9 Nisan 2014, Çarşamba
Parlamentarizm depresyonu
Tayyip Erdoğan’ın 30 Mart’ta göreli olarak yüksek bir oy oranına ulaşması, Gezi’yi sosyal medyada bir piknik zannedenleri ve “Gezi ruhu”nun her girdiği kabın şeklini alan bir gaz olduğunu sananları pek bir düş kırıklığına uğrattı. Bunlar toplumsal mücadelelerin sanal ortamda değil, insan bedenleriyle sokaklarda, meydanlarda, direniş çadırlarında, işgal edilmiş fabrikalarda verildiğini bir türlü anlayamadıkları için kendi sosyal medya ağlarını gerçek hayatın yerine koymaya eğilimliler.
İnternet denen iletişim ortamının, gazetenin, radyonun, televizyonun iletişim gücünü şaşkınlık verecek bir hıza kavuşturduğunu, çift yanlı ve interaktif hale getirdiğini, ama yine de bir iletişim aracı olduğunu unutuyor, ona kendi başına bir güç atfediyorlar. Sanki devrimleri, isyanları, ayaklanmaları internet ve sosyal medya yapacak! Radikal gazetesi “light entelektüel” bir gazete olalı köşe yazarlarını da mezhebine uygun seçiyor. Eyüp Can, Yıldırım Türker’i hazmedemedi, ama “pop star” yazarlarla arası iyi. Şimdi artık bazı günler kapak sayfasını çevirip 3. sayfaya baktığınızda fikir hayatımızın mümtaz şahsiyetlerinden, televizyondaki müzik ve bilumum yarışmaların değişmez jüri üyesi Armağan Çağlayan’ı görüyorsunuz. Kendileri seçimden sonra yazdıkları bir yazıya (şimdi hepimiz post-moderniz ve herkesin kendi öyküsünü anlatması moda ya!) “Hayal kırıklıklarım” başlığını atmışlar.
Yüksek fikir sahibi köşe yazarımız birçok konuda özeleştiri yapıyor. Bizi ikisi özellikle ilgilendiriyor. Biri sosyal medya yanılsaması ile ilgili. Şöyle diyor yazarımız: “Hepimizin ‘sosyal medya’ya olan inancı da zedelendi. Fark ettim ki orada hepimiz birbirimizi doldurmuş, hepimiz birbirimizin beklentisini yükseltmişiz. Oysa hayat Twitter ve Facebook’tan ibaret değilmiş. (…) Galiba hepimizin ‘sosyal medya’dan analiz yapmak, ‘klavye sosyoloğu’ olmak yerine ‘gerçek hayata’ dönme zamanı geldi. Atladıklarımız da dâhil her cümlesi bir mücevher! Düşünsenize Radikal okuyucusu Eyüp Can-Armağan Çağlayan ikilisi sayesinde neler öğreniyor: “Oysa hayat Twitter ve Facebook’tan ibaret değilmiş.” Yazarımız anlaşılan bunu öğrenmek için Tayyip Erdoğan’ın seçim zaferiyle uyanmayı bekliyormuş! “Fark ettim ki orada hepimiz birbirimizi doldurmuş, hepimiz birbirimizin beklentisini yükseltmişiz.” Bunu şimdi fark etmek basbayağı bir erdem! Bu Cihangir-Nişantaşı-Bebek-Bağdat Caddesi, bir de güvenlikli siteler dışındaki hayatla ilişkisini kesmenin acı bir tablosu.
En güzeli de “‘gerçek hayata’ dönme” çağrısı. Bütün bunlar bize bir şey gösteriyor. Bu insanlar Tahrir’den Taksim’e büyük halk hareketlerini gerçekten sosyal medyanın yarattığına inanmışlar. Şimdi kafalarını gerçeğe çarparak uyanıyorlar. Gezi ile başlayan halk isyanında en az yedi genç bedeni kurban vermemiz bile uyandırmamış onları. Neyse, Armağan Çağlayan gerçek dünyaya dönüyor. Özeleştiriden iyi bir şey olmaz. Yer açın kendisine!
İkinci nokta çok daha vahim. “Gezi ruhu” denen şeyin bazılarınca ne düzeye düşürüldüğünü çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. “Katılırsınız, katılmazsınız bilemem ama sanırım hepimizin ya da genellemeyeyim en azından benim ‘Gezi Ruhu’ beklentim vardı. Hani ‘Gezi’ sırasında birçok yazarın, sosyologun, psikoloğun, televizyonlarda, gazetedeki köşelerinde ya da yazdıkları kitaplarda ‘Geziden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ dediği ‘Gezi ruhu’ beklentim. Galiba en azından benim bu inancım da biraz zedelendi.” Dedik ya, jüri üyemiz ‘Geziden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ dendiğinde, eskisi gibi sandığa gideceğimizi, ama CHP’ye oy verenlerin sayısının “eskisi gibi” olmayacağını düşünüyormuş. Ne hayal gücü, bravo!
Gezi ruhu denen şeyi her girdiği kabın şeklini alan bir gaz gibi kavrıyor medya gülümüz. Dün meydanlarda kucaklaşan veya polisle çatışan insanlardı; bugün ise sandığa oy vermeye giden insanlar. Kusura bakmayın, büyük halk hareketlerinden hiçbir şey anlamıyorsunuz. Seçim, isyanın ve devrimin bir bakıma karşı ucunda yer alır. İsyanda ve devrimde insanlar muazzam bir kolektivite ruhu kazanır, bütün ileri adımlarını, sıçramalarını, coşkularını bu sayede geliştirirler. Penguenlerle alay ederler. Seçimde ise penguenlerin tutsaklarıdırlar. Sandığa, kolektivite ne demek, yapayalnız ve neredeyse gizli bir iş yapar gibi giderler. Armağan Çağlayan ise sandıkta ‘Gezi ruhu’ arıyor. “Ey ruh, geldiysen sandığa üç kez vur.” Tabii, ruhtan tık yok. Sandığa gidenler o ruhları varsa bile evde bırakıp gelmişler!
Bu kadar hırsızlık, bu kadar suç, bu kadar savaş kışkırtıcılığı sonunda Tayyip Erdoğan ve hükümeti ayakta kaldıysa bu, işte bu zihniyetin de katkısıyla olmuştur. Bu hükümeti düşürmek için lazım olan ruh değildir sadece, bedendir, meydanlarda bir araya gelip sel olan, bütün engelleri aşan bedenler! Bir tür insan bunları anlayamadığı için seçimden sonra depresyona girdi. Buna “parlamentarizm depresyonu” diyelim. Bu depresyona yakalananlar, hayallerinden ne kadar çabuk koparlarsa depresyonlarını o derecede hızlı aşacaklardır. Bunun için, yeniden kanıyla canıyla mücadele edenlerin yanında yer almak gerekli ve yeterli olacaktır.