Seçim Bloku: Zaaflar ve tuzaklar

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun adayları şimdiden düzen partilerinin karşısında alternatif bir güç olarak ortaya çıkmış durumda. Bununla birlikte bağımsız adayların gerçek bir üçüncü seçenek olarak ortaya çıkması için ne bir blok oluşturulması ne de teknik olarak bağımsız adaylarla seçime girilmesi yeterlidir. 2007 seçimlerindeki “Bin Umut Adayları” deneyimi bunun en somut örneğidir.

Bin Umut adayları, bazı bölgelerde ön plana çıkarılan liberal adayların yanı sıra AKP'ye karşı açık bir tutum almayışı ile de Üçüncü Cephe çizgisinden uzaklaşmıştı. O dönem DTP Genel Başkanı'nın ağzından AKP mecliste çoğunluğu elde edemezse güvenoyu verileceği bile söylenmişti. Tüm bunlar Bin Umut adaylarını o dönemde belirtmiş olduğumuz gibi İki Buçukuncu Cephe konumuna sürüklemişti.

Bugün Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'na baktığımızda ise Batı'da simge olmuş liberal isimler yerine sosyalist adayların varlığı önemlidir. Referandumda boykot tutumunun devamında gelişen AKP ve CHP karşısındaki net tavır, emekçilerin ve ezilenlerin Üçüncü Cephesi yolunda sağlam bir dayanak noktasıdır. Devrimci İşçi Partisi tüm bu değerlendirmeler ışığında blokta yer almıştır.

Tüm bunlarla birlikte Üçüncü Cephe çizgisinin korunmasının ve geliştirilmesinin çok da kolay olmadığını, bugün oluşturulan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'nun çok ciddi eksiklikler ve handikaplarla yola çıktığını görmek gerekir. Politikanın tuzaklarla dolu dolambaçlı yollarının bloku Üçüncü Cephe hattından uzak düşürmesine karşı mücadele etmek gerekmektedir.

Blokun en önemli eksikliği BDP ile sosyalist hareketin ilişkilenme tarzında yaşanmıştır. Aylar öncesinden başlatılan Emek ve Özgürlük Cephesi tartışmaları belirli bir olgunluğa ulaşmış, hatta cephenin kuruluş bildirgesi taslağı hazırlanmışken tüm bu çalışmalar bir kenara atılmış ve sosyalistler edilgen bir konuma itilmiştir. BDP sürecin tek belirleyici öznesi olarak ön plana çıkmıştır.

Bu durum blokun politik şekillenişini olumsuz yönde etkilemiştir. Batıdaki işçi sınıfı ile Kürt halkının güçlerini birleştirecek bir seçim programı üzerinde ve bu hedefe uygun adayların seçilmesine yönelik verimli bir tartışma yapılamamış, kitlelere nasıl, kimle ve hangi programla ulaşılacağı sorularından bağımsız biçimde adaylar BDP'nin merkezi seçim komisyonunca belirlenmiştir.

DİP aldığı merkezi karar doğrultusunda özellikle Batı illerinde Tekel işçilerinden adaylar gösterilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu önerimiz BDP dahil bütün bileşenler tarafından son derecede olumlu karşılanmış, ancak BDP merkezi ile iletişimin zayıf olması, sürecin son derece kapalı ve yavaş ilerlemesi bu önerinin hayata geçmesini olanaksız kılmıştır. Hemen hepsi 4-C'ye geçmiş olan Tekel işçilerinin aday olmak için istifa etmeleri gerekli idi. Ancak bunun için YSK tarafından belirlenen sürede işçilere herhangi bir olumlu sinyal verilmemiş ve bu belirsizlik ortamı içinde Tekel işçilerinden temsilcilere istifa etmelerini önermek olanaksız hale gelmiştir. DİP aynı zamanda HES’lere karşı verilen mücadelenin veya kadın mücadelesinin içinden insanların da aday gösterilmesini önermiştir. Ama son güne kadar herhangi bir somut adım atılmadığı için, genel kabul gören bu öneriler pratikte işlerlik kazanamamıştır.

Adana'da yaşanan süreç, bu olumsuzlukların en tipik ve en vahim örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Partimizin de kurucu üyesi olan Şiar Rişvanoğlu'nun Adana'da milletvekili adayı olması önerilmiştir. Bu önerinin partimiz tarafından yapılması önemli değildir. Çok daha önemlisi Rişvanoğlu’nun yerel halk tarafından önerilmiş olmasıdır. Rişvanoğlu için 10 bine yakın imza toplanmıştır. Rişvanoğlu'na gösterilen bu teveccüh 2009 yerel seçimlerinde yaşanan başarılı pratiğin sonucudur. Rişvanoğlu 2009'da DTP ile sosyalistlerin ortak adayı olarak Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday olmuş ve iki yıl öncesine göre alınan oyları 30 bin arttırarak 80 bine çıkartmıştır. Oylardaki bu artış cephenin politik mantığıyla tamamen örtüşen bir biçimde Kürt hareketinin doğal tabanı olmayan kesimlerden Türk ve Arap kökenli emekçilerden gelmiştir. CHP ve AKP'nin tabanından Üçüncü Cephe'nin saflarına çekilen bu kitlelerin ne kadar önemli olduğu tartışmasız ortadadır. Adana'daki durum bu kadar açıkken ve tabandan yoğun bir istek olduğu halde BDP içindeki dengeler gereği Adana'nın kadın kotasına ayrıldığı belirtilmiştir. Adana'da yerel olmayan bir adayın kazanmasının zor olacağı, dolayısıyla tartışmanın kadın kotası üzerinden değil yerel aday üzerinden yapılması gerektiği vurgulanmış ve tartışma son güne kadar devam etmiştir. Tartışmalar sürerken kadın kotasına rağmen, BDP'den Ertuğrul Kükçü'ye Adana'dan adaylık önerilmesi BDP'nin sürece yaklaşımına yönelik güven sarsıcı bir etki yaratmıştır. Son gün ise Adana adayının kadın kotasına ve yerelden yoğun destek alan Şiar Rişvanoğlu'na rağmen, Murat Bozlak olarak belirlenmesi, yaşanan olumsuzluğu bir üst düzeye taşımıştır. Rişvanoğlu’nu ısrarla öneren kitlelere kadın kotası sürekli bir engel olarak gösterilirken, Adana’nın ardı ardına iki erkek adaya önerilmesi, kadın kotasının Rişvanoğlu’na özgü bir gerekçe olduğu düşüncesini pekiştirmiştir.

Burada alınan tutum sadece DİP'e ve yoldaşımıza karşı bir tutum olarak görülemez. Bu tutum Adana'da Rişvanoğlu'nu destekleyen binlerce Kürt emekçisine yönelik de olumsuz bir etki yaratmıştır. Dahası BDP tarafından sık sık dile getirilen, blokun bir partiler ittifakından ileri gitmesi, siyasi ve toplumsal yansımaları olan bir mücadele cephesi inşa edilmesi gerektiği yönündeki söylemlerin içinin doldurulamadığı görülmüştür. Adana adayının açıklandığı an itibari ile bölgede farklı kökenden emekçiler nezdinde nice emeklerle kurulmuş olan bağlar ciddi yara almış, bu kesimlerden bloka yönelik ciddi bir güvensizlik oluşmuştur.

Ertuğrul Kürkçü’nün Şiar Rişvanoğlu’ndan esirgenen Adana’dan aday gösterilmesi, Kürkçü’ye bir iltifat olarak görülmemelidir. Kürkçü, blokun BDP’ye önerdiği adaylardan biridir. Bir diğer aday tutuklu bulunan SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan’dı. Rıdvan Turan aday gösterilmemiştir. Sadece Ertuğrul Kürkçü aday gösterilmiştir. Bununla birlikte, baştan beri üzerinde anlaşmaya varılmış aday dağılımı uyarınca, Kürkçü’nün, seçilmesi olasılığının yüksek olduğu bir bölgeden aday gösterilmesi gerekirdi. Blokun bir adayı için bu vaad edilmişti. Ama Kürkçü İstanbul’dan aday gösterilmek bir yana, kendisine önce kazanılması hemen hemen olanaksız olan Antep teklif edildi. Bu kabul görmeyince, yerel bir aday olmadığı için kazanması yine çok zor olan Adana teklif edildi. Bu da kabul edilmeyince nihayet Mersin’de karar kılındı. Bu yaklaşım, blokun hak ettiği ciddiyetle uyuşmuyor.

Tüm bu gelişmeler olurken Batı’da gösterilen adaylar içinde müteahhit ve işveren kimliği öne çıkan isimlerin olması da tüm bu tabloyu tamamlamaktadır. Ankara bir örnek olarak alınacak olursa, yukarıdan beri özetlenen hataların sonucu olarak doğmuş olan tablo şudur: bir yıl önce Türkü ve Kürtüyle binlerce işçinin mücadele merkezi haline gelmiş olan Sakarya’nın da bir parçası olduğu seçim bölgesinde blok bir Tekel işçisini değil, bir işvereni aday göstermiştir!

BDP’nin kararları tek yanlı olarak vermesinin bir başka sonucu da şu olmuştur: blokun aylardır BDP ile birlikte seçime hazırlanmakta olan bileşenleri, yeni birtakım partilerin seçim blokuna katıldığını neredeyse son dakikada öğrenmişlerdir. Bu EMEP ve EDP için geçerlidir, ama en önemlisi, blokun kuruluşunun açıklanışından bir gün önce adı zikredilen DSİP vakasıdır.

Elbetteki tüm bunlar bloku bir bütün olarak değersizleştirmemekte ancak iddiaları açısından ciddi biçimde güçsüz ve zaaflı kılmaktadır. Bu eksiklikleri bir ölçüde de olsa gidermenin yolu oldukça gecikmiş olan seçim bildirgesinin ciddi bir hazırlıkla oluşturulmasıdır. Bu bildirge blokun siyasal duruşunun bel kemiğini oluşturacak ve bloku burjuvazinin karşısında gerçek anlamda politik bir alternatif haline getirebilecektir.

Bu noktada daha önce Emek ve Özgürlük Cephesi için çalışmaları başlatan bileşenlerin hazırladığı taslak uygun bir zemin oluşturmaktadır. Bununla birlikte başta BDP olmak üzere çeşitli blok bileşenleri tarafından demokratik anayasa talebine yönelik yapılan vurgular tarafımızda kaygı uyandırmaktadır. Bugün burjuvazi tarafından mutabakat halinde piyasaya sürülen “sivil” anayasa (yeni, demokratik vb. adlarla da anılıyor) tartışmaları bloku bir Üçüncü Cephe olmaktan saptırma tehlikesi taşımaktadır. DİP bu konuda uzun zamandır politik uyarılar yapmaktadır. Geçmişte yayınlamış olduğumuz, temel itirazlarımızı özetleyen bir metne burada yine yer veriyoruz:

 

“Gerek işçi hareketi için, gerekse sol için anayasa tartışmasına kilitlenmek, yeni, "demokratik", "sivil" bir anayasayı içinden geçtiğimiz dönemin temel politik hedefi haline getirmek sadece yararsız değildir. Doğrudan doğruya zararlı birtakım sonuçlara yol açacağı kesindir.

1. İşçi hareketini, solu, Kürt hareketini, yeni bir anayasa konusunda son derecede faal olan, bunu önümüzdeki dönemin ana konusu olarak gören TÜSİAD'ın yanına doğru itecektir. Örneğin DİSK bürokrasisinin TÜSİAD ile bu konuda dirsek teması içinde olduğu biliniyor. Yeni anayasayı solun merkezi şiarı haline getiren herkes Süleyman Çelebi'nin sınıf işbirliği açılımını rahatlatmış olacaktır.

2. TÜSİAD'ın yeni anayasayı neden istediği belli. Hem AB'ye uyum için hem de neoliberalizme daha da sağlam bir hukuki temel hazırlamak için. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu bu ikinci amaca "ekonomik anayasa" adını verdi bile. Dolayısıyla, bir anayasa tartışmasına kilitlenmek, burjuvazinin çok daha güçlü olduğu bu aşamada burjuvazinin eline oynamak anlamını taşıyacak.

3. Anayasa tartışmaları, sol içinde liberallerin elini güçlendirir. Bir yandan, TÜSİAD'ı bir demokrasi gücü olarak görenler bu tartışmadan özel bir yarar sağlar. Bir yandan da Kürt hareketi yeniden düzenin liberal güçleriyle belirli bir yakınlaşma içine girer.

4. İşçi ve emekçi sınıflar, genellikle sanıldığının tersine, demokrasi meselelerine ekmek kavgasından daha az ilgi duyarlar. Dolayısıyla, anayasal meselelerin onların izleyemeyeceği bir tekniklik düzeyinde tartışılması işçileri ve emekçileri bugün içinde oldukları politik konumda bırakır. Oysa Üçüncü Cephe'nin kitleleri burjuvazinin iki kampının hegemonyasından kurtarmak için özel bir görev ile karşı karşıya kaldığı bir aşamadan geçiyoruz. Bu yüzden, anayasa tartışmaları solun kitleleri kazanma açısından silahlarını elinden almış olur.

5. Anayasa tartışmaları sendika bürokrasisine ilaç gibi gelecektir. Bürokratlar, soyut insan hakları ve işçi hakları tartışmaları içinde boğulacak, liberal burjuva profesörlerine raporlar hazırlatacak, onları panellerde konuşturacak, bütün bunları yaparken de görevlerini yaptıkları havasına bürüneceklerdir. Bu arada grevlerde, direnişlerde, işten atmalarda görevlerini savsaklamak ya da bu eylemleri düpedüz sabote etmek için bir mazeret bulmuş olacaklardır.

6. Üçüncü Cephe'ye katılabilecek ya da dışarıdan destek verebilecek bir dizi devrimci demokratik güç, burjuva düzeni içindeki soyut anayasa tartışmalarına kilitlenen bir cepheye destek vermeyecektir.

7. Kürt halkının çıkarları açısından bakıldığında, bütün anayasanın toptan yenilenmesi faaliyeti, düzenin sahiplerinin ipe un sermesi anlamına gelecek, Kürtlerin büyük avantajlar yakaladığı şu dönemde derhal birkaç anayasa maddesi değişikliliğiyle haklarını tescil etmesini engelleyecektir.

Açık biçimde söyleyelim: Anayasa tartışmasını işçi hareketinin, solun ve Kürt hareketinin gündeminin merkezine yerleştirmek, düzene, burjuvaziye, liberalizme altın tepsi içinde bir hediye sunmaktır.” (DİP Merkezi Yayın Organı Gerçek Gazetesi sayı:12 Ekim 2010)

 

Blokun benimseyeceği seçim bildirgesi Devrimci İşçi Partisi için belirleyici niteliktedir. Blokun politik doğrultusu bir Üçüncü Cephe'nin inşası doğrultusunda vermekte olduğumuz mücadelenin temel dayanağını oluşturacaktır.

Devrimci İşçi Partisi