İsrail’e karşı alınan kararlar: Geç kalınmış ve yetersiz!
Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin tamamen kopmasını beklemek hayalcilik olacaktır. Ancak Türkiye İsrail’le ilişkilerini kopartmalıdır. Askeri anlaşmaların askıya alınması yetmez, tüm diğer ikili anlaşmalarla birlikte iptal edilmelidir. Gazze ambargosu derhal kaldırılmalıdır. Nihayet İsrail’in şu ya da bu eyleminin değil bizzat bir korsan devlet olarak kendisinin gayri meşru olduğu ilan edilmelidir.
Birleşmiş Milletler’in abluka altındaki Gazze’ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerinin saldırması ve 9 kişiyi öldürmesi ile ilgili raporunun açıklanması, İsrail’in talepleri sonucunda defalarca ertelenmişti. Nihayet önce ABD basınına sızdırılan rapor resmen açıklandı.Raporda her ne kadar İsrail’in uyguladığı şiddet “aşırı” ve can kayıpları “kabul edilemez” olarak nitelense de meselenin özünü oluşturan İsrail’in Gazze’ye yönelik ablukası meşru ve haklı görüldü. Mavi Marmara’daki katliam dolayısıyla İsrail’in özür dilemesini, tazminat ödemesini ve Gazze’deki gayri meşru ablukayı kaldırmasını talep eden Türkiye ise, bu taleplerine karşılık bulamayınca bazı diplomatik yaptırımları uygulamaya koydu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından dünyaya duyurulan kararlara göre, Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin seviyesi düşürüldü ve İsrail Büyükelçisi’nin Çarşamba gününe kadar ülkesine dönmesi istendi. Türkiye-İsrail arasındaki tüm askeri anlaşmalar askıya alındı.
Ayrıca Türkiye, Gazze ablukasının Uluslararası Adalet Divanı’na taşıyacak ve Mavi Marmara ve diğer gemilere yönelik İsrail saldırısının mağdurlarının hukuki girişimlerine destek vereceğini açıkladı. Nihayet Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestisinin sağlanması için Türkiye’nin aktif tutum alacağı duyuruldu. Bunun anlamı Türk savaş gemilerinin bölgedeki devriyelerini arttırması ve gerekirse Gazze’ye gidecek gemilere Türk donanmasının eşlik etmesi… Aynı zamanda Türkiye, Cumhurbaşkanı Gül’ün ağzından Gazze Ambargosunu meşru kabul eden BM raporunu tanımadığını ilan etti.
Türkiye İsrail dostluğu bitiyor mu?
Tüm bu adımlar şüphesiz ki doğru yöndedir; ancak gecikmiş adımlardır ve yetersizdir. Davutoğlu, İsrail’in artık yaptıklarının bedelini ödemesi gerektiğini söylemiş ve bu bedellerin ilkinin Türkiye’nin dostluğundan mahrum kalmak olduğunu söylemiştir. Bu son derece önemli bir açıklamadır.
Türkiye ve İsrail, ABD emperyalizminin bölgedeki iki sadık müttefiki olagelmiştir. ABD, İsrail, Türkiye üçgeni işbirlikçi Arap hükümetleriyle birlikte Ortadoğu’da gericiliğin kalesi olmuştur. İsrail’in Türkiye’nin dostluğundan mahrum kalacak olması kuşkusuz ki bu gerici ittifakı sarsacaktır ancak onu yıkacağını söylemek zordur. Zira Türkiye devletinin girişimleri esasen İsrail’i kendi taleplerini kabul etmeye zorlayarak bu dostluğu (gerici ittifakı) yeniden tesis etmeye yöneliktir.
Arap devrimleri İsrail’i zayıflattı
Arap devrimlerinin parçası olarak Tunus’un ardından Mısır’da Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesi, İsrail’i bölgedeki en önemli dayanağından yoksun bırakmıştır. Arap devrimleri sürmektedir ve sallanan işbirlikçi rejimler İsrail’le arasına mesafe koymaktadır. Hamas ve El-Fetih arasındaki görüşmeler İsrail’i zora sokan bir diğer gelişmedir. Tüm bunlar daha önce gerici ittifakın “şımarık çocuğu” rolünü oynayan İsrail’in bu rolü aynen devam ettirmesini zorlaştırmaktadır. Davutoğlu’nun “Biz bölgenin en güçlü ülkesi olarak” diye başlayan cümleleri sadece Türkiye’nin askeri gücüne, ekonomik büyümesine ve dış politikadaki artan etkisine değil, aynı zamanda İsrail’in mevcut durumuna da işaret etmektedir.
Türkiye gerici ittifakta öne çıkmak istiyor
Türkiye İsrail’le savaşmak değil ABD-İsrail-Türkiye ittifakını ABD-Türkiye-İsrail ittifakına dönüştürmek, yani Arap devrimlerinin de etkisiyle bölgedeki gerici ittifakta İsrail’in önüne çıkmak istemektedir. Türkiye’nin Suriye girişimleri de aynı hedefe yöneliktir. Davutoğlu’nun sözleri şöyledir: “Amacımız, tarihe mal olmuş Türk-Yahudi dostluğuna halel getirmek değil, bilakis, İsrail hükümetinin bu istisnai dostluğa sığmayan bir yanlışını düzeltmeye onları yönlendirmek, sevketmektir.” Cumhurbaşkanı Gül ise “Barış ve istikrarın sağlanması için İsrail’in atması gereken adımlar vardır. Umut ederiz ki, bunları kendileri fark etmiyorsa, onları müttefikleri kendilerine fark ettirecek şekilde anlatırlar" diyerek bu süreçte ABD emperyalizmine belirleyici bir rol, adeta bir hakemlik pozisyonu atfetmektedir. Nitekim İsrail’e yönelik kararların açıklanmasının hemen ardından Türkiye, NATO’nun İran’a yönelik tasarladığı füze kalkanının radar sistemlerine ev sahipliği yapacağını duyurmuştur. Böylece Türkiye İsrail’e karşı attığı adımları ABD emperyalizmine ve onun bölgedeki çıkarlarına ters düşmeyeceğini ilan etmiştir.
Hem İsrail’le hem de Filistin’le dost olunmaz
Durum böyle iken Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin tamamen kopmasını beklemek hayalcilik olacaktır. Ancak Türkiye İsrail’le ilişkilerini kopartmalıdır. Askeri anlaşmaların askıya alınması yetmez, tüm diğer ikili anlaşmalarla birlikte iptal edilmelidir. Gazze ambargosu derhal kaldırılmalıdır. Nihayet İsrail’in şu ya da bu eyleminin değil bizzat bir korsan devlet olarak kendisinin gayri meşru olduğu ilan edilmelidir.
Aynı zamanda hem İsrail’le hem Filistin’le dost olamazsınız. İsrail’le dostluklarına sürekli vurgu yapan AKP iktidarının Filistin’le dostluğu bu yüzden ikiyüzlüdür. Ancak Türkiye’nin son kararlarla girdiği yol son derece risklidir. İsrail’in Türkiye’nin restini görmesi (İsrail’den gelen ilk açıklamalar bu yöndedir) Türkiye egemenlerini hazır olmadıkları bir maceraya sürükleyebilir. ABD emperyalizminin alacağı tavra bağlı olarak bu durum ciddi gerilimlere hatta AKP’nin iktidardan düşürülmesine kadar (ya da bu olmazsa ABD-İsrail-Türkiye ittifakının parçalanmasına) varacak sonuçlar doğurabilir. Diğer yandan Fethullah Gülen’in Mavi Marmara’yı eleştirdiği ve bölgede emperyalizm ve Siyonizmle çelişecek politikalara karşı çıktığı biliniyor. AKP’nin bu iç çelişkisi işler planlandığı gitmediğinde onu geri adım atmaya da zorlayabilir.
Tuzağa dikkat!
Nitekim Siyonizmin ve emperyalizmin sadık hizmetkârları derhal devreye girmiştir. CHP Genel Başkan Yardımcısı eski diplomat Faruk Loğoğlu AKP’nin diplomatik girişimlerine karşı çıkmış ve AKP’yi Türkiye’yi İsrail’le çatışmanın eşiğine getirmekle suçlamıştır. Önümüzdeki günlerde muhalefetin “eksen kayması” ekseninden yükleneceği açıktır. Politikasını anti-AKP bir çizgiye oturtan sosyalistlerin de aynı tuzağa düşmesi mümkündür. Zira AKP tüm muhaliflerini bu tuzağa çekmek isteyecektir. Özellikle de Kürt hareketini.
Ramazan ayında Kürtlere karşı savaşı adeta bir din savaşıymış gibi göstermeye çalışan Erdoğan, medyasını da yanına alarak derhal psikolojik operasyona girişecektir. Gazete köşelerinden dizilere kadar PKK ve İsrail arasındaki ilişkilere dair hikayeler yazılacaktır. Önümüzdeki günlerde gündeme gelmesi muhtemel PKK eylemleri derhal İsrail’le bağlantılandırılacak ve tüm bunlar Kürt sorununda askeri çözümün psikolojik ve siyasi zemini haline getirilecektir. Kürt hareketinin, bu girişimleri boşa düşürmek adına Arap devrimleriyle kurmuş olduğu sempati bağını Siyonist karşıtı bir perspektifle bütünleştirmesi elzemdir. Kürt hareketinde tarihsel olarak bu maya vardır.
Halklarla barış emperyalizmle ve Siyonizmle savaş!
Türkiye sosyalist hareketi ise anti-AKP söylemle kendisini bağlamamalıdır. İsrail’e karşı alınan tedbirlerin kalıcılaştırılması ve öteye götürülmesi talep edilirken bu girişimlere karşı başta ABD olmak üzere BM’den ya da AB’den gelebilecek her türlü baskıya, İsrail’le uzlaştırma ve barıştırma girişimlerine karşı çıkmak gerekir. Tüm bunlar olurken emperyalizme ve Siyonizme karşı halkları zayıf düşürecek her türlü milliyetçi provokasyona karşı çıkmak gerekir. Gerek İran’ın gerekse de Türkiye’nin yürüttüğü savaş Siyonizm’in içine düştüğü çıkmazda onun adeta imdadına koşmaktadır. Halklar arasında barış, emperyalizme ve Siyonizme karşı savaşın başarıya ulaşmasının vazgeçilmez koşuludur.
Arap devrimlerinin hallaç pamuğu gibi atmaya başladığı coğrafyadan nemalanmak isteyen çoktur. Bunların başında da Türkiye egemen sınıfları gelmektedir. Ancak kitlelerin isyanıyla kumar oynayanlar büyük sürprizlerle karşılaşabilir. Arap devrimleri Türkü, Kürdü ve Acemini de içine alarak Siyonizme ve emperyalizme karşı savaş yoluna girdiğinde, bölgedeki tüm gerici merkezlerin hesapları boşa çıkacaktır.