Referandum neden meşru değildir?

Türkiye’de seçim ve referandum gittikçe yurttaşların bir kâğıt parçasını bir zarfın içine yerleştirip bir sandığa atması hareketine indirgenmekte. Bunun adı oylamadır. Seçim ise sadece seçim günü olmaz. Seçim yurttaşların o oyu kullanmasına etki yapabilecek bütün faktörlerin hakkaniyete uygun biçimde oluşturulması ölçüsünde seçim haline gelir. Bu demektir ki, yurttaşın doğru seçim yapabilmesi için, siyasi partilerden bireylere herkesin kendi görüşlerinin propagandasını yapabilmesi önündeki engeller kaldırılmalıdır. Propaganda eşitliği ve özgürlüğü olmadan yapılana seçim değil sadece oylama denir!

1 Kasım 2015 seçimleri bu anlamda “hayalet seçim”di.  Sadece AKP’nin halk kitlelerine hitap edebildiği, miting ve başka türlü toplantılar düzenleyebildiği bir korku ortamı 1 Kasım’da yapılanı gerçek bir seçim olmaktan çıkarmıştı. 

Bu anlamda referandum da bir hayalet karakteri taşıyor. Demokratik koşullarda propaganda yapma olanaklarının bütünüyle kısıtlandığı bir referandumdu bu.

  • Her şeyden önce söz konusu paket TBMM'de anayasanın net hükümleri çiğnenerek fiilen açık oylama ile oylanmıştır. AKP'li Bakan Recep Akdağ'ın "suç işliyorum sana mı soracağım" sözleriyle bu ihlali savunması ve benzeri olaylar uzun süre tartışma yaratmıştır. Referandumun meşruiyeti daha başında sakatlanmıştır.
  • Referandumda oylanacak olan eski anayasa hükmüne göre “tarafsız” olası gereken cumhurbaşkanının bundan böyle partili olması idi. Ama Tayyip Erdoğan referandumdan evvel zaten partili cumhurbaşkanı olarak davranmaya başlamıştı. “Tarafsız” olacağına dair “namus ve şerefi” üzerine yemin etmiş olan Erdoğan, önce açılış yapma ya da muhtarlara hitap etme gerekçeleriyle “evet” propagandasına başladı. Ancak bununla yetinemedi, ardı ardına İstanbul Yenikapı, İzmir, Adana, Diyarbakır gibi kentlerde AKP’nin düzenlediği propaganda mitinglerine katıldı. Anayasa’yı ihlal etti, referandumu manasızlaştırdı.
  • Devlet parasıyla propaganda: Bütün bu faaliyetlerde hem Erdoğan, hem de Binali Yıldırım devlet parasından yararlandılar. Oysa Türkiye hukukuna göre seçimlerde ve referandumlarda siyasi partiler kendi olanaklarıyla propaganda yürütecektir.
  • OHAL birçok yerde “hayır” propagandasının yapılmasını kısıtlamak amacıyla kullanılmıştır.
  • OHAL bahanesiyle meclisin milletvekili sayısı bakımından üçüncü en büyük partisinin eş genel başkanları, onlarca milletvekili, onlarca belediye başkanı, yüzlerce il ve ilçe yöneticisi tutukludur. HDP bu koşullara rağmen “Hayır” mücadelesi vermiştir.
  • Yine OHAL aracılığıyla anayasanın öngördüğü propagandada eşitlik ilkesi çiğnenmiştir. Anayasa ve yasalar medyanın seçimler sırasında siyasi partiler arasında ayrımcılık yapmasını yasaklar, eşit propaganda zamanından yararlanma ilkesini getirir. Bakanlar Kurulu OHAL’i suiistimal ederek, bir kanun hükmünde kararname (KHK) marifetiyle bu ilkeyi iptal etmiş, böylece anayasa değişikliğinin önü doğrudan doğruya KHK yoluyla açılmıştır!
  • Bu sayede devlet televizyonu TRT aklın almayacağı bir fütursuzlukla inanılamayacak bir eşitsizlikle “evet” savunan partilerin kullanımına sunulmuştur.
  • Yandaş denen basın herhangi bir ceza kaygısı duymadan tek taraflı propaganda yürütmüştür.
  • Doğrudan doğruya AKP’ye bağlı olmayan, Erdoğan’a muhalif olabilecek medya üzerindeki baskı da meyvelerini vermiş, bu medya büyük ölçüde suskunluğa gömülmüştür.
  • “Hayır” kampanyasına devlet baskısı yaygın biçimde uygulanmış, “hayır”cılargöz altına alınmış, “hayır” bildirileri savcılarca tutuklanmıştır.
  • “Hayır” kampanyasına örgütlü milis güçlerince saldırılar ve Sedat Peker ve benzerleri tarafından tehditler yöneltilmiştir.
  • Yüksek Seçim Kurulu, Seçim Yasası’na (98. ve 101. Maddeler) ve kendi genelgesine (43. madde) bütünüyle aykırı biçimde, dışarıdan getirilecek oylara karşı asgari düzeyde de olsa güvence olan mührün varlığına bakılmayacağı yönünde karar almıştır.
  • Anadolu Ajansı bir yalan rüzgârıyla erken bir saatten itibaren televizyonlara “evet” oylarını anormal derecede önde gösteren sonuçlar göndermiş, böylece “hayır” taraftarlarının moralini bozarak çözülmelerini ve seçim hilelerini izlemekten vazgeçmelerini sağlamaya çalışmıştır. Verilen rakamlar “evet” için yüzde 65’e yakın bir düzeyden başlamış ve her an düşerek sonunda neredeyse “evet” ile “hayır”ın eşitlendiği bir duruma gelmiştir.

Kapitalist bir toplumda sosyal ve siyasal güçler arasında her bakımdan var olan eşitsizliğin çok ötesinde bu seçim sahtekârlıklarla ve hilelerle örülmüştür. Meşru değildir.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Nisan 2017 tarihli 91. sayısında yayınlanmıştır.