Testi kırılmadan
2019 yılı sınıf mücadelesi açısından sert bir hesaplaşma dönemi olacak. Ekonomik kriz derinleşiyor. Sermayenin bunu engelleyebilecek hiçbir çözümü yok. Ama bu krizin faturasını işçi ve emekçilere kesmek için çok ciddi bir hazırlıkları var. Sermayenin eylem programı belli. İktidarla birlikte hazırlandı ve yerel seçimlerin ardından en gaddar biçimde uygulamaya konacak.
Bu saldırı programının ana başlığı işten atmalar olacak. Sadece üretimdeki azalma dolayısıyla işten atmalar olmayacak. Genel işsizlik ortamında işini kaybetmeme korkusu yayıldıkça patronlar aynı, hatta daha fazla üretimi daha az işçiyle yapmaya yönelecekler ve işçilere insanlık dışı çalışma koşullarını dayatacaklar. Yine işsizlerden oluşan yedek işgücü ordusunun safları kalabalıklaştıkça ücretlerin genel seviyesini de adım adım aşağı çekecekler.
Her bir fabrika ve işyerinde işçiler bu saldırıyı göğüslemek zorunda kalacak. Ancak bir de bu saldırının genel boyutu var. Sermaye buna yapısal reformlar adını veriyor. Kıdem tazminatının fona devredilmesi ve özel istihdam bürosu adı altındaki işçi simsarlığı bürolarının istihdam sürecinin merkezine yerleştirilmesi en önemli başlık olarak karşımızda duruyor. İşçi sınıfı bu saldırıya fabrika ve işyerlerini aşan genel bir cevap üretmek ve bu saldırıya sınıf olarak direnmek zorunda.
Türkiye işçi sınıfının bu saldırıyı göğüslemek ve geri püskürtmek için yeterli gücü var. Ancak yeterli hazırlığımızın olduğunu söyleyemeyiz. Lafımızı esirgemeden konuşmalıyız, sendikalar tam bir körlük ve atalet içerisinde. Gelen saldırının boyutunun doğru kavrandığı kanaatinde değilim. İşsizlik dalgasının büyüyerek geldiği malum. Ama sendikal harekette bu dalga sanki geçici olacakmış gibi bir beklenti var. Çıkışları asgariye indirmek için pazarlık yapmak ve örgütlü işyerlerindeki statükoyu korumak esas davranış tarzı olarak öne çıkıyor. Patronların belli ki hükümetle koordinasyon içinde, gönüllü çıkışlara ağırlık vermesi ve işten çıkarmaları nispeten ağırdan alması bir yanılsama yaratıyor. Bu durumun ömrü yerel seçimlere kadardır. Bu tarihi aynı zamanda sermayenin büyük taarruzunun başlangıç tarihi olarak da düşünebiliriz.
Sermaye ondan sonra fabrika ve işyerlerinde çok daha saldırgan olacaktır. Ancak daha önemlisi kıdem tazminatı saldırısı ile birlikte esnek bir emek gücü piyasası yerleştirilirse bunun sonuçları kolay geri döndürülemez olacaktır. İşten atılmış bir işçinin yeniden aynı koşullarda iş bulması mümkün olmayacağı gibi hâlihazırda çalışan işçilerin de koşulları kötüleşecek, dahası zaten gerilemekte olan sendikal hareket sürekli işçi sirkülasyonunun arttığı esnek ve kuralsız çalışma ortamında örgütlenmeyi bırakın mevcut örgütlülüğünü bile korumakta büyük güçlük çekecektir.
Sendikal hareket bu gerçekliği görmek ve üzerindeki ataleti derhal atmak zorundadır. Açık ve net olmalıyız. Bu saldırı bir genel grev olmaksızın durdurulamaz. Bu genel grevin de dostlar alışverişte görsün mantığıyla yapılan mitinglerle hiçbir benzerliği yoktur. Türkiye’nin değişen koşulları içinde bu genel grev kamu işçilerine dayanamaz, mutlaka özel sektörü de kapsamak zorundadır. Özel sektörde işyerinin özel gündemiyle değil de sınıfın genel çıkarları için grev yapmak ise çok ciddi bir ön hazırlığı gerektirir. Bu ön hazırlık çok gecikmiş durumdadır ve kaybedecek tek dakika dahi yoktur.
Tüm işyerlerinde bugünden itibaren seferberlik ilan edilmelidir. Önce bir eğitim ve bilgilendirme seferberliği… Kıdem tazminatının öneminin ve saldırının boyutunun iyice kavranması şart. Fonun nimetleri ile ilgili Hak-İş’in de dahil edildiği devasa bir propaganda makinesinin işletildiği unutulmamalı. Ama işçi sınıfında özellikle kriz koşullarında kıdem tazminatını savunmak için içgüdüsel bir refleks gelişecektir. Bu da işimizi kolaylaştırır. Ancak esas sorun işçi sınıfının kıdem tazminatını koruyabileceğine dair bir özgüven geliştirmesi ve sendikalarının bu yolda gideceğine dair güven duymasıdır.
Örgütlü işçi greve de mücadeleye de hazırdır. Ya da daha doğru bir ifadeyle kısa sürede hazır hale getirilebilir. Kritik eşik şudur: İşçiler kıdem tazminatı için bir genel grevin parçası olarak şalteri indirir, sonuna kadar da gider. Gerekli olan tek şey bu konuda yalnız olmadığını ve diğer fabrikaların da onlarla birlikte üretimi durdurmakta olduğunu bilmesidir. Bu olduğu takdirde genel grev örgütsüz işyerlerini içine katarak ve genel olarak halkın desteğini alarak bir çığ gibi büyür ve sermayenin saldırısını boğar.
Bunu sağlamak için, bir birleşik işçi cephesi perspektifiyle konfederasyonlar arası eylem birliğinin sağlanması için çabalar yoğunlaşmalı ve en önemlisi somutlaştırılmalıdır. DİSK’in son derece olumlu bir şekilde başlattığı diyalog süreci bu doğrultuda geliştirilmelidir. Hem DİSK’in hem de Türk-İş’in kıdem tazminatı hakkını korumak için aldıkları ve genel grevi zorunlu kılan genel kurul kararları son derece önemli referanslardır. Ancak bu kararların gereği yapılmazsa kağıt üstünde kalacağını hepimiz biliyoruz.
İşçi sınıfına özgüven kazandırmak sendikaların görevidir. Bu, büyük ve birleşik mitinglerle sağlanabilir. DİSK bu süreçte lokomotif rolü üstlenebilir ve üstlenmelidir. Ama önce kendi içinde bir silkelenip kendine gelmesi şart. Öncelikle DİSK kendi içinde birliğini sağlamak zorundadır. Bu artık ötelenemez ve ertelenemez bir zorunluluktur. Devamında dostların alışverişte bile görmediği türden görev savma kabilinden girişimlere artık son vermelidir. En son İstanbul'da Bakırköy mitinginde olduğu gibi katılanlara bile motivasyon sağlamayan bir eylem, işçi sınıfının tamamına nasıl güven aşılayabilir? DİSK’in imzacısı olduğu mitinge ciddi bir kortej dahi oluşturmadan, işyerlerinden üyelerini taşımadan katılması (daha doğrusu katılmış gözükmesi) kabul edilemez. Tekrar ediyoruz. İşçi, sendikasını hem işyerinde hem de meydanlarda görmelidir. Her gördüğünde de mücadele azmi artmalı ve kazanabileceğine olan özgüveni pekişmelidir.
Krize karşı kampanya da bu açıdan görev savma düzeyinin ötesine geçmiyor. Sendikalar açısından bu tür çalışmalar ne yazık ki sonuç alıcı olmadığı gibi işyerlerindeki ataletin de üzerini örtüyor. Öte yandan kabahat sendikalardan çok siyasetlerde. Halka bildiri dağıtmak ve stand açmak için onlarca siyasetin bir araya gelmesine gerek yok. Siyasetler bunu kendileri de yapabilir ve yapmalıdır. Biz fabrika önlerinde, servislerde, işçi güzergâhlarında bu tür çalışmaları sürekli olarak yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Sosyalistlerin daha önemli bir işleri yok ve olamaz da! Daha ilk toplantılarda uyarmıştık. Kendi yapmamız gerekenleri platforma havale etmeyelim ve yapılamayan işlerin sorumluluğunu üzerimizden atmayalım dedik.
Gözlerinizi açın, ataleti atın, görevinizi yapın! Yapmıyorsanız yapacak olanlara yer açın! Testi kırılmadan bu uyarıları yapmak zorundayız.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2019 tarihli 112. sayısında yayınlanmıştır.