İlk vakanın üzerinden bir yıl geçti ama değişen bir şey yok! Üçüncü dalga kapıda!
11 Mart 2020’de Koronavirüs salgını sebebiyle ülkemizde ilk pozitif vaka açıklandı. Bu tarih aynı zamanda Dünya Sağlık Örgütü’nün de Koronavirüs salgınını resmen pandemi ilan ettiği tarih.
Salgının üzerinden tam bir yıl geçti. Bir yıl, bir pandemi için kısa bir zaman aralığı olabilir fakat tıp biliminin, ekonomik ilişkilerin, toplumsal hayatın bu kadar gelişkin olduğu bir dönemde çözümünün bulunabilmesi, gerekli önlemlerin alınabilmesi ve sonuç alıcı hamlelerin yapılabilmesi için de oldukça uzun bir zaman aralığı aynı zamanda.
Sermaye düzeni sınıfta kaldı
Çin, Vietnam ve Küba gibi ülkelerin dışında tüm dünya Koronavirüs salgını karşısında gerçek anlamda sınıfta kaldı. Kimi ülkelerin sağlık sistemi çöktü, kimi ülkeler aşılamayı dahi yapamadı. Bir yıl geçmiş olmasına karşın tüm dünya şimdi Koronavirüs salgının üçüncü dalgasıyla karşı karşıya.
Türkiye’de ise durum dünyanın geri kalanından pek de farksız değil. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ilk pozitif vakayı açıkladığı andan itibaren şeffaf olmanın sözünü vermiş ama pandemi yönetiminin hiçbir alanında şeffaf olmamıştır. Halktan neredeyse tüm verileri saklamıştır. Yalnızca pozitif vaka sayısını söylemiş, geri kalan hayati verileri gizleme yoluna gitmiştir. Öyle ki ilk vakanın hangi şehirde olduğunu bile haftalar sonra söylemiştir. Halbuki görülen vakaların hangi şehirde olduğunu, riskli şehirlerin hangileri olduğunu açıklamış olsalardı belki de durum bu kadar vahim bir hâl almayabilirdi. Halk salgından bu kadar tedirginken Sağlık Bakanlığı ve AKP iktidarı el birliğiyle rakamları gizleyerek ve gerçek rakamları olduğundan daha düşük göstererek halkın risk algısıyla oynamış tabloyu farklı bir şekilde yaşamımıza sebep olmuştur.
Sermayenin ve istibdadın çıkarı için emekçi halktan gizlenen gerçekler
Tüm Avrupa ve komşu ülkelerimiz salgından kırılırken ülkede sınır kapıları kapatılmamış, yurt dışı uçuşları durdurulmamıştır. Yalnızca kamu spotu adı altında 14 kural açıklanmış yurt dışı seyahatlerinin iptali istenmişti. İnisiyatif salgında hiçbir dahli olmayan halka bırakıldı. Bunlar yetmezmiş gibi umreden dönen birinci kafile hiçbir karantina uygulanmadan, test yapılmadan evlerine gönderilmiştir ta ki kamuoyu baskısı oluncaya dek. Bu kamuoyu baskısı sayesinde ikinci kafileyi çok büyük zorluklarla öğrencileri gecenin bir yarısı yerlerinden ederek öğrenci yurtlarında karantinaya almaya çalıştılar.
Turkuaz tablo gün be gün kara bir tabloya dönüşüyorken Erdoğan Koronavirüs salgınından bir başarı öyküsü çıkarmaya çalışmıştır. Vaka sayıları hızla artarken Temmuz ayında turkuaz tabloda açıklanan vaka sayısı bir anda hasta sayısına dönüşmüş, vakalar semptom gösteren ve semptom göstermeyen olarak kategorize edilerek vaka sayılarının daha da artmasına sebep olmuştur. Fahrettin Koca’nın vaka ve hasta ayrımı açıklaması gerçek bir skandalken istifa çağrılarına rağmen istifa etmemiş, halkın güvensizliği de had safhadayken bakanlık koltuğunda oturmaya devam etmiştir. Günlük açıklanan ve 3 bin ya da 2 bin olan vaka sayısı bir anda 40 bine ulaşmıştır. Halbuki TTB (Türk Tabipleri Birliği) bu rakamlar açıklanmadan günler önce gerçek vaka sayılarının 87 bin olduğunu kamuoyuyla paylaşmıştır.
Sağlık emekçileri salgınla baş başa bırakılmıştır
Bu süreçte farklı yaş gruplarından kronik hastalığı olan veya olmayan yüzlerce sağlık emekçisi bu zorlu mücadelede yaşamını yitirmiştir. Hiçbir önlemin alınmadığı salgın ortamında sağlık ve meslek örgütlerinin tüm önerilerine de Erdoğan ve Sağlık Bakanlığı kulaklarını tıkamıştır. Hakkını arayan sağlık emekçilerine gaz sıkıp gözaltına almıştır. Baskı, mobbing ve sürgün vaka-i adiyeden olmuştur. Sağlık alanında yetkiye sahip tek sendika Sağlık-Sen tüm üyelerinin yardım çağrılarına kapılarını kapatmıştır. Sağlık emekçileri savaşın neferleri ilan edilmiş ama gerçek anlamda salgınla baş başa bırakılmıştır. Balkonlarda alkışlanan ama gerçek anlamda hakları ödenmeyen sağlık emekçileri açısından durum hâlâ aynıdır. Bugün ise salgının yönetiminde çok büyük bir değişim yaşanmamıştır. Bakan Koca yıldönümde açıklama yaparken pembe bir tablo çizmiş adeta birkaç aya salgının biteceği, maskelerin çıkarılacağı hissiyatını yaratırcasına açıklama yapmıştır. Oysaki bakan Koca bu açıklamayı yaptığı sırada Türkiye’de günlük vaka sayısı 15 bine yaklaşmıştı. 3. dalga başını kapıdan adeta içeri sokmuştu. Yapılan aşılama hızı azalmıştır ve yeni doz aşıların ne zaman geleceği ise bilinmemektedir. Emekçi halkın boğazına çöreklenen AKP iktidarı ve Erdoğan sistemli şekilde halka maske takmadığı için 900 TL para cezası keserken kendisi tüm Türkiye’de ‘’lebaleb’’ kongreler düzenledi, kalabalık cenaze törenleri hazırlamaya devam etti. Salgının tüm bedeli emekçi halka kesilmeye çalışıldı.
Gelinen noktada AKP iktidarı, Erdoğan ve Fahrettin Koca salgının yönetiminde sınıfta kalmıştır. Kendisi de Medipol Hastaneleri patronu olan Fahrettin Koca ve Erdoğan patronların çıkarına düzenlemeler yapmış halkın sağlığını hiçe saymıştır. Kamucu ve toplumcu sağlık politikaları üretmediği gibi bu yönde önlem alınmasını salık veren emek ve meslek örgütlerini de baskı altına almayı ihmal etmemiştir. İktidarın pembe tablo çizme sevdası için binlerce vatandaşımız yaşamını yitirmiştir.
Sağlık Bakanı istifa! Sağlığını, yaşamını savunmak için örgütlen!
Tutulması gereken yol Fahrettin Koca’nın istifa etmesi, adeta bir kuklaya dönüşen Bilim Kurulunun lağvedilmesidir. TTB ve sağlık çalışanları sendikaları, diğer sağlık örgütleri, büyük sendika konfederasyonlardan temsilcilerin katılımıyla yeni bir “Koronavirüs ile mücadele komisyonu” kurulmalı, Sağlık Bakanlığı, Bilim Kurulu’na değil, bu kurula danışmalı ve hesap vermelidir. Sahte önlemler değil gerçek önlemlerle salgın yönetilmelidir. Gerçek önlemler alabilmek, testlerde, tedavide, aşılamada etkin sonuç elde etmek için sağlık kapasitesinin herhangi bir kâr ve ticaret kaygısı olmadan tamamen salgınla mücadelede seferber edilmesini gerektirmektedir. Bunun için özel sağlık kuruluşlarının hepsinin işçi emekçi denetiminde tazminatsız kamulaştırılmasının nasıl bir zaruret olduğu bugün çok daha açık şekilde görülmektedir.
Sağlık alanının ötesinde salgından korunmak için toplumun kolektif olarak uyması gereken önlemler de sermayenin çıkarlarına sıkı sıkıya bağlı olan istibdad rejimi tarafından fiilen etkisiz hale getirilmiştir. İktidarın işine geldiği yerde, lebaleb kongrelerde, açılışlarda vb. uygulamadığı, patronlar işçi sınıfını sömürmeye devam etsin diye milyonlara uygulatmadığı öte yandan halkın taleplerini bastırmak için bahane olarak kullandığı önlemlerle salgına karşı mücadele mümkün değildir.
Tüm bu gerçekler salgının tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de doğrudan bir politik sorun olarak ve sınıf mücadelesi karakterinde yaşandığını göstermektedir. Salgına karşı mücadelenin başarıya ulaşması için patronların değil, emekçi halkın çıkarına politikalar üretilmelidir. Bunun için de salgına karşı “maske, mesafe, temizlik” sloganındaki gibi bireysel tutum ve önlemlerin yeterli olmadığı işçi sınıfının sağlığına, yaşamına sahip çıkmak için örgütlenmesi, ekmek ve hürriyet için sınıfsal ve politik bir mücadele yürütmesi gereklidir.