Fabrikalardan Haberler

Gerçek Gazetesi'nin her ay düzenli olarak yayınladığı "Fabrikalardan Haberler" köşesi Mart ayında da Ankara'dan Antalya'ya ve Samsun'a kadar önemli işçi merkezlerinden haberlerle dolu.


El deterjanımıza bile su katıyorlar

Merhaba işçi kardeşlerim. Ben size aklıma gelen, çalıştığım fabrikadaki sorunları anlatmak istiyorum. Öncelikle yemek konusunda birçok sıkıntımız var. Yemekler her zaman soğuk oluyor. Eski yemeklerin üzerine sürekli yenilerini ekliyorlar. Yemeğe en son giden işçiler üç günlük yemek yiyor. 350 kişilik fabrikamız var. 350 işçiye 30 tane yoğurt veriyorlar. 30 kişi yiyebiliyor, geriye kalan 320 kişi ne yoğurt ne tatlı yiyemiyor. Ben yemeğe gitmeden önce abdest alıp namaz kılmaya gidiyorum. Yemeğe gittiğimde bana hiç yemek kalmıyor. Lavabolar her zaman pis. Hiçbir zaman el deterjanı olmuyor. Sadece bir kere el deterjanı koyarlarken gördüm. O zaman da deterjanın üzerine sürahiyle su ekliyorlardı. Lavabolardan başka abdest alabileceğimiz bir yer yok. Ama tuvaletlere kokudan giremiyoruz. Mermerler beyazdan siyaha dönmüş durumda. Bu sıkıntılarımızı dile getirince hiç kimse ilgilenmiyor. Fabrika içindeki sıkıntılarımız bunlarla sınırlı değil. Hiçbir zaman maaş bordromuzu bize vermediler. Mesailerimizi, saat dışı çalışmalarımızı her zaman elden veriyorlar. Bu yapılanların bir an önce düzelmesi gerekiyor. Özellikle temizlik konusuna bir an önce çözüm bulunmalı. Bunlar ancak biz bunları gür sesle dile getirince çözülecek.

Ankara Pidosan’da çalışan bir işçi 

Turizm patronlarının yaveri hükümet

Merhaba, turizmde geçen sezon nasılsa bu sezon da açılmadan aynı şekilde olacağını gösterdi. Bahsettiğim durum, turizmin kötü olduğunu değil, biz turizmde çalışan işçilerin durumlarında hiçbir değişiklik olmadığını söylüyorum. Geçtiğimiz sezonda olduğu gibi bu sezon da turizm işverenleri ağızlarına hemen turizmde kriz olduğunu, otellerini açamayacaklarını söylemeye başladılar. Halbuki daha sezon başlamadan hükümetten yardım almaya başladılar.

Bu yardımlardan en çok patronun işine gelen ise yıllarca bizim üzerimizden topladıkları işsizlik sigortası kesintileriyle patronlara İş-Kur üzerinde işçi sağlamaları oldu. Artık turizm patronları ellerini cebine götürmeden işçi bulabiliyor. Burada olan biz işçilere oluyor. 1.400 lira asgari ücrete, göstermelik, ne emekliğimize yarayacak ne de hastaneye gitmemizi sağlayacak bir sigorta yapıyorlar. Sadece ve sadece kaza durumlarında işe yarayan bir sigorta yapılıyor. Hükümet biz turizm işçilerinin mezarda bile emekli olmasına müsaade etmiyor. Tüm bunlar güzelmiş gibi bir de sigortamız bile işlemeden sanki emekli olabilecek gibi biz istemeden bireysel emeklilik sistemine kaydetmek istiyorlar.

Biz turizm işçilerinin artık bu yapılanlara karşı yapacakları belli, birlik olup mücadele etmek! Bizim için çalışmayan hükümete biz de onların istediklerini vermeyeceğiz. Referandumda “Evet” isteyen hükümet bizim mi, patronların hükümeti mi olduğunu daha turizm sezonu başlamadan belli etmiştir artık!

Antalya’dan bir turizm işçisi

Patrona kıyak işçiye açlık

Antalya’da turizm sezonu nihayet açıldı. Uzun süren işsizliğin ardından çalışmaya başlayacağız. Bu durumun işbaşı yapacağımız için bizde sevinç yaratacağı doğrudur. Fakat uzun süren işsiz dönemin ardından borçlarımız birikti, alacaklılar kapıya dayandı. Çaresizce ilk bulduğumuz otelde çalışmaya başlayacağız. Maaşı yeterli mi, çalışma saatleri nedir, izin kullanabilecek miyiz gibi normal sorular turizm işçileri açısından yasaklı sorular durumuna geldi. Biriken borçlar ve işsizlik psikolojisi yüzünden, koşullar ne olursa olsun iş başı yapmaya hazır hale geldik.

Fazla mesailer, yetersiz maaşlar ve kullandırılmayan haftalık izinlerin yanında başımıza bir bela daha çıktı. İş-Kur “İşbaşı eğitim programı” denilen, turizm patronlarına bedava işçi sağlamayı amaçlayan bir sistemle karşı karşıyayız. Öyle bir sistem ki, bize asgari ücretle çalışacağımız 4 ay iş veriyor ama SSK primlerimizi ödemiyorlar. Öyle bir sistem ki, bizim maaşımızı yine bizden kesinti yapılarak oluşturulan işsizlik fonundan ödüyor! Öyle bir sistem ki, 4 ay sonunda işveren bizi sorgusuz sualsiz kapı önüne koyabiliyor ve işsizlik maaşı alamıyoruz

Turizm işçileri olarak biz bu sezon büyük bir haksızlık ve yokluk içinde yaşayacağız, görülen köy kılavuz istemez! Bunun karşısında yapmamız gereken şeyler de gayet net; sendikalaşmak ve mücadele etmek!

Antalya Kundu bölgesinden bir turizm işçisi

Bir kez olsun göklere yükselen binalar değil, yerin en dibine patronların mezarını kazalım

Merhaba işçi kardeşlerim. Size şantiyede yemeklerin iyi ya da kötü çıktığından, yatakhanelerin temiz ya da kirli olduğundan dem vurmayacağım. İşçinin köle olarak görüldüğü ve o koşullarda çalıştırıldığı, patronlar için cennet olan ülkemizde bunlardan bahsetmek biraz zaman kaybıdır. Ben işçi için daha doğrusu bir insan için olmazsa olmaz bir şeyden bahsedeceğim. Can güvenliği ve iş emniyeti… Türkiye’de özel sektörde, kamuda, devlet kurumlarında alınan güvenlik önlemlerinin göstermelik olduğunu bunların ne yazık ki sadece yetkili kişilerin denetimine kadar uygulandığını biliyoruz. Çalıştığım şantiyede de bu şekilde bir süreç yaşadık. Yaklaşık 300 kişinin çalıştığı bir şantiye bizimkisi. Başta da belirttiğim gibi, bizler için yemekler veya kalacak yer değil elzem olan. Tabi ki bunların da iyi olması önemli. Fakat işçinin hayatını kazanması için öncelik iş emniyeti…

Peki, inşaat şantiyesinde nedir bu iş güvenliği önlemleri? Asansör boşluklarının ilk iki veya üç katında gerilmesi gereken fileler. Asansör kapı boşluklarına çakılması ve gerilmesi gereken tahta ve emniyet bandı/şeridi. Yine odaların, pencereli alanlarına bu emniyet bandının ve tahtanın gerilip çakılması gerekir. Korkulukların olmaması nedeniyle merdivenlere filelerin gerilmesi gerekmektedir. Kalıp ve demir aşamasındaki blokların dış cephelerine file ve ağ gerilmesi. Bunları her gün kontrol edecek iş güvenlik çalışanlarının olması. Baret, yelek, emniyet kemeri, çelik burunlu iş ayakkabıları gibi ekipmanların zorunlu hale getirilmesi ve işçilere bunların sağlanması. Acil müdahale için doktor bulundurulması... Bunların her daim uygulanması ve sürekliliği işçi sağlığı ve iş güvenliği için vazgeçilmezdir. Fark ettiyseniz aman aman şeyler değil. Patronun cebinden de hiçbir şey götürmez. Çok değil iki hafta önce şantiyenin birçok yerinde bu saydığım önlemler alındı. Bu önlemleri almak da sadece bir haftalarını aldı. Fakat bu önlemler sadece bir hafta sürdü sonradan anladık ki hepsi denetim içinmiş. Devlet yetkilileri geldiler, iş güvenlik uzmanlarıyla şöyle birkaç bloka göz attılar sadece birkaç eksik olduğunu söyleyip gittiler. Bir hafta içinde alınan güvenlik tedbirleri, denetimden hemen sonra söküldü. Sökülen ise üç beş file, beş on plaka tahta… Ama patronlar için kâr kârdır. İşçinin yaşamı ise sadece küçük bir detaydır onlar için.

Bizim sırtımızdan trilyonlar kazananlar bizden üç beş güvenlik önlemlerini esirgiyorlar. İşçi kardeşler şunun farkına varmalıdır: biz eğer tek tuğla örmezsek onların sonu olur… Biz hayatın kendisiyiz. Tüm bu zenginliklerin, patronun kasasının asıl sahibi bizleriz. Biz olmasak onlar bir hiç. Ne tek tuğla örebilirler, ne tek bir tohum serpebilirler. Sadece emeğimizin üzerine konan asalaklardan başka bir şey değil patronlar. Ve biz işçiler sırtımızdan silkip atmadıkça bu kan emicileri, kanımız tükenene kadar emmeye devam edecekler. Biz inşaat işçileri milyonlarca ev yapıyoruz; fakat bu evlerin bir tanesine bile sahip değiliz. Sahip olmak için ise bankaların kredi prangasını, bitmek tükenmez borçlar tasmasını takıyoruz kendimize. İşte bu patronun kâr üstüne kâr sağladığı sisteme kapitalizm diyorlar ve biz işçilere de bu sistemin yok edicileri, mezar kazıcıları…. Bir kez olsun göklere yükselen binalar değil, yerin en dibine patronların mezarını kazalım… Kendimize ve birbirimize güvenelim, birleşelim, kazanalım. Gelecek bizimdir…

Samsun’dan bir inşaat işçisi

Bu yazılar Gerçek Gazetesi'nin Mart 2017 tarihli 89. sayısında yayınlanmıştır.