Kadının gücü nereden gelir?
Türkiye medyası kendinden geçmiş durumda. İtalya’nın iki önemli kentinde, başkent Roma ve en önemli sanayi kenti Torino’da belediye başkanlığı seçimini iki kadın aday kazandı ya, yok İtalya’da “kadın gücü” imiş, yok “bugün Romalılar kazandı” imiş, yok “muhalif kadınların zaferi” imiş, bütün yayın organları heyecan içinde başlık atıyor.
Her şeyden önce “kadın gücü” diyen yayın organlarının bu iki kadının koca koca resimlerini yayınlamalarının nedeni ortada. Roma’nın yeni belediye başkanı 37, Torino’nun yeni belediye başkanı ise 31 yaşında. İki genç kadının görülmemiş büyüklükte fotoğraflarının yayınlanmasının basında yer alan başka kadın resimlerinden farkı olup olmadığına herkes kendi karar versin. Kendi kendinize sorun: Bizim yukarıya koyduğumuz iki kadın olsaydı seçilenler, basın böyle cömertçe kullanır mıydı fotoğrafları?
“Kadının gücü” diyenler önce bu kadınların hangi siyasi program temelinde seçildiğine bakmalı. Roma (Virginia Raggi) ve Torino’nun (Chiara Appendino) belediye başkanlarının her ikisi de Beş Yıldız Hareketi (M5S) diye bilinen epeyce yeni bir siyasi harekete mensuplar. Hareket 2009’da kuruldu. İlk kez 2013 genel seçimlerinde büyük bir başarı kazanarak yüzde 25 oyla 109 milletvekili seçtirdi. 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oyları yüzde 21’e düştü. O zamandan bu yana da bir durgunluk döneminden geçiyordu. Başında Beppe Grillo adlı bir komedyen var. Neredeyse tek başına yönetiyor hareketi. Partinin “teorisyeni” olarak anılan Gianroberto Casaleggio, geçtiğimiz aylarda kanserden hayatını yitirdikten sonra bu eğilimin güçlenmesi beklenebilir.
Partinin baş “numara”sı politikacılara karşı olmak! Şu anda kendilerinin ne yaptığını sorarsanız, onlar “yurttaş”! Ama epey yüksek sayıda temsilcileri gayet geleneksel bir biçimde parlamentoda ve belediyelerde görev yapıyor. Peki, neden “politikacılar”a karşılar? Çünkü bütün gelişmiş kapitalist ülkelerde, büyük kitleler öylesine sıkışmışlık içinde ki var olan siyasi partilerden en ufak bir umutları kalmamış durumda. Dolayısıyla, önlerine “yeni” görünen ne çıksa başlarını en azından çevirip bakıyorlar. ABD’de nasıl Donald Trump “politikacılar”a ve Amerikan terminolojisinde “sistem”, “hâkim doruklar” falan anlamına gelen “establishment”a karşı dışarlıklı biri olarak başarı kazandı, M5S de öyle.
Bu bir pazarlama başarısı. Aynısını İspanya’da iki hareket birden geçekleştirdi. Solda Podemos (“Yapabiliriz”), sağda ise Ciudadanos (“Yurttaşlar”) adını taşıyan iki yeni parti, daha 2014’te kuruldukları halde, 2015 sonunda yüksek oylarla (Podemos yüzde 20’ye ulaştı) parlamentoya girmeyi başardı. Demek ki, sağda Trump’tan solda Podemos’a, birçok yeni siyasi güç bugünün koşullarında bazı ülkelerde büyük bir atak yapabiliyor. Önemli olan ne siyasi program savunduğu bu partilerin. Örgütlü bir kadın mücadelesi olmadıkça, doğru bir siyasi program olmadıkça, kadınların şuraya buraya seçilmesi kozmetik bir etki yapar sadece.
M5S en başta işçi sınıfı mücadelelerinin ve sendikaların düşmanı olmakla öne çıkıyor. İtalya’nın baş sorunlarından birinin örgütlü işçi sınıfının sık sık grev yapması olduğu, küçük burjuvazinin saflarında çok yaygın bir ideolojik tema. M5S buna oynuyor. Nitekim Virginia Raggi’nin Roma’da özellikle ulaşım ve çöp toplama alanlarında grevlerle mücadele edeceğine dair açıklamaları var.
Kimileri iki büyük kente seçilen belediye başkanlarının kadın olmasının kendi başına olayın olumlu görülmesi için yeterli olduğunu düşünebilir. Oysa bu konuda M5S’in sicili hiç de çekici değil. Kadın hakları ya da feminizmi bir yana bırakalım, Beppe Grillo yaygın olarak “seksist” (yani “cinsiyetçi”) olmakla suçlanan biri. Üstelik, işçi sınıfı, sendikalar ve grevlere düşman bir hareketin, söyleminde kadın sorununa nasıl yaklaşırsa yaklaşsın, kadınların sorunlarına çözüm getirebileceğini ummak epey saflık olur.
Siyasi görüşlerinden bağımsız olarak kadınların yönetici olmasına sevinmek belki bir zamanlar, kadınlar henüz pek az ülkede siyasette yöneticilik yapmışken, doğru olmasa da anlayışla karşılanabilecek bir şey olabilirdi. Ama 20. yüzyılın gördüğü en gaddar politikacılardan ve sosyal hizmetlerde ve istihdamda açtığı yaralarla, bırakalım genel olarak işçiyi ve yoksulu doğrudan kadınlar açısından bile dev sorunlar yaratmış olan yöneticilerden biri olan Britanya başbakanı, neoliberal çağın kraliçesi Margaret Thatcher’dan sonra eski saflığın sürdürülmesi biraz komik. Bizde ise aynı gaddarlığı hem ekonomik alanda, hem de 1993 konsepti ile Kürt halkına uyguladığı vahşetle politik alanda göstermiş olan Tansu Çiller örneğinin yeterli olması gerekiyor.
Ama mesele geçmişle de sınırlı değil. 2016 yılı bu bakımdan çok hassas bir yıl. Bu yılın sonunda dünyanın en güçlü siyasi görevine belki de bir kadın seçilecek. Hillary Clinton, ABD başkanlığını kazandığı takdirde, ilk kez bir kadın seçildi diye sevineceklerin çok olacağı anlaşılıyor. Sevinecek başkaları da var: Wall Street’in yatırım bankaları, Pentagon’un generalleri, bütün dünyayı sömürmekle zenginleşen çokuluslu şirketlerin sahipleri ve yöneticileri, Amerikan emperyalizminin bütün temsilcileri. Zarar göreceklerin arasında Amerikan emperyalizminin ezdiği bütün ülkelerde erkek kadın fark etmez emekçi ve yoksullar, ABD içinde ise işçi sınıfı, siyahiler, gençler ve, evet, emekçi sınıflardan kadınlar olacak.
Herkes saflarını seçmekte serbest.