KHK’lardan Padişah fermanına doğru

25 Ağustos günü yayınlanan, 203 maddeden oluşan 694 sayılı KHK hem içerik hem de biçim açısından bir istibdad rejimi inşasını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Mevcut Anayasa’ya göre OHAL ilanının gerekçesi dışında KHK çıkarılamaz, ayrıca kalıcı yasal düzenlemeler yapılamaz. AKP’nin çıkardığı neredeyse tüm KHK’lar bu yüzden anayasaya aykırı. Ancak son döneme kadar bu tür düzenlemelerin kapsamı nispeten sınırlı kalıyordu. Son 203 maddelik KHK ile adeta yasama görevini tümüyle gasp ederek üstüne almış bir hükümetle karşı karşıyayız.

 Yargı rehin alınmış, yasama felç edilmiş, hükümet denetimsiz

Yasamayı fiilen üzerine almış olan hükümet kendini hukuksal denetimden de tamamen azade kılmış durumda. Çünkü hükümet anayasayı bu şekilde ihlal ettiğinde bunu denetleyecek tek organ olan Anayasa Mahkemesi uzun süreden beri rehin alınmış durumda. Anayasaya aykırı KHK’larla ilgili yapılan başvuruları OHAL dolayısıyla yetkisiz olduğunu gerekçe göstererek reddeden Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesi Gülen cemaatinin yargıda en etkin olduğu dönemde atanmış, Anayasa Mahkemesi başkanı Zühtü Arslan ise cemaatin yuvası olduğu gerekçesiyle 2015 yılında kapatılan Polis Akademisi’nin başkanlığını yapmıştı. Bu şekilde rehin alınmış Anayasa Mahkemesi görevini yapamıyor, ne istibdad kararnamelerine ne de mühürsüz seçimlere müdahale edebiliyor.

Bu durum mevcut sistemin hukuki olarak kendini koruma mekanizmalarının tamamen çökertilmiş olduğunu gösteriyor. Örneğin 2016 sopalı referandumunda halkın ve tarihin nezdinde meşruiyet kazanamamış olan Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişin uyum yasaları, yine gayri meşru bir metotla yani TBMM’de görüşülmek yerine OHAL KHK’ları aracılığıyla geçiriliyor. MİT başta olmak üzere Cumhurbaşkanlığına bağlanan kurumlarla ilgili maddelerin hepsinin TBMM’de görüşülmesi gerekiyordu. Bunun için meclisteki tartışmayı tamamen susturan, muhalefetin elindeki tüm olanakları yok eden bir iç tüzük değişikliği yapan AKP’ye bu bile yetmiyor ki yangından mal kaçırırcasına KHK’ları devreye sokuyorlar.

İktidar, başsavcı şahsında TBMM’ye komiser atıyor

KHK ile yasa yapmak TBMM’nin yetkilerinin hükümet tarafından gasp edilmesidir. Ancak dahası da var. TBMM’nin yetkilerini gasp eden hükümet, milletvekillerinin soruşturulmasına ilişkin yasaya yeni bir madde ekleyerek TBMM’yi adeta yargısal bir kuşatma altına almıştır. KHK’nın 146. Maddesi ile milletvekilleri hakkında soruşturma ve kovuşturma yetkisi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilmiştir. Bu madde ile Anayasa Mahkemesi gibi rehin alınmış bir Başsavcı ile TBMM adli olarak zapturapt altına alınabilecektir. Anayasa’da milletvekili dokunulmazlığı kalkmış değildir, TBMM’ye haber vermeden soruşturma yapmak da dokunulmazlık kalkmadan yargılama yapmak da hâlâ mümkün değildir. Bunu neye göre söylüyoruz? Anayasa! Delik deşik olmuş, binlerce kez çiğnenmiş ve çiğnenmekte olan Anayasa’nın kendisi güvence altında değilken milletvekillerine güvence sunması pek mümkün değil.

Bu madde ile daha önce dokunulmazlığı kaldırılmış ve yargılanmakta olan milletvekillerinin dosyalarının da Ankara’da tek elde toplanması söz konusu olabilir. Bu, Anayasa mahkemesi gibi rehin alınmış ya da siyaseten yönlendirilebilen bir Ankara Cumhuriyet Başsavcısı söz konusu olduğunda tüm muhalefet üzerinde Demokles’in kılıcının sallandırılması, Selahattin Demirtaş ve Enis Berberoğlu gibi siyasi davalara doğrudan AKP Genel Merkezi’nin müdahele etmesi anlamına gelecektir. Ayrıca bunun tersten başka bir sonucu daha olacaktır. Şu ya da bu ildeki herhangi bir savcının da mesela AKP milletvekilleri hakkında soruşturma açamaması, meclise fezleke gönderememesi söz konusudur.Yani bu madde muhalefete tehdit, AKP’ye güvencedir.

Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli: Cumhurbaşkanı kararnamesi padişah fermanı olacak

Bir kez KHK marifetiyle TBMM’ye müdahale edilmeye başlandı mı, burjuva anlamda bile demokrasinin sınırları tamamen aşılmış ve istibdada doğru yelken açılmış demektir. Bu aşamadan sonra TSK’daki atamalardan, akademisyenlerin sürgün edilmesine kadar her türlü düzenleme hükümetin ve giderek tek bir kişinin iradesiyle hayata geçebilecek hale gelmektedir. 16 Nisan sopalı referandumuyla millete dayatılan Cumhurpatronluğu rejiminin neye benzeyeceği de böylece gayet net bir şekilde anlaşılmaktadır. Türkiye, neredeyse Padişah fermanı niteliğine kavuşacak olan Cumhurbaşkanı kararnameleri ile yönetilecektir. AKP’liler itiraz edecek: “Cumhurbaşkanının kararname ile yasa yapması, yasalarda yer alan konularda kararname çıkartması mümkün değil” diyecekler. Referandum tartışmaları boyunca böyle dediler. İyi de OHAL kararnamesi ile yasa yapmak da mümkün değildi? Ceza kanunundaki maddeleri değiştirmek de, sorgusuz sualsiz, delilsiz yargılamasız insanları işinden etmek de, Varlık Fonu kurup halkın birikimlerini sermayeye peşkeş çekmek de, ordunun yapısını değiştirmek de, sendikaları kapatmak da, grev kanununda değişiklik yapıp yeni sektörleri grev yasağı kapsamına almak da ve artık saymakta zorlandığımız sayısız düzenlemeyi yapmak da Anayasa gereği mümkün olmamalıydı!

Ya istibdadın çökerttiği Türkiye, ya halkın zincirlerini kırarak yeniden kurduğu bir Türkiye!

Türkiye, Erdoğan’ın kendi deyimiyle “OHAL’den istifade” koyu bir istibdad rejimine doğru sürüklenmektedir. Ne anayasa, ne mahkemeler, ne TBMM, ne de başka bir devlet kurumu halka bir güvence sunuyor. Bu durumda halkın kendisini korumaktan aciz ve halkın hürriyetlerini korumaya ne niyeti ne de gücü olan bu düzenden medet umması düşünülemez. İşçi ve emekçilerin öncülüğünde halkın kendi kaderini kendi eline alması, istibdada karşı mücadele etmesi, grevlerle, direnişlerle, kitlesel toplantı ve gösterilerle zincirlerini kırarak Türkiye’yi yeniden kuracak bir Kurucu Meclis’in toplanmasını sağlaması tek çıkar yoldur