Erdoğan, Koca, Soylu yoğun bakımları lebalep doldurdu!
Koronavirüs salgınında üçüncü dalga kontrol edilemiyor. AKP’nin Mart ayında salgındaki kötü gidişe rağmen tıklım tıklım dolu salonlarda yaptığı kongreler adeta bugünlerin habercisiydi. Bu kongreler Koronavirüsün, özellikle de yayılma hızı çok daha hızlı olduğu bilinen yeni mutant virüslerin yayılmasında büyük rol oynadı. Erdoğan’ın bu kongrelerde salonları “lebalep” doldurdukları için AKP’lileri kutlaması ise virüsle birlikte tüm devlette sorumsuzluğun, rehavetin, vurdumduymazlığın yayılmasını hızlandırdı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bu kongrelere göz yumdu, sustu, köşe bucak kaçtı, kaçacak yer kalmadığında da sorumluluğu 84 milyona yüklemeye çalışarak sorumsuzluğun ibretlik bir örneğini gösterdi. Nihayet vatandaşa en ufak bir ihlalde ceza kesen, halkın ve özellikle 1 Mayıs yaklaşırken işçilerin her türlü eylem ve etkinliğini yasaklayan, hakkını arayanı “lebalep” gözaltı minibüslerine doldurup karakollara gönderen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu kendi işine geldiği yerde yine tam tersi şekilde davrandı. Jandarma ve polis eliyle insanları en yakınlarının cenazelerini dahi apar topar, bir avuç insanla kaldırmaya zorlayan Süleyman Soylu, Nur cemaatinin liderlerinden Hüsnü Bayramoğlu’nun “lebalep” cenaze töreninde yüzlerce kişiyle birlikte en ön safta yer aldı. Sorumsuz, keyfi, çifte standartlı, ikiyüzlü yönetim manzarasını taçlandırdı. İşte üçüncü dalgada salgın böyle kontrolden çıktı. İstibdad rejimi tüm sorunlarda olduğu gibi salgında da çözüm getirmiyor, devletin gücünü sadece halkı susturmak için kullanıyor.
Halkın kontrolden tamamen çıkan salgın karşısında ödediği fatura çok büyük! İş yok, aş yok, yeterli aşı da yok! Kongrelerden, tarikat, cemaat cenazelerinden sonra nihayet yoğun bakımlar da lebalep doldu. Resmî rakamlara göre Koronavirüs günlük vaka sayısı 60 bini aşmış, günlük vefat sayısı 350’lere ulaşmış durumda. Erişkin yoğun bakımların ülke genelinde ortalama doluluk oranını %70 olarak açıklanıyor. Kimse yüzde 30’luk kapasite daha var diye düşünmemeli. Kamu hastanelerinde normal servislerin yoğun bakıma dönüştürülmesi, gerek teçhizat gerekse de yoğun bakım uzmanlığı ve deneyimine sahip personel yetersizliği dolayısıyla gerekli etkinliği gösteremiyor. Sağlık bakanının da bir hastane patronu olarak mensubu olduğu özel sektör ise kâr-zarar hesabıyla maddi olanaklarını, yoğun bakım kapasitesini gerektiği gibi salgının hizmetine sunmuyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, topluma “henüz yoğun bakımlarımız dolu değil” mesajı veredursun, pek çok ilde hastanelerde servis yatağı bulmak bile oldukça zor. Erişkin yoğun bakım yatağı bulmak ise ancak yatan hastaların vefat etmesi ile mümkün olabilmekte.
Vaka ve ölüm sayıları tespit edilenden çok daha yüksek
Pandeminin ilan edilmesinin üzerinden 1 yıldan fazla zaman geçti. Bu süreçte hastalığa dair bilgilerimiz arttı. Yapılan çalışmalar, ülkelerin tespit ettikleri her bir Koronavirüs vakasına karşılık 8 ila 10 vakanın olduğunu gösterdi. Günlük 60 bin vakaya karşılık, yakala(ya)madığınız 450-600 bin vakanız var demektir. Yine bu çalışmalara göre her bir tespit edilen Koronavirüs ölümü için ek bir tane daha Koronavirüs teşhisi koyulmadan ölen kişinin olduğunun düşünülmesi gerekiyor. Resmî rakamlarla bile günlük en az 700 vatandaşımızın Koronavirüsten hayatını kaybettiği sonucuna varmamız mümkün. Yalnızca hastanelere başvuranlara yaptığımız testler sonucu yakaladığımız vakaların ve ayrıca ölüm sayılarının hükümet tarafından bilerek düşük gösterildiği de dikkate alınırsa bu rakamların çok daha yüksek olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Özel hastaneler kârlarının derdinde
Bu kadar fazla vaka ile boğuşan sağlık sisteminin özellikle yoğun bakım yatağı ve solunum cihazı ihtiyacı açısından iflas bayrağını açma arifesinde olduğu bu dönemde, özel hastanelerin vatandaştan fahiş yatak paraları talep etmeleri sağlıkta piyasalaşmanın en utanç verici örneklerinden biri olarak yerini almıştır. Vatandaş can derdinde, özel hastane patronları ise kârlarının! Oysa pandeminin başında hem Sosyal Güvenlik Kurumu tebliği ile hem de Cumhurbaşkanlığı kararı ile özel hastanelerin pandemi hastalarının tanı ve tedavilerinden ücret alması yasaklanmıştı. Bu durumu özel hastane patronu Bakan bilmiyor mu? Bal gibi biliyor. Bu skandala bilerek ve isteyerek göz yumuyor. Oysa Türkiye’nin toplam yoğun bakım yatak sayısının %41’i, erişkin yoğun bakım yatak sayısının ise %35,5’i özel hastanelerin bünyesinde. Hükümet derhal özel hastaneleri kamulaştırmalı, kapasitelerini pandeminin ihtiyaçları doğrultusunda kullanmalıdır!
Böylesine bir sağlık felaketi ile mücadelede hükümetin alması gereken başlıca iki önlem mevcut. İlki, en temel halk sağlığı tedbirlerini almak. Bunun en önemli ayağı çalışma hayatının salgına göre yeniden düzenlenmesiydi. Bu konuda hükümetin salgının başından beridir uyguladığı politika, bu önlemleri olabildiğince almama yönünde oldu. İkincisi ise toplumu olabildiğince hızlı ve yaygın aşılamaydı. Hükümet bu konuda da çuvallamış durumda.
Yeterli aşı olmadığından aşı olmak teşvik edilmedi
Aşılama politikasında en baştan geç davranıldı. Büyük miktarda aşı alım anlaşması tek bir firma ile yapıldığı için tüm ülke bir firmanın insafına bırakıldı. Her türlü yolu kullanarak, sabah akşam aşı olunması için teşvik edici ve bilinçlendirici çalışmalar yapması gereken hükümet, aşı tedarikinde yaşanan fiyasko nedeniyle halkın aşı olması yönünde ciddi hiçbir çaba göstermedi. Şimdi ise Bakan çıkmış aşı ikna timleri kuracaklarından bahsediyor. Yeni mi aklınıza geldi? Oysa hükümetin salgının yayılmasına karşı hiçbir ciddi tedbir almadığı bu ortamda, salgını yavaşlatabilecek tek müdahale aşıydı.
Risk gruplarının tamamı aşılanmadı
Bakanlığın açıklamasına göre; 65 yaş üstü vatandaşların %23,6’sı (yaklaşık 1 milyon 900 bin kişi), sağlık emekçilerinin ise %14’ü (yaklaşık 150 bin kişi) aşılanmamış durumda. Bu sayılara kronik hastalığı olup aşı sırası gelmeyen veya sıra gelmesine rağmen aşılanmayan kişileri de eklememiz gerekir (Bakan bu sayıyı açıklamadı). Koronavirüs hastalığının en ölümcül seyrettiği başlıca risk grupları bunlardı.
Koronavirüse yakalananların yaklaşık %15’i hastaneye yatış, %3-5 kadarı yoğun bakım ihtiyacı göstermekte olup, hastalarda ölüm oranı yaklaşık %2-3 olmakta. Risk gruplarında ise bu oranlar daha da yükselmektedir. Bakanlığın risk gruplarının tamamını aşılamadan daha genç yaştakileri, futbolcular gibi risk grubu içinde yer almayan toplulukları aşılamaya girişmesi, salgını değil algıyı yönetmek istediğini göstermektedir. Böylece vatandaşlarda “yeterli sayıda aşımız var” algısı yaratılmak istenmektedir. Gerçek ise aşının Türkiye’de yeteri kadar olmadığı ve ne zaman yeteri kadar aşı tedarik edileceğinin bilinmemesidir. Bakan her açıklamasında yerli aşı çalışmalarının yakın dönemde sonuçlanmasını ve sonbahara kadar toplumun hemen hemen tamamının aşılanmış olmasını umduğunu söylemektedir. Oysa bu amaca hizmet edebilecek Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünün kapısına 2011 yılında AKP iktidarı tarafından kilit vurulmuştu. Bugün için kitlesel aşı üretimi yapacak donanımda ne bir fabrika var ne de bu süreci yönetebilecek bilgi birikimi.
Biz, Koronavirüs aşılaması başlamadan önce, aşıların devlet tarafından zorunlu olarak yapılması gerektiğini savunmuştuk. Ancak öncelikle, vatandaşların aşı olması için tüm tereddütleri giderilmeli, yaygın bilgilendirme yapılmalı, her türlü ikna yolu denenmeli, süreç şeffaflık içinde yürütülerek vatandaşta güven oluşturulmalıydı. Bunlar yapılmadı.
Aşılama çok yavaş ilerliyor
Aşılamanın ilk başladığı günlerde Türkiye’nin günlük aşılama sayısı 500-600 bine kadar çıkmıştı. Esasında yalnızca aile hekimliklerinin aşılama kapasitesi yaklaşık bu kadardır. Bunun içine hastaneleri ve ek yapılabilecek aşı istasyonlarını katarsak günde milyonlarca doz kapasiteye çıkmak mümkündür. Oysa Türkiye’nin günlük aşılama ortalaması 200 bin civarında seyretmektedir. Salgının hızının kesilmesi için yaklaşık 60 milyon kişinin aşı olması gerektiği belirtilmektedir. Bu da 120 milyon doz aşı demektir. Henüz yaklaşık yalnızca 8 milyon kişinin her iki dozu vurulduğu düşünülürse bu hızla gidilirse hedefe ulaşmak yaklaşık 450 gün alacaktır. Türkiye sağlık sistemi, geçmişten gelen tecrübesiyle, AKP’nin tüm baltalama çabalarına karşın istendiği takdirde aşılamayı gayet iyi uygulayabilecek sağlık emek gücü ve altyapıya halen sahiptir. Yeter ki elde aşı olsun.
Hükümet sağlık emekçilerinde karantinayı kaldırdı
Salgının en başında sağlık emekçilerinin bu tür sağlık felaketlerinde en örselenen gruplar olduğunu belirtmiş, hükümeti bu konuda uyarmıştık. Sağlık emekçilerinin talepleri hükümet tarafından bugüne kadar karşılanmadı. Üstüne üstlük Bakanlık Mart ayında güncellediği Koronavirüs rehberinde, aşı olan ve Koronavirüs hastalığı geçiren kişilerin, Koronavirüs hastalarıyla yakın (yüksek riskli) temas etmeleri durumunda alınması gereken 10 günlük karantina tedbirini kaldırdı. Oysa aşı olmanın virüsü taşımaya mâni olmadığı, aşılı kişilerin de hastalığı bulaştırabildiği biliniyor. Bu kararla sağlık emekçileri, çevrelerine virüs yayma potansiyeli olan kişiler haline getirilmiş oldu.
Bugüne kadar aşının her iki dozunu olan grupların ağırlıklı olarak 65 yaş üstü vatandaşlar ve sağlık emekçileri olduğunu biliyoruz. Bu kararla amaçlananın, bugün için ulusal sağlık felaketi haline gelmiş salgında sağlık emekçilerinin emeğini sonuna kadar sömürmek olduğu anlaşılmaktadır. Salgın öncesi “az kişiyle, çok iş yapması” dayatılan sağlık emekçilerine salgın sırasında da hükümetin yaklaşımı değişmedi. “Hakkınız ödenmez deyip, ödemedi”.
Salgınla mücadeleyi iktidarını sürdürmek için değil halkın sağlığı için savaşanlarla kazanırız
Devletin salgının kontrolden çıkmasına neden olan sorumsuzluğu, vurdumduymazlığı, çifte standardı ve keyfiliği en tepeden, Erdoğan’dan başlıyor. Soylu, iktidarın kendi koyduğu kuralları önce kendi çiğniyor ama halkın ensesinde boza pişiriyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın ilk günden bugüne kadar istikrarlı ve tutarlı olduğu tek şey halkın gözünün içine baka baka yalan söylemesi. Bu iktidarın salgını kontrol altına almasının imkânı yoktur. Bu gidişat daha fazla vaka, daha fazla ölüm demektir. Oysa acil ve etkin bir salgın yönetimi şarttır.
Hastane patronundan sağlık bakanı olmaz! Fahrettin Koca derhal istifa etmelidir! Derhal özel sağlık kuruluşları işçi emekçi denetiminde tazminatsız kamulaştırılmalıdır! İktidarın elinde bir kuklaya dönen Bilim Kurulu derhal lağvedilmelidir. TTB ve sağlık çalışanları sendikaları, diğer sağlık örgütleri, büyük sendika konfederasyonlarından temsilcilerin katılımıyla yeni bir “Koronavirüs ile mücadele komisyonu” kurulmalı, Sağlık Bakanlığı, Bilim Kurulu’na değil, bu kurula danışmalı ve hesap vermelidir. İktidarın işine gelen değil, salgına karşı mücadele için gereken önlemler ve tedbirler alınmalıdır. Gerçek önlemler alabilmek, testlerde, tedavide, aşılamada etkin sonuç elde etmek için sağlık kapasitesinin herhangi bir kâr ve ticaret kaygısı olmadan tamamen salgınla mücadelede seferber edilmesini gerektirmektedir.