Suriye'de savaş büyüyor: Şark kurnazlığı değil anti-emperyalist şark politikası!

DAİŞ çöküşün eşiğine gelmiş durumda. Tekfirci örgütün dayandığı en önemli iki şehirden Musul neredeyse tamamen düştü. İki mahalleye sıkışan DAİŞ, El Bağdadi’nin 2014'te kendini halife ilan ettiği El Nuri Camii’ni Iraklıların eline geçmemesi için bombalayarak yenilgiyi kabul ettiğini gösterdi. El Bağdadi’nin de öldürüldüğüne dair haberler gittikçe daha sık duyulmaya başlandı. Tekfircilerin Suriye'deki ana üssü Rakka ise tümüyle kuşatma altında. Bu iki büyük şehir aynı zamanda DAİŞ’in mali kaynaklarını da sağladığı merkezler ve bu yüzden bu şehirler düştükten sonra diğer bölgelerde uzun süre tutunma şansları zayıflıyor.

DAİŞ düşüyor, savaş kızışıyor!

DAİŞ’in gerilemesi Suriye’de barışın ufukta göründüğü anlamına gelmiyor. Tam tersi, savaş daha da kızışmaya başladı. Suriye’ye ait bir SU-22 uçağını düşüren ABD’ye Rusya artık Fırat’ın batısında uçan tüm koalisyon hava araçlarını hedef alacaklarını açıklayarak yanıt verdi. ABD daha sonra Suriye’nin kimyasal silah saldırısı hazırlığında olduğunu iddia ederek tansiyonu arttırdı. Birkaç ay önce aynı gerekçeyle Suriye devletine ait Şayrat hava üssünü füzelerle vuran ABD, yeni saldırılarda bulunabileceğini de ilan etmiş oldu. ABD ayrıca olası bir kimyasal saldırıdan Rusya ve İran’ın da sorumlu olacağını belirterek savaşın ölçeğini genişletmeye hazır olduğunu gösteren bir çıkış yaptı. Rusya, bu çıkış dolayısıyla ABD’yi Suriye’de daha önce kimyasal silah kullanan Esad karşıtı terörist grupların provokasyonlarına zemin hazırlamakla suçladı.

ABD yeni provokasyonlara hazırlanıyor

SU-22’nin düşürülmesi Suriye ordusunun Rakka’nın kuzeybatısından ilerlemesine karşı bir uyarı niteliğindeydi. Ancak ABD’nin tehditleri Rakka ile sınırlı değil. ABD emperyalizmi DAİŞ kuşatması altındaki Deyr ez Zor’un Suriye ordusu tarafından kurtarılmasını da istemiyor. Daha önce bu bölgede “yanlışlıkla” Suriye ordusu askerlerini vuran ABD, kuşatmanın kırılmasını engelleyerek DAİŞ’in kaybettiği mevzileri tekrar almasını sağlamıştı. Şimdi Suriye ordusu Palmira’dan Deyr ez Zor’a giden yolda bulunan stratejik el Sukna kasabasına yaklaşırken ve Irak sınırına ulaşıp buradan kuzeye doğru yürümeye başlamışken, ABD askeri gerilimi bilinçli olarak tırmandırıyor. Suriye’ye “yine bir provokasyon yapar, kimyasal silahları bahane ederek saldırırım” diyor. Suriye ve Rusya için çok etkili bir tehdit bu. Zira onlar da kimyasal silah kullanmadıklarını ispatlayıncaya kadar ABD’nin, askeri ilerlemelerini durduracak darbeler indirebileceğini biliyorlar. Doğrudan ABD’ye yönelik misilleme yapmak ise ucu bir dünya savaşına kadar uzanacak cehennemi olasılıklar dizisinin gündeme gelmesi demek.

Rusya çelişkilerden yararlanmak istiyor

Bu koşullar altında Rusya, Astana görüşmeleri aracılığıyla Suriye’de kendi nüfuz alanında bulundurduğu bölgelerde karşı hamleler yapma niyetinde gözüküyor. Rusya, ABD’nin müttefikleri ile arasındaki çelişkilere oynamak niyetinde. ABD ile Türkiye arasında, Rakka operasyonunda PYD/YPG’nin kullanılması dolayısıyla oluşan çatlak, Rusya’ya elverişli bir zemin sunuyor. Rusya bu çelişkiyi kullanarak Türkiye’nin PYD’nin kontrolündeki Afrin’i kuşatmasına yeşil ışık yaktı. Bu yeşil ışık hem daha önce Astana’da üzerinde anlaşmaya varılan çatışmasızlık bölgeleri kapsamında TSK askerlerinin İdlib’e yerleşmesini (bunun için Afrin’i gören stratejik bir tepenin belirlendiği söyleniyor) hem de Rus askerlerinin Afrin’den çekilerek TSK’nın önünün açılmasını kapsıyor. PYD ise Afrin’de ABD’ye tamamen bağlanan ve sahada onun vekiline dönüşen politikasının bedelini ödüyor. Rusya’nın bu politikası Türkiye’yi ABD hattından uzaklaştırmanın yanı sıra PYD’yi de tek taraflı olarak ABD’nin vekili olmaktan caydırmayı amaçlıyor.

Fırat kapanından sonra Afrin kapanına doğru

Türkiye’de AKP iktidarı mevcut çelişkilerden yararlanarak Afrin’e bir operasyon yapmanın peşinde. Milliyetçiler, Afrin sınırındaki yığınağı ve top atışlarını milli bir politikanın örneği olarak alkışlıyorlar. Ne yazık ki yanılıyorlar. Bu politika milli ve bağımsız bir politika değil bir yanda ABD diğer yanda Rusya tarafından çekiştirilen ve bu büyük güçlere tabi olarak masadan kırıntı kapmaya çalışan bir çabadan ibaret. Rusya kapıyı kapatırsa Türkiye Afrin’e giremez. Kapıyı açtığında ise Fırat Kalkanı’nda olduğu gibi bir kapana girmiş olur. Hem de bu sefer kendini kurtarıcı olarak gösterdiği Sünni Arap nüfusun değil Kürtlerin çoğunlukta olduğu bir yerde kapana kısılır. Rusya’nın izni olmadan milim kıpırdayamaz hale gelir. El Bab kuşatmasında TSK askerlerinin, sınırı 1-2 kilometre aşınca nasıl “yanlışlıkla” vurulduğunu hatırlayalım. Ayrıca bu operasyonun yaratacağı istikrarsızlık hızla Türkiye sınırları içine yayılır. Böyle olunca da daha önce bin defa olduğu gibi pek milliyetçi politikacılar soluğu ABD’nin kapısında alırlar. Sonuçta bu ilkesiz manevraların bedelini ise Türk ve Kürt emekçi çocukları bir kez daha canlarıyla öder.

Türkiye’de şark politikası yok, şark kurnazlığı var!

Türkiye’nin kesinlikle bir Şark politikasına ihtiyacı vardır. ABD emperyalizmine karşı net bir duruşa, bunun için NATO’dan çıkmaya ve İncirlik’i kapatmaya ihtiyacı vardır. Suriye, Irak ve İran’la barışçıl ilişkiler kurmaya, Kürtlerin haklarını tanıyarak onları ABD’ye doğru itmekten vazgeçmeye ihtiyacı vardır. Bu, halkların kardeşliğine dayalı, antiemperyalist bir Şark politikasıdır ve doğrudur. Ancak Erdoğan ve AKP iktidarının şark kurnazlığından başka bildiği bir politika yoktur. Emperyalist zincirlerden kurtulmadan yapılan politikalar sürekli bir o yana bir bu yana döndükçe, bu zincirlerin daha da ülkenin etrafına dolanmasına neden olmaktadırlar. Bu politika halkların başına büyük belalar getirmiştir. Bundan sonra da daha büyük belaların kapısını aralamaktadır. Sonuçta ABD için sorun olmayacaktır. Çünkü emperyalizm bir asırdır bu bölgeyi şark kurnazları sayesinde ve onlarla birlikte yönetiyor.

****

Katar krizi ve Türkiye: Rabiacılık İran’a muhtaç hale geldi!

Çelişkilerle dolu Ortadoğu içinde AKP’nin izlediği “derin strateji” her geçen gün başka bir duvara tosluyor. 2011’de Arap devrimi patlak verince bir Müslüman Kardeşler (İhvan) koalisyonunun başında Sünni dünyanın önderi olma hayaline kapılan Tayyip Erdoğan’ın, 2013’te Mısır’da İhvan’ın bir darbe ile devrilmesi sonrasında Rabiacılık hattında bu yüzden ısrar ettiği biliniyor. Ama Erdoğan ve AKP 2015 başından, yani Kral Salman’ın başa geçmesinden beri, aynı zamanda Vahhabi’lerle sıkı bir ilişki kurdu. Oysa Vahhabi Suud, Erdoğan’ın Rabiacılığının çimentosunu oluşturan İhvan’a düşmandı, Mısır operasyonunda ana rol onundu. İki Sünni güç Şii İran’a karşı birlikte konumlandı. Ama gel gör ki, Sünni kampın içinde derin bir çatlak Suud ile İhvan taraftarı Katar’ı boğaz boğaza getirmiş bulunuyor. Erdoğan ve AKP stratejik olarak İhvan’a bağlandığı için seçimini Katar’dan yana yaptı.

Bu ne demek? Katar krizi tatlıya bağlanmazsa, Suud ile yeniden barışmak çok güç demek. O zaman şu sonuç doğuyor: AKP, nasıl ABD-AB ikilisiyle gerilimler yaşadığı için bir ara iyice Rusya’ya sığındı, şimdi de Suud ve Mısır’a karşı muhtemelen İran’a yanaşacak. Kendi içinde bir sorun yok bunda. Yalnız insan Rabiacılığı, yani Sünni dünyanın lideri olma amacını Şii İran’da ararsa, buna nasıl bir strateji denir bilinmez!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2017 tarihli 94. sayısında yayınlanmıştır.