Başyazı: Esas yük sermayenin düzeni ve devletidir

AKP hükümeti asgari ücret zammının işverene yük olmaması için harekete geçti ve 110 lirasını hazine olarak üstlendi. İşte sermaye düzeninin mantığı bu. İşçiye verilen ücret patrona yük. Duyan da patronların hayır işlediğini, işçilerin ise tüm gün çalışıp didinmeden yattığı yerden 1300 lirayı cebine indirdiğini zanneder. Oysa biz işçi ve emekçiler patronun sırtında yük değiliz. Tersine sermayeyi sırtında taşıyan biziz. İhracat rekoru kırdık, kârlılıkta birinciyiz diye hava atan patronlar bizim sırtımızdan kazanıyorlar. Esas biz taşıyoruz sermayeyi sırtımızda. Üstelik ne kadar zam gelirse gelsin açlık sınırının altındaki maaşlarımızla.

1.380 liralık açlık sınırının altındaki zamlı asgari ücretimizin 110 lirası hazineden ödenecekmiş. Peki, o hazine kimin vergileriyle doluyor? Kâr rekortmeni Koçlar, Sabancılar, Eczacıbaşılar, Ülkerler, Çalıklar, Ağaoğulları zannediyorsanız yanıldınız. Türkiye Cumhuriyeti devletinin vergi gelirlerinin yüzde 70'ine yakınını daha ücreti eline geçmeden gelir vergisi kesilen işçi emekçi ödüyor. Yani biz işçi ve emekçiler devleti de sırtımızda taşıyoruz. O kadar ki, açlık sınırının altında ücret alan asgari ücretli, Eylül ayından itibaren daha yüksek bir vergi dilimine geçeceği için eline ayda 1.300 TL değil, 1.230 TL geçecek! İşte o işçinin emekçinin doldurduğu devlet hazinesinden, işçinin sırtından zengin olan patronlara kıyak yapılıyor.

Patron ne zaman dara düşse devlet Hızır gibi yetişiyor. Bankası batıyor, devlet kurtarıyor. İşçiden kesilen paralarla biriktirilen fonlar sermayenin hizmetine sunuluyor. Şirketler devlet gelirlerinin yüzde 30'unu ödüyor ama devlet harcamalarının yüzde 50'si bizzat onlar için harcanıyor.

İşçinin lehine olan ne düzenleme yapılsa bedeli mutlaka yine işçiye ödetiliyor. Soma'da ardından Ermenek'te madencilerimiz iş cinayetlerinde katledildikten sonra işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda patronların yükümlülükleri ve işçilerin hakları kısmen arttırıldı. Maden işçisi yine patronlara kazandıracaktı, yine emeği sömürülecekti ama sadece daha az ölecekti. Ne oldu? Patronlar tüm madenlerde işçi çıkartmalara başladı. İşçilerin kıdem tazminatlarını bile gasp etti. Hâlâ çıkartmalar sürüyor. Maden patronu öldürmeden çalıştırmam diyor.

Sermayenin çıkarları için çıkarılan savaşlarda yine işçi, emekçi çocukları ölüyor. Kardeşler sermayenin çıkarları, kâr hırsı, petrol kavgası için birbirinin boğazına sarılıyor.

Sermayenin düzeni ve sermayenin devleti, ne işçiye açlık sınırının üzerinde bir ücret veriyor ne de ölüm tehlikesi olmadan çalışabileceği bir ortam sunuyor. O hâlde neden hâlâ sırtımızda taşımaya devam edelim sermayeyi. Neden devletin, toplumun emekçi çoğunluğunun değil de küçük bir azınlığının hizmetkârı olmasına razı olalım.

Fabrikalar yeterince üretiyor. Hatta fazlasını bile üretiyor. Bankalar para dolu. Ama işçi emekçi yaşayamıyor. Çünkü üreten biziz ama fabrika da banka da devlet de sermayenin. Artık sırtımızdan asalakları atma vakti geldi. O hâlde işçinin çözümü belli: fabrikalar bankalar devletin! Devlet işçinin! 

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ocak 2016 tarihli 75. sayısında yayınlanmıştır.