Pişmemiş sınıf mücadelesi
Evet, işçi sınıfının en yoksul katmanlarından gelen gençler, bu yağma edimiyle kapitalizmin en kutsal putu olan meta biçimini çiğnemekte, her şeyin fiyatının ödenmesi gerektiği yolundaki yüce yasasını ayaklar altına almaktadır. Ama meta biçiminin bir toplumsal yasa olarak hakimiyetini hiç sorgulamadan, kapitalizmin bekasına hiç meydan okumadan. Yoksulların yağması, sınıf mücadelesinin çiğ halidir.
Yağma, sınıf politikasıdır. Emperyalistler on altıncı yüzyılda Güney Amerika’nın altınınından 21. yüzyılda Irak’ın petrolüne başka halkların zenginliklerini yağmaladığında da, Londra’nın çöküntü içindeki işçi mahallelerinin gençleri plazma TV ve Blackberry yağmaladıklarında da. Ama bu ikisi arasındaki fark, sadece ilkinin burjuvazi adına daha da zenginleşmek için örgütlenmesi, ikincisinin ise mülksüzler tarafından yoksulluklarının ve yoksunluklarının sızısını kısa bir an için dindirmek amacıyla yapılması değildir. İlki planlıdır, hedeflidir, sinsidir; ikincisi kendiliğinden, fevri, geleceği olmayan bir davranış. Evet, işçi sınıfının en yoksul katmanlarından gelen gençler, bu yağma edimiyle kapitalizmin en kutsal putu olan meta biçimini çiğnemekte, her şeyin fiyatının ödenmesi gerektiği yolundaki yüce yasasını ayaklar altına almaktadır. Ama meta biçiminin bir toplumsal yasa olarak hakimiyetini hiç sorgulamadan, kapitalizmin bekasına hiç meydan okumadan. Yoksulların yağması, sınıf mücadelesinin çiğ halidir.
Britanya Başbakanı David Cameron gençlerin isyanının temelinde “sorumluluktan tümüyle yoksunluk, düzgün bir ebeveynlik bakımından yoksunluk, düzgün bir yetiştirmeden yoksunluk, düzgün bir etikten yoksunluk, düzgün bir ahlaktan yoksunluk” yattığını buyurmuş! Gençliğin ihtiyacı olan her şey var, çocuklarına her şeyi verebilen mutlu bir ana baba, insanlığa yakışır bir konut ve tertemiz bir mahalle, iyi okullar, iyi öğretmenler, güzel spor salonları, parlak bir gelecek, istihdam olanakları, hepsi var, sadece ahlak yok! Kapitalizmin beşiği Britanya’nın burjuvazisi, 18. yüzyıldan bu yana işçi sınıfının iliğini sömürmekle kalmamış, bir de ona hiç utanmadan sıkılmadan papazlar gibi vaaz verip durmuştur. Cameron bu geleneği sürdürüyor.
Cameron aynı zamanda Margaret Thatcher’ın geleneğini sürdürüyor, onun varisidir. Thatcher 1979’da işçi sınıfına son otuz küsur yılın neoliberal saldırısını başlatan Britanya başbakanı idi. Sosyal hizmetlere vurduğu darbeler bütün kapitalist ülkelerde içtihat haline geldi. Şimdi 2008 krizinde Britanya devleti Northern Rock, Royal Bank of Scotland ve diğer batak bankalara harcadığı paraların yarattığı ağır borçluluğu, sosyal hizmetlerden keserek kapatmaya çalışıyor. Yani bankaların faturasını işçi sınıfına ödetiyor.
Cameron Thacher’ın varisi ise, Tottenham’dan Manchester’a ayaklanan gençler de 1981’de Londra’nın Brixton mahallesinde çıkan olaylarda Thatcher’ın önlemlerine isyan eden siyahların varisleridir. Ama bu sefer sadece siyahlar değildir ayaklanan. Beyaz ve siyah gençler, hem de genç erkeği ve genç kadınıyla birlikte isyan ediyor. Basına geçen bir olay son derecede anlamlıdır: Londra’nın zenginlerin eline düşmüş semtlerinden Notting Hill’de bir restoranı basan (tabii ki başka bir mahalleden gelmiş) gençler müşterilerden cüzdanlarını ve nikâh yüzüklerini istiyorlar. Bu “soyguncular”ın arasında yer alan iki genç beyaz kadın BBC’ye şöyle diyor: “Biz yalnızca zenginlere ne istersek yapabileceğimizi göstermenin peşindeyiz.” Sınıf kinini göremiyor musunuz?
Margaret Thatcher’ın ünlü bir çok lafı vardır. Ama en radikali herhalde şudur: “Toplum diye bir şey yoktur.” Yani sadece bireyler vardır. Eh, toplum diye bir şey yoksa, bu genç “birey”lerin işleri ellerine almalarını da sineye çekmek zorundasınız!
Bugün Britanya’da isyan ederek her şeyi yakıp yıkan ya da 2005’te Fransız kentlerinin varoşlarında ayaklanan gençlik ile Tunus’ta 17 Aralık 2010’dan beri ayakta olan gençliği harekete geçiren saiklerde hiçbir fark yok. Sadece yöntemlerinde farklılık var. Britanya ya da Fransa’da bu gençliğin isyanı sınıf mücadelesinin çiğ biçimi. Zenginliği en yüzeysel biçimleri içinde karşısına alıyor. Gaspedilmesi gereken cüzdanlar ve nikâh yüzükleri değildir. Fabrikalardır, bankalardır, petrol kuyularıdır, telekom şirketleridir.
Tunuslu gençler de oraya henüz gelmediler. Ama oraya ulaşabilmek için önce hesaplaşılması gereken adrese yöneldiler hiç olmazsa: devlete.