İşçi sınıfı ne tarafta?
İsyanın doğrudan doğruya bir işçi sınıfı karakteri taşıdığını söylemek mümkün değil. Bir kere, Tunus ve Mısır’dan da, Yunanistan ve İspanya’dan da, günümüzde Brezilya’dan da farklı olarak işçi ve emekçilerin ekonomik talepleri, Türkiye’deki isyanın gündemine bugüne kadar ancak dolaylı olarak girdi. Ayrıca, meydana çıkan insanların en azından İstanbul’da sanayi işçisi diye özetlenebilecek bir işçi sınıfı katmanını yoğun biçimde içermediği ortada. Taksim meydanı genellikle küçük burjuvazinin, proletaryanın örneğin plazalarda çalışan ayrıcalıklı veya öğretmenler gibi eğitimli katmanlarının, aydınların ve gençliğin yoğun biçimde temsil edildiği bir topluluk.
Ama proletaryanın yukarıda sayılan üst katmanları bir yana bırakılsa bile, işçi sınıfının harekete kısmen de olsa katıldığını saptamak zor değil. Bir kere, isyanın hemen ardından KESK daha önce 5 Haziran için ilan etmiş olduğu grevi ayın 4’üne çekti. Ayın 5’inde ise son zamanlarda KESK’in yaptığı en güçlü yürüyüşler gerçekleştirildi. Bu yüzden hem Ankara’nın AKP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, hem de İzmir’in CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, ağızları köpürerek grevcilere saldırdı. Ayın 5’inde DİSK de yaklaşık 3 bin kişilik bir işçi topluluğu ile Taksim’e yürüdü. Daha sonra KESK ve DİSK, TMMOB, TTB ve TDB’nin de katılımıyla 17 Haziran’da genel grev olarak algılanan bir iş bırakma eylemi ilan ettiler. Ne var ki, bu konuda konfederasyonların ciddi çalıştığını söylemek olanaksız. Yine de birçok yerde yerel inisiyatiflerle işçi sınıfı baskıya anlamlı bir tepki verdi. İzmir ve Dersim bu bakımdan öne çıkıyordu. Çiğli Organize Sanayi’de bazı fabrikaların işçileri bir saat iş bırakarak “Her yer Taksim, her yer direniş!” sloganıyla site içinde yürüdü.
Türk-İş içinden Sendikal Güçbirliği Platformu’ndan bu eylemlerde sadece bir-iki sendika herhangi bir canlılık gösterdi: Tümtis, Deri-İş, Hava-İş bu konuda önde gelen sendikalardı. Grevdeki THY işçileri Taksim’i tutarlı biçimde destekledi, Gezi’ye çadır dahi kurdu. Tuzla’da deri işçileri hükümetin baskı politikasını protesto için iki saat iş bıraktı.
Ama işçi sınıfı tepkisini sadece sendikaları aracılığıyla ortaya koymaz. İşçi mahallelerindeki yaygın eylemler de dikkate alınması gereken tepkilerdir. İstanbul’da Gazi, Sarıgazi ve Okmeydanı gibi Alevi nüfusun ağırlık taşıdığı işçi ortamlarının dışında, Alevi varlığının belirleyici olmadığı mahalle ve semtlerde de yer yer güçlü eylemlere tanık olundu. Büyükçekmece ve Beylikdüzü, proletaryanın modern kanatlarının küçük burjuvaziyle iç içe geçtiği yaşam ortamları olarak önemli bir varlık gösterdi. Ankara’da Dikmen ve Mamak gibi Alevi ağırlığı olan semtler dışında Akdere, İncesu, Yüzüncü Yıl, Büyük Esat, Küçük Esat, Ayrancı gibi mahallelerde gözle görülen bir canlılık vardı. İzmir’de (Alevilerin de ağırlıklı olduğu) Harmandalı Çiğli arasında koskoca birbölge günlerce ayaktaydı. Antalya’da Çallı’dan şehir merkezine gelmeye çalışan kalabalıklar benzer bir hareketliliğin işaretiydi. Eskişehir’de ise son günlerde polisle çatışmaya başlayan gençliğin daha önceki gençlikten “farklı” olduğu, işsiz gençlerin ağırlıkta olduğu belirtiliyor.
Türk-İş’in, Hak-İş’in ve Memur-Sen’in ise patron örgütleriyle birlikte hükümetin avukatlığına soyunduğu görülüyor. Bunlar TOBB, DEİK, MÜSİAD, TUSKON, Türkiye Bankalar Birliği, TÜGİAD gibi has burjuva örgütleri (TÜSİAD’ın yokluğu dikkat çekiyor) ve TESK ve Türkiye Ziraat Odaları Birliği gibi kentin ve kırın geleneksel küçük burjuvazisinin örgütleri ile birlikte “Türkiye’nin gücünü ve imajını korumak için sorumlu davranmak zamanı” başlığını taşıyan bir bildiriye imza atarak Türkiye’nin değil hükümetin imajını korumaya kalkışmışlardır. AKP’nin işçi bürosu gibi çalışan Hak-İş ile memur bürosu gibi çalışan Memur-Sen için uzun lafa gerek yok. Ama Türk-İş’in başındaki Mustafa Kumlu, bir kez daha Tayyip Erdoğan’a biat, işçi sınıfına ise ihanet etmiş olmaktadır.
Bütün bunlardan şu sonuca varmak mümkün. İşçi sınıfının asıl merkezi bölükleri henüz ne kendiliğinden, ne de örgütlerinin yöneticiliğinde ayağa kalkmıştır. Oysa koşullar işçi sınıfını mücadeleye çağırıyor. İşçi sınıfına ve işçi hareketine anlatılması gereken şudur: Kapitalist sınıf, kendi hükümetleri aracılığıyla otuz yılı aşkın süredir işçi sınıfına saldırıyor. Şimdi taarruz zamanı işçi sınıfınındır. Doğru biçimde çağırıldığı takdirde işçi sınıfı mücadeleye girecektir. Bugün bu olanak kaçarsa daha uzun yıllar işçi hareketi büyük güçlüklerle karşı karşıya yaşayacaktır. Sınıfın taleplerini ve örgütlenme hakkını, hatta yepyeni bir dünyayı kazanmanın günü bugündür!
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Temmuz 2013 tarihli 45. sayısında yayınlanmıştır.