini düşünmek çocukça olur.
CHP yeni bir süreci başlatmış değil. Belli ki başlamış olan bir sürecin içinde kendine verilmiş rolü oynuyor. Yoksa Beşir Atalay’ın CHP’nin önerisi tartışılırken Kuzey Irak’ta ABD ve Barzani ile birlikte PKK’ye silah bıraktırma yönünde çabaların olduğunu açıklamasını, Celal Talabani’nin ise kendi sözcüsü aracılığı ile ateşkes için devrede olduğunu duyurmasını nasıl açıklayabiliriz? Sonuç olarak, CHP heyetinin sadece AKP’yi ziyaret ettiğini biliyoruz.
Kürtçenin ilkokullarda seçmeli ders olarak okutulmasının gündeme gelmesi de CHP’nin AKP’yi motive etmesiyle olmuşa benzemiyor. Belli ki geçmişte açılım olarak sunulan süreç yeniden devreye giriyor. Bu süreçten Kürt sorununun çözümünü beklemek daha öncekinde olduğu gibi bu sefer de hayal kırıklığı yaratacaktır.
Daha önce Kürt hareketinin siyasal ve askeri düzeyde tasfiyesi hedefleniyordu. Şimdi de aynısı hedefleniyor. Bir yandan Kürtçe seçimlik ders, âkil insanlar vb. konuşulurken belediye başkanlarının, öğrencilerin, siyasetçilerin tutuklanmaya başlaması muhtemel bir müzakere sürecinde yine rehine toplanmaya başlandığını gösteriyor. Bu açılımda da yine Kürt halkının meşru temsilcileri değil de Barzani ve Talabani gibi işbirlikçi unsurlara inisiyatif kazandırılmak isteniyor. Kürt hareketi ve özelde BDP’nin saflarında kırılma ve hatta bölünmeler yaratılmak isteniyor.
Nitekim Kürtçe seçimlik ders önerisi BDP’den haklı olarak “Kürtçe yabancı dil değil anadilimizdir” şeklinde karşılık buluyor. Buna karşın Barzani ile siyasi yakınlığı bilinen Diyarbakır milletvekili Leyla Zana, Erdoğan’a siyasi güvenoyu veren bir konuşmanın içinde BDP’lileri kapalı kapılar ardında uzlaşmacı ama kitle önünde sert üslup kullanmakla, halka uzak olmakla eleştiriyor.
ABD’nin çatısı altında AKP, CHP, Barzani ve Talabani’nin beraberce giriştiği bu yeni açılım süreci, Özal döneminden bu yana burjuvazinin hayali olan Musul ve Kerkük’ün Türkiye’nin himayesine alınmasını hedefliyor. Bu hedefin önündeki en büyük engel askeri anlamda PKK, siyasal anlamda ise Türkiye’de yaşayan Kürtlerin siyasal temsilcisi konumundaki BDP ve DTK çizgisidir. Dolayısıyla da bu açılım da eskisi gibi doğrudan bu güçlerin tasfiyesine yönelecektir.
İçinde bulunduğumuz günlerde ölümü hakkındaki şüpheler yeniden gündeme gelen Turgut Özal, Birinci Körfez savaşının belirlediği bir uluslararası konjonktür içinde “bir koyup üç alma” politikası güderek Musul ve Kerkük’e göz dikmişti. Bugün ise benzer bir uluslararası konjonktür ABD’nin Irak’tan çekilmesi, Suriye’de iç savaş ve yaklaşan İran savaşı bağlamında oluşmuş durumda. ABD Irak’tan çekilirken bölgede doğan siyasi ve askeri boşluğun doldurulması gerekiyor. Bu boşluğu doldurmak tabii ki çok riskli. Türkiye burjuvazisi bu temelde Suriye’de savaşa girmeyi bile göze almış durumda. Ancak Suriye söz konusu olduğunda Kürt sorununun olduğu yerde duruyor olması iki cephede birden savaşmak anlamına gelecektir. Suriye’deki Kürtlerin ne yapacağı hâlâ belli değil ve Suriye çoktan Türkiye’deki Kürt sorununun doğrudan bir parçası haline gelmiş durumda. Beklenen İran savaşının erken patlak vermesi durumunda ise Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimali son derece yüksek.
Bu noktada ABD devreye girerek, daha önce Arap devrimi karşısında benimsediği “düzenli geçiş” yani kitle mücadelesini yatıştıracak ABD ve Batı yanlısı bir siyasi değişimi Türkiye Kürtleri için de gündeme getirmektedir. Bu projenin uygulayıcıları da AKP, CHP, Barzani ve Talabani olacaktır. Bu yüzden daha önce olduğu gibi şimdi de burjuvazinin açılımlarına bel bağlamak son derece yanlış olacaktır. Zira yanlış hesap pekala Bağdat’tan, Şam’dan, Tahran’dan ya da en olası haliyle Diyarbakır’dan dönebilir.