Patronların yarım asırlık fon rüyası: kıdem tazminatına saldırının tarihi

Patronların yarım asırlık fon rüyası: Kıdem tazminatına saldırının tarihi

Türkiye’de sermaye denilince akla ilk üç isim gelir: “Koç, Sabancı, Eczacıbaşı”.  Ticarette birbirine rakip olan bu üç grubun ortak noktası tabi ki işçi düşmanlığı. Özellikle ekonomik krizle birlikte işçi düşmanları bir kez daha iş güvencesine göz dikmiş durumdalar. İş güvencesine saldırının adı ise kıdem tazminatının kaldırılarak fona devredilmesi. Peki kıdem tazminatının fona devri saldırısı ilk ne zaman başladı?  

İlk olarak 1962 yılında yapılan üçüncü çalışma meclisinde basın sektörünün patronları ilk defa fona devir konusunu açtılar. Buna göre patronlar, gazetecilerden sigorta primi kesilmesini ve kıdem tazminatının Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından ödenmesini istediler. Kıdem tazminatının yasal olarak 30 gün üzerinden değil 15 gün üzerinden hesaplandığı 1974 tarihinde ise Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan bir açıklama yaptı. Açıklamada: “Kıdem tazminatının bir sigorta sistemine bağlanmasında fayda vardır. 15 günlük kıdem tazminatının 30 güne çıkarılışının şartları açıklığa kavuşmalıdır” diyerek kıdem tazminatının 30 güne çıkarılmasına karşı çıktı. Bu açıklamanın hemen ertesi günü DİSK Genel Sekreteri Kemal Sülker gazetecilere yaptığı açıklamada: “işveren sözcülüğü yapan Erbakan işçilerin haklarını önleyemeyecektir. Kıdem tazminatı zaten pek çok toplu sözleşme ile 30 güne çıkarılmıştır. Güçsüz sendikaların üyelerinin ve sendikasız işçilerin yasa yolu ile bu hakka kavuşmaları zorunludur” diyecekti.

Sermayenin ucuz işçi sömürüsü iştahı ve kıdem tazminatına düşmanlığı hiç bitmedi. Şu satırlar Vehbi Koç’un 1975’te dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e gönderdiği mektuptan: “Toplu İş Sözleşmesi Kanunun 1963 senesinde zatıaliniz Çalışma Bakanı olduğunuz zaman çıktı. Hatırlar mısınız, Divan Oteli’nde yemekte yanınıza geldim, bu kanunu çıkardığınız için tebrik ettim, çalışanın hakkını alması lazım geldiğini söyledim. 'Türkiye’de işçiliğimiz ucuz, ihracata dönük sanayi kurmamız lazım' derken son yapılan toplu sözleşmelerle bu imkânın kaybedilmekte olduğunu görüyoruz. Sendikalar işçileri kendi taraflarına çekebilmek için rekabet halindeler. Her sendika en fazla ücreti kendisinin alacağı iddiasıyla ortaya çıkıyor ve neticede istediğini elde ediyor. Sendikal hakların bulunduğu ülkelerde işçiye çalışmayan günler için ücret ödenmemektedir. Öğle yemeği verilmemektedir. (…) Dışarıda iş bekleyen insanlar varken, içeride sendikaya kapağı atanlar da rahata kavuşmuş olmaktadırlar. Bütün bunlar verimi azaltmakta ve çalışma ahlakını bozmaktadır.” Devam ediyor… “Yeni iktidar zamanında kanunlaşan kıdem tazminatı, sosyal sigortalar primi, emeklilere verilecek maaş farkları bütçeye, beklenilmeyen çok büyük yükler getirecektir.”

1977’nin Mart ayında İstanbul Sanayi odasında bir basın toplantısı yapan Sakıp Sabancı ise, kıdem tazminatı fonu yasa tasarısının, işçiye çalışma güvencesi sağlama, işvereni de mali sıkıntılardan kurtarma amacına ters düşen hükümler kapsadığını belirtip, bu tasarının işçi-işveren ve hükümet ilişkisi içinde yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini öne sürdü ve işverenler kondeferasyonunun var olan tasarıya getirilebilecek düzeltmeler konusunda bir çalışma yaptığını söyledi.

Şimdi de gelin işçi sınıfının örgütlülüğünü kesmeye çalışan 12 Eylül 1980 Askeri darbesinden sadece üç hafta sonraya gidelim.  Bu sefer Vehbi Koç Kenan Evren’e bir mektup yazıyor.

Mektubun bir kısmında “Nelere dikkat edilmelidir?” başlığı altında 15 madde sıralamış. DİSK’e atılan iftiraların yanında 5. madde çok çarpıcı. Şöyle diyor: “5- Kıdem tazminatı karşılıkları kurulacak bir fonda toplanmalıdır. İşçilere ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra, geriye kalan kısım kamu ve özel sektör yatırımları için düşük faizle kullandırılmalı ve bu fonun yeni işgücü yaratması sağlanmalıdır. Aksi takdirde, bu kaynak da devletin açıklarını kapatmaya kullanılır ve ekonomik fayda sağlanamaz.

Tüm bu anlattıklarımız size tanıdık gelmediyse Bülent Eczacıbaşı’nın 2000 yılında yaptığı bir röportaja götürelim sizi. Röportajın başlığı çarpıcı: “İş güvencesi istihdamı zorlar”. Bakın neler demiş Bülent Eczacıbaşı:

"Kıdem tazminatı, işsizlik sigortası ve iş güvencesinin birlikte ele alınmasını isteyen Eczacıbaşı: 'Bunlar kazanılmış haklardır dokunamazsınız, şimdi yeni hakları bunlara ilave edelim' derseniz bu yatırımcıları caydırır." 

Ne kadar tanıdık geldi değil mi?  

AKP iktidarı Yeni Ekonomi Programı’nda kıdem tazminatı ile ilgili olarak sosyal tarafların mutabakatından bahsediyor. Ama görüldüğü gibi kıdem tazminatının fona devredilmesi “sosyal taraflar” içinde sadece patronların istediği bir şey. Yarım asırdan fazla bir süredir patronlar bunun peşinde koşuyor. Yani sosyal tarafların mutabakatı falan değil patronların projesinin işçi sınıfına dayatılması var.

Peki bugüne kadar patronların istediği neden olmadı? Çünkü işçi sınıfı direndi ve kazanılmış hakkı olan kıdem tazminatına dokunulmasına müsaade etmedi. Eczacıbaşı ve tüm patronlar ne derse desin “kıdem tazminatı kazanılmış hakkımızdır dokunamazsınız” demeye devam edeceğiz. İş yasasında patronlara iftira atarak tazminatsız çıkarma olanağı veren 25/2’nin kaldırılması, işten atmaların yasaklanması, çalışma saatlerinin kısaltılması ve tüm işlerin çalışan nüfus arasında paylaştırılması gibi haklarımıza yenilerini ilave etmek için mücadele etmeye devam edeceğiz. Çünkü işimize, ekmeğimize, geleceğimize kasteden patronları caydırmak zorundayız.