Kadınlar, yaşamak için örgütlenmeye!
Kadınlar için evlenmek, boşanmak, evden dışarıya çıkmak ve hatta yaşayabilmek için bile her gün erkek egemen sistemin baskılarına karşı mücadele etmek zorunda kalıyor. Ve bu baskılar tüm kadınları hedef alıyor. O halde, kadın cinayetlerine dur demek, yeterli sayıda ve kadınların güvenle kalabileceği sığınmaevleri için, üzerilerindeki baskı ve tahakkümü parçalamak için, erkek egemenliğine ve onunla iç içe geçen kapitalizme karşı örgütlenmeye, mücadeleye!
Son aylarda ciddi bir artış gösteren kadın cinayetleri, artık burjuva medyasının bile her gün değinmek zorunda kaldığı bir hal aldı. Hatta öyle ki, geçtiğimiz günlerde Kanal D haber, hızını alamayarak, bir kadın cinayeti haberini “kadınlar örgütlenin” başlığıyla verdi. Erkek egemen ideolojinin yaygınlaştırılması ve dolayısıyla kadın cinayetlerinin artışında, diliyle, dizileriyle, programlarıyla, köşe yazılarıyla medyanın rolü başlı başına tartışılması gereken bir konu. Ama kadınları örgütlenmeye çağırmak, sistemin kendisi açısından ironik bir durum. Tabii kadın cinayetlerini münferit vakalar olarak algıladıklar için, kadınlara örgütlenme çağrısı yapmakta bir sakınca görmüyorlar. Ama onları uyaralım; kadınlar örgütlenip mücadele etmeye başladıkları anda, kadın cinayetlerinin münferit değil erkek egemen sistemin birer ürünü olduğunu anlayacaklar. İşte o zaman da cinayetlerin sadece görünür tarafıyla değil, nedenleriyle - kökleriyle bir mücadeleye girişecekler.
İlk başta şunu anlamak gerekir ki; kadınların katilleri, toplumun dışında kalmış, bir grup hasta, sapık, cahil vs. yabancılar değil. Katiller, toplumun iliğine kadar işlemiş, kadının bedeni ve yaşamı üzerinde söz söyleme hakkını, hatta mülkiyetini erkeklere veren erkek egemen sistemden beslenmiş, toplumun bizzat yücelttiği “sapına kadar erkekleri”, “adam gibi adamları”dır. Bırakın şiddeti, sevgi anlayışı bile beyinlerine on yıllarca “ya benimsin ya kara toprağın” veciz ifadesiyle kodlanmış bu adamlar, katledilen kadınların en yakınlarındaki, kendilerini “seven” adamlardır.
“Gelinlikle girdikleri evden ancak kefenle çıkan” kadınlar yıllarca katilleriyle birlikte yaşayıp, onların (başbakan tarafından en az üç olması tavsiye edilen) çocuklarını doğururken, bizzat erkek egemen devletin kendisi, tüm eğitim kurumlarıyla bu yapının devamını sağlıyor. Hükümet en yetkili ağızlardan günü geliyor “açık” giyinen kadınların tecavüzü hak ettiğini; günü geliyor kadınların cinayet haberlerini abarttığını söyleyerek kadınların yaşamına ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Devlet, polisi aracılığıyla eşinden gördüğü şiddetten kaçan kadını kocasıyla el ele ölüme gönderirken, yargısıyla “erkekliğine laf eden”, “namussuz” karısını öldürenler için uyguladığı “haksız tahrik” indirimiyle erkekleri yüreklendiriyor. Öldürülmeyi bekleyen kadınların barınabileceği kadın sığınaklarını açmayarak, aile kurumunun devamını, kadın yaşamının üstünde tutuyor; kadınları en baştan kendi kaderleriyle baş başa bırakıyor.
Kadınlar için evlenmek, boşanmak, evden dışarıya çıkmak ve hatta yaşayabilmek için bile her gün erkek egemen sistemin baskılarına karşı mücadele etmek zorunda kalıyor. Ve bu baskılar tüm kadınları hedef alıyor. O halde, kadın cinayetlerine dur demek, yeterli sayıda ve kadınların güvenle kalabileceği sığınmaevleri için, üzerilerindeki baskı ve tahakkümü parçalamak için, erkek egemenliğine ve onunla iç içe geçen kapitalizme karşı örgütlenmeye, mücadeleye!
* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Eylül 2011 tarihli 23. sayısında yayınlanmıştır.