HDP’nin emekçi halka verebileceği bu mu?
Geçtiğimiz günlerde siyaset planında iki önemli gelişme oldu. Ekmeleddin İhsanoğlu, CHP’nin hızı her geçen gün artan sağa kayışının yeni bir merhalesi olarak, MHP ile birlikte Türkiye halklarına cumhurbaşkanı adayı diye sunuldu. Sonra hafta sonunda HDP Olağanüstü Kongresi yapıldı. HDP Kongresi’nin yapıldığı Pazar günü Özgür Gündem gazetesi partinin göstereceği cumhurbaşkanı adayının kongrede açıklanacağını yazıyordu. Bunun anlamı haftalardır ismi üzerinde durulan Selahattin Demirtaş’ın aday olması idi. Ama şaşırtıcı bir şekilde kongrede aday açıklanmadı. Biz, iki olayı birbirine bağlayarak bunu HDP’nin Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday gösterilmesi ile birlikte solda muazzam bir boşluk doğduğunu fark edip, bu tarihi fırsatın en iyi nasıl değerlendirilebileceğinin yeniden düşünülmesi konusunda olgun bir taktik değişiklik gerçekleştirmekte olduğunun işareti olarak yorumlamayı tercih ettik.
Belki gerçekten de öyledir. Ama HDP içinde bir duyarlılığın, anlayışın, eğilimin bu meselenin ciddiyetini hiç kavrayamadığı anlaşılıyor. Filiz Koçali’nin, kongreden iki gün sonra (24 Haziran Salı) Özgür Gündem’de yayınlanan yazısı (“Rize’den Şırnak’a Fırsat ve Sorumluluk”), maalesef sanki bu eğilimin durumu ne kadar kavrayamadığını anlatmak için yazılmış.
Bir kere, Koçali, bir gazeteci edasıyla şöyle yazıyor: “HDP tabanından ve pek çok çevreden gelen öneriler kamuoyuna yansıdı. Demirtaş üzerinde büyük bir konsensüs sağlandığı söyleniyor.” Buradaki “söyleniyor” kelimesi gerçekten tuhaf. Koçali BDP Eşbaşkanlığı yapmış biridir. HDP’nin adayının kim olacağını sadece gazeteci gibi izliyor olamaz. Bu cümle bir “haber” cümlesi değil, bir arzunun ifadesi olmalı. (Yazıyı okurkan zaman zaman yüreğimizden belki de Koçali “Demirtaş’ı değil başka birini aday yapalım” demek istiyor diye düşündük. Ama temelsiz bir dilek bu herhalde.) Bizim Selahattin Demirtaş’a Kürt hareketinin bir lideri olarak büyük saygımız var. Ama bütün yeteneklerine ve fedakârca mücadelesine rağmen, Demirtaş 2014 cumhurbaşkanlığı seçimi için hiç uygun bir aday değil. Her milliyetten milyonlarca işçi-emekçi, milyonlarca Kürt olmayan Alevi, milyonlarca kadın ve genç, her ikisi de aynı ekolden gelen iki sağcı aday karşısında sıkışıp kalmış, şaşkın. Onlara dönüp genel bir kurtuluş programının temsilcisi bir adayla “işte yürümemiz gereken yol budur” demek yerine Kürt hareketinin parlamenter alanda en önde gelen liderini önermek demek, somut durumun somut analizini yapmamak, ezbere dayalı politikada ısrar etmek demektir.
Zaten Koçali’nin ve fikirdaşlarının somut durumu hiç mi hiç anlayamadığı durumun analizinden de belli değil mi? Şöyle diyor Koçali: “Seçimlerin iki turlu olması bize çok önemli bir avantaj sağlıyor. Türkiye siyasetinin yaşadığı keskin saflaşma, yerel seçimlerde gönlü bizden yana olan pek çok kesimi ve bireyi ‘mecburen’ başka partilere oy vermeye yöneltti.”
Şayet siz durumun özgüllüğünü, “bizim seçmenimiz nihayet gönül rahatlığıyla bize oy verecek” düzeyinde anlarsanız, bütünüyle yanlış yoldasınız demektir. Hayır, bugün hedeflenmesi gereken kitle, HDP’nin seçmeni olduğu halde “yararlı oy” kaygısıyla oyunu ona vermeyen seçmen değildir. Böyle bir seçmen varsa, şimdi doğmuş olan durumda hedeflenmesi gereken seçmen kitlesinin yanında devede kulak kalır. CHP hem sağcı bir aday seçerek, hem de bu adayı erkenden açıklayarak HDP’ye muazzam bir alan açmıştır. Bu tarihi hatayı değerlendirmek, CHP’nin gerçek yüzünü kitlelerin en çok görebileceği bir aşamada yeni bir tarihi blokun, Emek ve Özgürlük Cephesi olarak anılabilecek bir blokun oluşturulmasında bu durumu bir fırsat olarak kullanmaktır bugünün görevi.
Görevi anlayamayanın aday konusunda bütünüyle yanlış yolda olmasında anlaşılmayacak bir şey yoktur. Ama Koçali meselelere öyle yaklaşıyor ki, seçim propagandasını öyle bir çerçeveye oturtuyor ki, insana “aday kim olsa fark etmez” dedirtiyor! Lütfen dinleyin:
“Cumhurbaşkanlığı seçimleri barış, demokrasi ve özgürlük isteyenlere olağanüstü bir fırsat sunuyor. Birincisi, Soma’dan Rize’ye, Şırnak’tan İstanbul’a yerelden başlayan demokrasiyi, demokratik özerklik iddiamızı anlatabileceğimiz bir imkanımız olacak. İkincisi, demokratik ulus ve demokratik cumhuriyet diye tanımladığımız iddiamızı, bütün halkların ortak vatanda barış içinde ve demokratik bir sistemde yaşayabilmesinin nasıl mümkün olduğunu aktarabileceğiz. Üçüncüsü, hele de yakınızda IŞİD gibi bir örnek varken, Demokratik Ortadoğu Birliği tezimizi, Rojava’dan aldığımız güçle göğsümüzü gere gere anlatabileceğiz. Ortadoğu barışı ve demokrasisi için elimizde artık mükemmel bir model var. Bütün bunları alt alta yazınca önümüzde büyük bir olanak olduğunu, ama aynı zamanda tarihin bize büyük bir sorumluluk yüklediğini görüyoruz.”
“Bütün bunları alt alta yazınca”, maalesef ortaya bir siyasi fecaat çıkar! Madem Koçali adından söz etmeyi hatırlamış (ama nedense başlığa Rize’yi taşımış!), Soma’yı alalım. Koçali’nin saydığı programda Somalı madenciyi ya da yitirdiğimiz madencinin eşini ilgilendiren ne var? Soruyu sormak, cevabın ne kadar komik durduğunu anlamak demek. Siz Soma’nın, Yatağan’ın, Seyitömer’in, Zongudak’ın işçisine sadece “demokratik özerklik”, “demokratik cumhuriyet” ve Rojava’yı mı anlatacaksınız? “Demokratik cumhuriyet”i şimdi tartışmayalım, ama “demokratik özerklik” ve Rojava’ya sözümüz yok. Bizim mensubu olduğumuz parti, Devrimci İşçi Partisi, Türkiye solunda Kürdistan için demokratik özerkliğin ilanını ilk selamlamış partidir. Rojava’nın varlığını ve haklarını başından sonuna destekledi, sadece politik ve ekonomik kuruluş bakımından dostça uyarılar yaptı. Ama politika, Soma’da ve Yatağan’da demokratik özerklik anlatmak değildir! Taşerona ilişkin hiç mi bir şey anlatmayacaksınız? Kamulaştırma talep etmeyecek misiniz? İşçi sağlığı ve iş güvenliğine, özel istihdam bürolarına, bölgesel asgari ücrete, sendikalaşmanın pratikte neredeyse yasaklanmasına ne diyeceksiniz? Alevilere ne vaat edeceksiniz? Onlara da mı “demokratik özerklik”? Gençlerin dağ gibi yığılan sorunlarına ilişkin üç kelime yok mu?
Tablo tamamlanıyor. Somut durumun somut analizi böyle yapılırsa, seçimde halka yapılacak propaganda (ajitasyon demeye dilimiz varmıyor, Soma işçisine “yaşasın demokratik özerklik!” ajitasyonu çekseniz ne olur!) çerçevesi böyle çizilirse, o zaman insan kendi başkanını aday olarak göstermekten neden kaçınsın?
Filiz Koçali, bizim insan olarak ve kişisel mücadele tarihi açısından çok değer verdiğimiz bir insandır. Sorunumuz onunla değil. Ama BDP Eşbaşkanlığı yapmış çok faal bir kadronun yazdıklarının bir anlamı olsa gerek. Sorunumuz HDP içinde bu yazının temsil ettiği anlayışla, duyarlılıkla, eğilimle. Bu eğilim baskın çıkarsa Türkiye’nin devrimcileri, demokratları, komünistleri büyük bir fırsatı heba etmiş olacaktır. Bu konuda HDP içindeki sosyalistlere büyük görev düşüyor. İşçi ve emekçi kitlelerin HDP’nin ufku içine girmesi konusun da esas duyarlı olması gereken bu akımlardır.
Fırsatın heba edilmesi, Kürt hareketi için de büyük bir hata olacaktır. Şayet Kürt hareketi kuruluşunda en büyük rolü oynadığı HDP’nin gerçekten “Türkiye partisi” olmasını istiyorsa, sadece Kürtlerin değil, Türkiye’nin sömürülen emekçi kitlelerinin de çıkarlarının en iyi takipçisinin kendisinin olduğunu onlara kanıtlamak zorundadır. Tarih ironilerle dolu: HDP kuruldu ve önüne böyle bir fırsat çıktı. Fırsatlar doğar. Değerlendirilemezse kaçar. Tarih böyle kaçırılan fırsatlarla doludur.