Seçim ittifakı mı? Faşist ittifak mı?

Devlet Bahçeli, 8 Ocak’ta bir açıklama yaparak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ı destekleyeceklerini açıkladı. 16 Nisan referandumunun ve Cumhurpatronluğu sisteminin mimarlarından olan MHP’nin Erdoğan’ın başkanlığını desteklemesi şaşırtıcı değil. Ancak 2019’da yapılacak seçimlere bu kadar zaman varken bu desteğin adeta bir açıkla verilmesi izaha muhtaç.

Seçim ittifakının ötesi

Bahçeli pekala bekleyebilir, Erdoğan’a vereceği destek karşılığında Cumhurbaşkanlığı yardımcılığından milletvekili sayısı ve bakanlıklara kadar pazarlık gücünü arttırmaya çalışabilirdi. Ortalama deneyim ve zekaya sahip bir burjuva politikacısı böyle yapardı. Bahçeli çokça eleştiriliyor. Siyasi melekeleri de sorgulanıyor. Partisini bölünmekten koruyamadığı, ezeli düşmanı HDP’nin gerisine düşürdüğü, siyasetini AKP’nin gölgesinde silikleştirdiği söylenebilir. Ancak Bahçeli’nin deneyim ya da zekaya sahip olmadığı söylenemez.

Bu durumun tek bir izahı vardır. O da Bahçeli’nin inşa ettiği ittifakın seçime yönelik olmayışıdır. Çok daha köklü ve stratejik bir ittifak söz konusudur. “Cumhurbaşkanlığı sistemini destekledik. Bu destek 2019’da yapılacak seçimlerde mutlaka devam edecek. Seçimlerle de sınırlı kalmayacak 2019 yılından sonra 5 yıl boyunca yeni sistemin iyice yerleşmesi için doğacak ahlaki ittifakın gereği yapılacak” diyen Bahçeli aslında bunu çok açık biçimde ifade etmektedir.

Açılımı buzdolabından çöp sepetine atmak

Bu ittifaka AKP’yi ikna etmek kolay değildir. Zira MHP-AKP ittifakı 16 Nisan’da denenmiş ve sandıkta fiyasko ile sonuçlanmıştır. AKP ve MHP’nin toplam oylarının çok altında sonuçlar elde edilmiştir. Bu yüzden 17 Nisan’dan başlayarak AKP çevresinde MHP ile birliktelik ciddi şekilde sorgulanmaya başlamıştır. Bu sorgulamanın merkezine doğrudan Kürt sorunu ve açılım politikası yerleşmiştir.

17 Nisan’da Abdülkadir Selvi’nin “Çözüm süreci yeniden başlıyor mu?” yazısı AKP saflarındaki derin tartışmanın ilk sinyalidir. Ardından saraya ve AKP’ye yakın pek çok yazar referandum sonuçlarının yeni bir Kürt açılımı gerektirdiğini yazmıştır. AKP içindeki açılım lobisi Barzani referandumu sırasında büyük bir darbe yemiştir. Erdoğan, Kerkük politikasını MHP ve TSK’nın çizgisinde belirleyince açılımcılar taca çıkmıştır. Ancak bu bile açılım tartışmasını bitirmemiştir. Hatta Afrin operasyonu başlamadan hemen önce, açılım tartışmalarının yeniden ısındığını görmek mümkündür. Ocak ayının başında Alman haber ajansına konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “PKK ile yeniden barış sürecinin başlatılmasının ön şartının örgütün silah bırakması” olduğunu belirtirken, Ankara’nın deneyimli gazetecilerinden Ahmet Takan “Öcalan’la yeni bir görüşme sürecinin tartışıldığını” saraya yakın kaynaklara dayandırarak köşesine taşımıştır. Afrin operasyonu henüz başlamadan 15 Ocak’ta Kezban Hatemi, Habertürk kanalındaki Türkiye’nin Nabzı programında devletin üst kademelerinde görüşme ve girişimlerin sürdüğünü belirtmiştir.

Paramiliter arayışlar

Tüm bunlar düşünüldüğünde Bahçeli’nin Erdoğan’a verdiği açık çek karşılıksız değildir. Karşılığında Erdoğan’ın açılım, müzakere, barış politikalarını tamamen dışlayan bir stratejiye yani buzdolabına kaldırdık dediği açılımı, çöp sepetine atmaya yöneldiğini görmek mümkün. Bu ittifakın en azından Kürt sorunu politikası bağlamında harcının TSK olduğuna kuşku yoktur. Nitekim AKP-MHP ittifakının ilanının ardından da Afrin operasyonu gelmiştir. AKP açısından açılım politikasının siyaseten maliyetli olduğuna kuşku yoktur. Ancak savaş politikasının maliyeti de daha az değildir. Tam tersine çok daha risklidir. Sürprizlere açıktır. Başarısızlık halinde hükümet krizi olasılıklarını içinde barındırmaktadır. Bu noktada AKP-MHP ittifakının ikinci ve çok daha önemli olan boyutu ön plana çıkmaktadır. Bu boyut, MHP’nin Ülkü Ocakları’nın Erdoğan için paramiliter bir rezerv güce dönüşmesidir.

Erdoğan ve AKP’nin bu doğrultuda hazırlık ve girişimleri olduğu gündemden düşmemiştir. En son KHK ile darbe ve terör olaylarında sivillere ceza muafiyeti getiren düzenleme büyük tartışma yaratmıştır. Ancak görülmektedir ki Erdoğan ve AKP, kendine has organik bir paramiliter güç oluşturmakta büyük mesafe kaydedememiştir. Osmanlı Ocakları bir fiyaskodur. Erdoğan bu oluşumu mitinglerine dahi almamaktadır. İslamcı gruplardan devşirilen yapılar ise TSK’yı rahatsız etmektedir. Kullanıma elverişli değildir. Hatta Sadat kurucusu ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olan irticai faaliyetlerden emekliye sevk edilmiş Adnan Tanrıverdi’nin, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar tarafından bile hoş karşılanmadığı bilinmektedir.  

AKP faşistleşebilir

Bu koşullar altında MHP’ye bağlı Ülkü Ocakları çok daha istikrarlı ve etkin bir işlev görebilir. Bahçeli’nin, Erdoğan’ın Kerkük politikasını sadece siyasi söylemlerle değil “5 bin ülkücü Kerkük’e gitmeye hazır” diyerek desteklediği hatırlanmalıdır. Yine 15 Temmuz’dan sonra linç edilen bir askerin başında bozkurt işareti yapan bir kişiyi lanetleyen ve mahkûm eden Bahçeli’ye bağlı bir teşkilâtın, TSK’nın sinir uçlarını daha az uyaracağı açıktır. Bu tür bir paramiliter oluşum hiç şüphesiz ki olası ekonomik ve siyasi krizlerde kitleler üzerinde terör estirme vazifesi de üstlenebilir. Baskıcı bir rejim, tüm kitle örgütlerini ve muhalif yapıları, paramiliter güçlere dayanarak atomize etmeye yani dağıtmaya yönelirse bunun bilimsel adı faşizmdir. AKP bugüne kadar faşist bir parti olmamıştır. Ancak girdiği ittifaklar ve izlediği strateji ciddi bir faşistleşme yönelişini gündeme getirmektedir.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2018 tarihli 101. sayısında yayınlanmıştır.