Mihri Belli üzerine (1)

Ölümü dolayısıyla herkesin dikkatinin Mihri Belli üzerinde toplandığı bir aşamada, Mihri Belli’nin solun tarihindeki yeri konusunda dürüst değerlendirmeler, onu tanımayan gençler açısından önem taşıyor. Biz de partimizin literatüründe daha evvel yayınlanmış bazı yazılardan Mihri Belli hakkında pasajlar yayınlıyoruz. İlk parça, Nail Satlıgan imzalı. Devrimci Marksizm dergisinin Kasım 2006 tarihini taşıyan 2. sayısındaki “”TKP, Mihri Belli, Hikmet Kıvıcımlı” başlıklı yazıdan alınmış bir bölüm.

Mihri Belli’nin cenaze töreninde mezar başında yaptığı konuşmaya Vedat Türkali “71 yıllık mücadele arkadaşımdı Mihri” diyerek başladı. Demek ki, 1940’tan itibaren Türkiye Komünist Partisi saflarında birlikte çalışmaya başlamışlardı. Mihri Belli o günden bu yana Türkiye solunun içinden hiç eksik olmadı. Dolayısıyla, ölümü de, cenazesi de solun ve soldaki insanların büyük ilgisini çekti.

Bütün ölümlerin ertesinde yaygın olduğu gibi, Mihri Belli de büyük övgülere mazhar oldu. Vedat Türkali konuşmasında dürüst davranarak bazı dönemlerde aralarında çok sert tartışmalar olmuş olduğunu hatırlattı. Ama yeni ölmüş bir insanın olumlu yanları öne çıkarılıyor.

Komünistler siyasi ve hele ideolojik meselelerde her zaman dürüst olmak zorundadırlar. Komünist hareketin ideolojik, teorik ve programatik sorunları diplomasi kaldırmaz. Mihri Belli’ye saygı duyuyorsak ardından sadece olumlu konuşmak değil, onu nasıl görüyorsak öylece değerlendirmek zorundayız.

Ölümü dolayısıyla herkesin dikkatinin Mihri Belli üzerinde toplandığı bir aşamada, Mihri Belli’nin solun tarihindeki yeri konusunda dürüst değerlendirmeler, onu tanımayan gençler açısından önem taşıyor. Biz de partimizin literatüründe daha evvel yayınlanmış bazı yazılardan Mihri Belli hakkında pasajlar yayınlıyoruz. İlk parça, Nail Satlıgan imzalı. Devrimci Marksizm dergisinin Kasım 2006 tarihini taşıyan 2. sayısındaki “”TKP, Mihri Belli, Hikmet Kıvıcımlı” başlıklı yazıdan alınmış bir bölüm.

Bugünden baktığımızda bize başlık olan yarım yüzyılın, daha ziyade 3. Enternasyonal kökenli bir sosyalizm olduğunu göz önünde tutmak kaydıyla şimdi TKP’ye gelelim.Önce 1950’lere değinelim.1951 tevkifatı TKP’nin hayatiyetine, örgütsel varlığına çok büyük ölçüde son veren bir hareket.Çok büyük ölçüde diyorum, .bunun altını çizmek gerekiyor.2. Dünya Savaşı sonunda Sovyetler Birliğinin dünya çapında demokrasi, demokratik hak ve özgürlükler alanında yapabileceği etkiyi abartarak, yani soğuk savaşın gerçekten bir savaş olduğunu, olacağını unutarak bir örgütlenmeye gidiyorlar. Büyük ölçüde muhtemelen o 2. Dünya Savaşı havası içinde ummadıkları bir tepkiyle karşılaşıyorlar. TKP’nin içeri giren kadroları arasında ideolojik bir görüş ayrılığının olduğunu söyleyemeyiz. Ama polis sorgusu ve daha sonra hapishanede alınacak tutum konusunda ayrılık çok derin bir ayrılık oluyor. Yani onlarca yıl süren bir ayrılık. İdeolojik bir ayrılık başta kesinlikle yok. Yani şu strateji, bu strateji, Stalin’e karşı tavır, böyle şeyler rol oynamıyor. Ama esas olarak iki kanat var. Bir tanesi başını Mihri Belli’nin çektiği, “konuşmayan” kanat. Örgütsel bağlantılarını ele vermeyen ya da poliste ele verse bile savcılıkta ve mahkemede bunu reddeden bir kanat. İkinci bir kanat, şimdi benim gençliğim Mihri Bellicilere yakın çevreler içinde geçti, bize denirdi ki onlar konuştu. Bu Zeki Baştımar, daha sonra alias Yakup Demir olacak, dışarıda 1960’lı yıllarda TKP Dış Bürosunun başına geçtiğini öğreneceğimiz şahsiyet. Bize anlatılanlara göre polise konuşmuş, daha sonra da mahkemede siyasi savunma yapıyor.Yani biz evet Türkiye komünist partisiyiz, ben TKP Merkez Komitesi birinci sekreteriyim diyor, siyasi savunma yapıyor. Geriye dönüp baktığımızda ben şunu anlıyorum ki bu tevkifatta mutlak olarak konuşan ve mutlak olarak konuşmayan taraflar söz konusu değil. Zeki Baştımar dediğim gibi örgütün mevcudiyetini ve kendi örgütsel ilişkilerini kabul etse bile birçok insanı gizlemiş olduğu anlaşılıyor. Mesela Mehmet Ali Aybar, mesela Behice Boran, mesela Sadun Aren.Geriye dönüp baktığımızda bu gizlemelerin çok stratejik gizlemeler olduğu sonucuna varıyoruz. Çünkü, Gökhan’ın da söylediği gibi Türkiye İşçi Partisi ortaya çıktığında, yani 61’de kurulup 62’de aydınlara açılarak bir kitleselleşme sürecine girdiğinde bu şahsiyetler bu partinin yöneticileri oluyorlar. Bunların 141’den mahkûmiyetleri, sabıkaları olmamış oluyor. O sırada, 60’lı, 70’li yıllarda 141’den mahkûm olmuş olanlar legal politika yapamazdı, bunlar yapabiliyorlar. Mihri Belli kanadıyla Zeki Baştımar kanadı arasında bir ayrılık baş gösteriyor. 1960’a yakın yıllarda bu tevkifata maruz kalan insanlar dışarı çıkıyorlar. Şimdi anlıyoruz ki Zeki Baştımar hemen yurt dışına çıkıyor. Türkiye’ye bir çağrı gönderiyor, gelin toparlanalım diye. Mihri Belli ve arkadaşları Türkiye içinde kalıyorlar. Daha sonra TKP Dış Büro başkanı Yakup Demir’i o zaman Hürriyet gazetesinde gördük. Bu oldukça patolojik bir oluşum, arkadaşlar. Sovyetler Birliği’ne tamamen bağımlı: maddi olarak, manevi olarak, Türkiye ile bağları neredeyse tamamen kopuk. İçlerinde 51’de çıkanlar var, bir de daha önce orada yaşayanlar var. Yani 50 senedir Sovyetlerde yaşayan insanlar var, çok efsanevi önderler filan. Bunların Türkçesi filan da bozuk. “Bizim Radyo”, “TKP’nin Sesi” onların yayınları. Mesela saylav nedir biliyor musunuz?

(Salondan cevap gelir).Evet, milletvekili. 1930’larda kullanılmış bu. Nasıl ki kaymakama ilçebay, valiye ilbay denmiş. Yani adamın dili o dönemde kalmış. Utkan nedir biliyor musunuz?(Salondan zafer cevabı gelir.). Hayır, utku zafer, utkan muzaffer demek. Mesela askeri darbe demiyorlar, askersel devirme diyorlar(gülüşmeler). Yani böyle bir dille konuşuyorlar. Patolojik bir oluşum.

Mihri Belli ve arkadaşları Türkiye’de kalıyorlar. Mihri Belli’nin, Gökhan’ın aşağı yukarı bütün ana adımlarını, önemli adımlarını özetlediği serüveni, TKP’nin Türkiye içinde kalan kadrolarının faaliyetidir.Yalnız,tabi Yön ile bir stratejik dayanışma ve yakınlaşma içindeler. Orduda o sırada önemli birtakım kımıldanmalar var. Nasıl ki mesela bugün Chavez’in önderliğinde başlayan sürecin sosyalizme doğru gidip gitmediği tartışılıyor dünya solunun içinde. Bu tartışmalı bir konu ama tartışmaya değer bir konu. Saçma bir konu değil. Türkiye ordusunda da böyle bir hava var. Mihri Belli Yön dergisiyle stratejik bir ittifak içine giriyor. Daha sonra da giderek yükseliyor, kalabalıklaşıyor bu hareket. TİP’i ele geçirme raddesine geliyor, sınırına geliyor. Bu yüzden birtakım şiddet hareketleri uygulanıyor. Sonuç olarak TİP’i ele geçiremiyorlar. Ama TİP’in işlevini büyük ölçüde sekteye uğratıyorlar. Bizim bugün geriye dönüp baktığımızda koyabileceğimiz bir isimle “iç TKP”, yani milli demokratik devrim hareketi, bunun önderi Mihri Belli ve arkadaşları böyle bir gelişme gösteriyorlar. Bu gelişmenin ayrıntıları, somut aşamaları vs. önemli bir kısmını zaten biliyorsunuz. Başvuru kaynaklarında zaten var. Ama Türkiye’ye özgü iki önemli paradoksa yol açıyor, ben bunların altını çizmek istiyorum. Bir tanesi şu: TKP 51 tevkifatından sonra dediğim gibi parçalanınca, parti içinde muhtemelen azınlıkta olan kesim ülke dışına gidince, Doğu Almanya’da Sovyetler Birliği’nin nezdinde hareketin — yani “Marksist-Leninist dünya hareketi”nin hareketinin — Türkiye’deki temsilcisi olarak onay alınca şöyle bir durum söz konusu oluyor. O sırada dünyada bütün komünist partilerinde — bunun şu anda ellinci yılını yaşıyoruz — 1956 Sovyetler Birliği Komünist Partisi yirminci kongresinde Hruşçev, o zamanın birinci sekreteri, Stalin aleyhine bir rapor okuyor. Bununla başlayan sürece literatürde destalinizasyon denir. Bu dünyanın her yanına yayılmıştır. Komünist partileri kanalıyla yürütülmüş bir kampanyadır bu. Stalinizme yönelik eleştiri çok büyük bir ölçüde kişiye tapma denilen bir tutumun eleştirilmesiyle sınırlıdır.Troçkistleri, devrimci Marksistleri, sol Marksistleri tatmin edebilecek bir bürokrasi eleştirisi söz konusu değildir. Zaten bürokrasi içindeki bir çatlaktır söz konusu olan. Hruşçev Stalin’in bütün cinayetlerinin tetikçisi bir adamdır zaten. Yani kapasite olarak böyle bir şey, radikal ve derin bir Stalin eleştirisi yapabilecek durumda değildir. Ama sonuç olarak bir destalinizasyon başlamıştır. Bu destalinizasyonun anlamı nedir? Bir: Stalin’in Marksizmin klasikleri arasından çıkarılması. Bu şu demek: Marx, Engels ve Lenin’le aynı statüde olmayacaktır Stalin, kitapları basılmayacaktır, yayımlanmayacaktır. Yeni baskıları olmayacak, mesela Marksizm ve Milli Mesele ya da Diyalektik ve Tarihî Materyalizm — bunlar basılmayacak. Sovyetler Birliği Komünist Partisi kısa tarihi — ki Diyalektik ve Tarihî Materyalizm o kitabın bir parçasıdır — bunlar basılmayacaktır. Böyle bir destalinizasyon dünya çapında olmuştur. Türkiye’de ise olmamıştır. Neden ? Çünkü destalinizasyonu yapması gereken kuruluşun önderliği ülke dışındadır. Ülke içindekiler ise rekabet içinde Stalin’in Marksizmin klasikleri içindeki yerini muhafaza etmeye yöneldiler. Nitekim, biliyorsunuz, Sol Yayınları Marksist literatürün Türkçeye çevrilmesi ve yayımlanmasında çok önemli bir rol oynadı. Muzaffer Erdost’un adıyla anılır ama Muzaffer Erdost kadar önemli bir insan orada Mihri Belli ve eşi Sevim Belli’dir. Korkunç bir çeviri çabası. Yani şöyle anlatılır:Mihri Belli otururmuş Sol Yayınlarında, eline alırmış bir kitabı sözlü olarak çevirirmiş, birisi daktilo edermiş. O yüzden ilk baskılarda tabi çeviri yanlışları çoktur. Bunlar bir taraftan Karl Marx , Engels ve Lenin basarken bir taraftan da bütün bir Stalin külliyatını Türkçeye kazandırdılar. Yani Türkiye’de destanilizasyon o yüzden son derece zayıf olmuştur. Mahir Çayan’da derin bir Stalinist damar vardır: Stalin’e olumlu atıflar vs. Bu Türkiye sosyalist hareketinin bence birinci paradoksu.

İkinci paradoksa geliyorum. Mihri Belli TKP, yani Moskovacı dünya komünist hareketi geleneğinden gelen bir insan, o kültür içinde yoğrulmuş bir insan. Dolayısıyla Stalinciliğin Türkiye gibi bir ülke için strateji olarak ne önerdiğini bilecek durumda olan bir insan. Bunun evveliyatı var. Burada Troçkist olan arkadaşlar da var, olmayan arkadaşlar da var. Şöyle diyebiliriz: İki Taktik’e kadar giden bir geçmişi var bu aşamalı devrim görüşünün. İki Taktik Lenin’in kötü kitaplarından bir tanesidir: Demokratik Devrim ve Sosyal Demokrasinin İki Taktiği. Burada bir demokratik devrim,bir de sosyalist devrim aşaması öngörülür. Bu ikisi arasında çok uzun süren bir geçiş dönemi öngörülür. Geçiş döneminde devletin sınıfsal niteliğinin işçi devleti olmayacaği, ondan daha geniş bir koalisyon olacağı öngörülür. Yani deyim yerindeyse iki aşamasının arasına bayağı uzun bir sürecin sıkıştırılmış olduğu, bir Çin seddinin yerleştirilmiş olduğu bir aşamalı devrim söz konusu. Benim yorumuma göre, ayrıca Troçkistlerin yorumuna göre Lenin bu aşamalı devrim görüşünden 1917 Devrimi arifesinde Nisan Tezleri diye anılan stratejik yönelişle ayrılmıştır ve ondan sonra “Bütün iktidar Sovyetlere”, bir işçi devletinin kurulması perspektifi, stratejisi, gündeme gelmiştir. Ama bu aşamalı devrim görüşü özellikle Stalinciliğin Sovyetler Birliği’nde iktidara gelip de muhaliflerini tasfiye etmesinden sonra derinleştirildi ve yaygınlaştırıldı. Örneğin Çin Devrimiyle birlikte –ki onlarca yıla yayılan bir süreç- ulusal demokratik devrim adı altında az gelişmiş, emperyalizmin sömürgesi yada yarı sömürgesi durumunda olan ülkelerde proletaryanın burjuvazinin antiemperyalist, ulusal, millici — Türkiye’de milli demokratik devrimcilerin kullandığı deyimle — millicilerle ittifakına dayanan, azgelişmiş ülkelere özgü yeni bir boyuta büründürüldü. Tabi İki Taktik’te milli demokratik diye bir şey yoktur; burjuva demokratik devrim vardır. Bu sefer az gelişmiş ülkeler için Çin devrimiyle başlayarak bir ulusal demokratik devrim ya da milli demokratik devrim stratejisi ön görüldü.Mihri Belli Türkiye’de bunu savundu.O arada yine tarih açısından ilginç bazı paradokslar yaşandı. Mesela Mihri Belli’yle yurt dışındaki Zeki Baştımar kanadı arasında ihtilaf var. Dış TKP TİP’i destekliyor, Mihri Belli aleyhine broşür yayımlıyor. O broşürü ben hatırlıyorum: MDD’nin İçyüzü. Şimdi sanırsınız ki milli demokratik devrim görüşünü eleştirecek ama bu Stalinizmin görüşü zaten. O yüzden milli demokratik devrim diye başlayan broşürde milli demokratik devrim değil, Mihri Belli eleştirildi. Söylem şöyle tabi: Milli demokratik devrim Türkiye gibi bir ülkede doğrudur ama bunu Mihri Belli’nin yapması yanlıştır. Yani milli demokratik devrimi değil, Mihri Belli’yi eleştiren bir broşürü bunlar Türkiye’de yaydılar.