Kırılgan zafer
Tayyip Erdoğan çok arzuladığı cumhurbaşkanı koltuğuna kavuştu. Üstelik daha ilk turda. Ama bu onun başarısından ziyade rakiplerinin hatalarının ürünü olan bir zafer. Seçim sonuçlarına yandaş basının kaba yaklaşımı ile değil dikkatli biçimde bakıldığında Erdoğan’ın düşüşünün devam etmekte olduğunu görmek mümkün.
Bu seçimde kilit rakam katılım oranıdır. Çünkü bu oran, geçmişte Erdoğan’ın karşısında olan büyük partilere oy veren seçmenin ne ölçüde sandıktan uzak durduğunu göstermektedir. Başka biçimde söylendiğinde, Erdoğan’a muhalif seçmenin “çatı” denen stratejiyle kendisine uygun olmayan bir adayın, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun dayatılmasına cevaben kendiliğinden bir boykot eğilimine girdiğini göstermektedir. Katılım oranı, 12 Eylül’den bu yana, yani 30 yıldır en düşük düzeyindedir. Erdoğan’ın yüzde 51,8 oy oranı sadece bunun bir ürünüdür. Mutlak rakam olarak Erdoğan’ın aldığı oy ciddi bir zafer kazandığı 2011’e göre düşmüştür.
Rakamlar ortada. 2011’de 52,8 milyon toplam seçmen varken AKP’nin aldığı oy miktarı 21,4 milyon. Bugün 55,8 milyon toplam seçmenden ise sadece 20,8 milyonu Tayyip Erdoğan’a oy kullanmış. Seçmen sayısı ciddi artış göstermiş (yüzde 5,6), ama Tayyip Erdoğan’ın oyu buna rağmen 600 bin dolayında bir düşüş göstermiş. Demek ki, katılım oranının yarattığı yanlış izlenimden arındırıldığında sonuçlar Tayyip Erdoğan’ın Gezi, 17 Aralık ve Soma olaylarından sonra başlayan gerileme sürecinin sandık düzeyinde dahi devam ettiğini gösteriyor. Başka biçimde de anlatabiliriz: 2011 seçimlerinde AKP’nin aldığı oyların toplam seçmen sayısına oranı yüzde 40,5’ti. Bugün bu oran yüzde 37’ye düşmüş durumda. Yani Erdoğan’ın oylarında bir ilerleme olmak bir yana bir gerileme var.
Ama rakiplerinin zayıflığı ve AKP’ye bağlanmış olan bir büyük kitlenin esas olarak aynı pozisyonda direnmesi, Erdoğan’ın şimdilik en güçlü konumda olmaya devam etmesini sağlıyor. Bunun önemi şuradan geliyor: Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıktı, ama şimdi genel seçimde AKP’nin (bütünlüğünü koruyabildiği takdirde bile) alacağı oy oranı eskisine göre çok daha zayıf olabilir. Bu da siyasi dengeleri köklü olarak değiştirecektir.
Bu sadece sandık düzeyindeki gerileme. Bunun yanı sıra, Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasıyla birlikte AKP içinde kurulacak cadı kazanı Erdoğan’ın zaferini çok daha kırılgan hale getirme istidadına sahiptir. Ama bundan çok daha önemli olan, Gezi ile başlayan halk isyanının, Soma’da bilinçlere yükselmeye başlayan sınıfsal çelişkilerin ve Selahattin Demirtaş’ın bu seçimde oylarını yükseltmesinin, 17 ve 25 Aralık’la toplumun çok büyük bir bölümü nezdinde iyice teşhir olmuş olduğu için zayıflamış bir Erdoğan’ı çok zor durumda bırakabilecek olmasıdır.
Tıpış tıpış!
CHP’nin kendi seçmenini yumuşak bir İslamcı’ya oy kullanmaya zorlaması ters tepti. Aynı şey seçmeninin bir bölümünü elbette başka nedenlerle AKP’ye kaptıran MHP için de geçerli. Katılım oranının düşüklük bakımından 30 yıllık bir rekor kırması, doğrudan doğruya bunun bir sonucu. Kılıçdaroğlu, seçimi Erdoğan’a kazandıranın “tatilciler ve boykotçular” olduğunu söyledi seçimden hemen sonra. “Tatilciler” diye bir parti yok! Onlar CHP’nin belirli bir davranışı dolayısıyla öyle yanıt verdiler. Adaylardan bağımsız olarak tatilin çekiciliğine kapılmadılar. Seçmeni harekete geçirmek siyasi partilerin işidir. Geçiremediniz, şimdi “yerim dar” diyorsunuz!
Şayet 2014 yerel seçimlerinin katılım oranı tutturulabilmiş olsaydı, 50 milyon seçmen oy kullanmış olacaktı. Eğer 2011 genel seçimlerinin katılım oranı düzeyine ulaşılsaydı, 46 milyon seçmen oy kullanacaktı. Bugün ise sadece 40 milyon seçmen oy kullandı! Kılıçdaroğlu tatilci diyor. 2011 seçimleri de yazın olmuştu (12 Haziran). O zaman seçmenin yüzde 83’ü sandığa gitmiş de bugün neden gitmiyor? Haydi diyelim Haziran yazın daha başı. Ya 2007 seçimleri? Bu seçimler yazın ortasında 22 Temmuz’da düzenlenmişti. Katılım oranı yüzde 84, 2. Yani “tatilci” iddiası çürük. Boykotçu demek ise ben adayımı beğendiremedim demektir. Siz bir hesaba göre 6, bir hesaba göre 10 milyon seçmeni sandıktan uzak tutacak bir aday göstermişsiniz! Sonuç hep aynı kapıya çıkıyor: Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday gösterilmesi bir felâket olmuştur!
Şimdi kim “tıpış tıpış” nereye gider, göreceğiz!
Demirtaş’ın başarısı kaçan fırsatın işareti!
Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) adayı Selahattin Demirtaş, teknik anlamda başarılı bir seçim kampanyası sonucunda oylarını 4 milyona ya da oransal olarak yüzde 10’a yaklaştırdı. Bu, ilk bakışta, Kürt hareketi ve şimdi onun “Türkiyelileşmesi”nin kanalı olarak işlev görmesi beklenen genç parti HDP için hatırı sayılır bir başarı. Öyle anlaşılıyor ki, partinin hedefleri arasında Demirtaş’ın bir lider olarak bütün Türkiye’ye tanıtılması ve genel seçimlere yönelik olarak yüzde 10 barajının psikolojik etkisinin ortadan kaldırılması ön planda geliyordu. Bunlardan ilk hedefe erişildiği ortada. Ama ikincisi konusunda çok emin olmamak gerekir. Nesnel olarak bakıldığında, Demirtaş’ın oy oranının bu kadar yüksek olmasının ardında da (aynen Erdoğan’ınki gibi) katılım oranının düşüklüğü, yani CHP’nin (ve belki de MHP’nin) seçmeninin bir bölümünün sandığa gitmemesi yatıyor. Katılım arttığında, başka şeyler sabit kalırsa, bu oran düşecektir. Bu yüzden genel seçimlere hazırlık hedefinin de olumlu sonuçlandığını söylemek acelecilik olur.
Ama esas önemli nokta başkadır: Demirtaş’ın başarısı, ironik şekilde, HDP’nin bu seçimdeki taktik tercihinin yanlışlığının bir kanıtı olmuştur! HDP, Devrimci İşçi Partisi’nin önerdiği gibi, işçi sınıfının mücadeleci katmanlarına ve Ekmeleddin İhsanoğlu’na sırtını dönen milyonlarca Alevi’ye, kadına, gence ve başkalarına hitap edebilecek, solda ve sendikal harekette de kabul görecek daha kavrayıcı bir aday göstermiş olsaydı, bugün Demirtaş’ın elde ettiği başarı misliyle büyürdü. HDP’liler Demirtaş’ın sol eğilimli seçmenden ya da Alevilerden ya da kadınlardan aldıkları oyu arttırdığını söylüyorlar. Ya sandığa gelmeyen 6 ila 10 milyon insan? HDP kapsayıcı bir aday gösterseydi, o adayın Kürtlerden alacağı oy Demirtaş’ın aldığından bir miktar daha düşük olurdu. Aima geri kalan 6 ila 10 milyona doğru seslenilebilseydi, bu kat kat telafi edilirdi. En önemlisi, böyle bir birleştirici kampanya solda ve Kürt hareketinin çevresinde büyük bir seferberlik yaratırdı. Bütün sol fabrika fabrika, mahalle mahalle, ev ev çalışırdı. Bunun sonucunda HDP’nin gösterdiği bir adayın mesela 8 milyon oy, yani yaklaşık yüzde 20 oy aldığı bir Türkiye’yi hayal edebiliyor musunuz? Burada eklemek gerekiyor: Bu strateji sadece Erdoğan’a karşı hepimizin elini güçlendirmekle kalmazdı, Kürt hareketinin çıkarlarına da daha çok hizmet ederdi.
Seçim sonucu şöyle özetlenebilir: Kılıçdaroğlu ve Bahçeli 10 milyon seçmeni sandıktan soğuttu. HDP o seçmenlerin pek azını geri kazanabildi. Bunun sonucunda Tayyip Erdoğan kendi geçmişiyle karşılaştırıldığında yüksek oy almadığı halde seçimi daha birinci turdan kazandı. Çatı adayı stratejisi, Erdoğan karşıtı seçmeni sandıktan uzaklaştırarak Erdoğan’ın oylarının gerilediği bir seçimde daha birinci turdan seçilmesini sağlamıştır!