Emekçi Ankara’nın başı sağolsun!

İki tane Ankara var. Biri devletin Ankara’sı. Öteki ise halkın. Güvenpark, halkın Ankara’sının kalbidir. Metronun değişik hatlarının kavuştuğu yer orasıdır. Metroya kim biner? Nice mahalleye dolmuşlar ve otobüsler oradan kalkar. Dolmuşlara kim biner, kalabalık otobüslere balık istifi kim doluşur? Yüz binlerce Ankaralı, memuruyla, hizmetlisiyle, işçisiyle, temizlikçisiyle, hizmet sektöründe çalışan sayısız genciyle işe giderken ve işten dönerken oradan geçer, orada bekler, kendisini bekleyen ailesine oradan döner. Öğrenciler üniversitelerine ve okullarına oradan geçerek gider, oradan geçerek dönerler. Cumartesi ve Pazar günleri Ankaralıların gezmeye ve alışverişe giderken geçtiği merkezdir Güvenpark.

Halkın Ankarası kalbinden vuruldu. Emekçi Ankara’ya başsağlığı diliyoruz. Yüreğimiz yanıyor.

Ankara beş ayda üçüncü kez sarsıldı. 10 Ekim, 17 Şubat, 13 Mart. Davutoğlu başkente “özel güvenlik rejimi” getirdiklerini söyledi. Ankara bir ayda ikinci kez sarsıldı.

Türkiye’nin başkenti Ankara, adım adım 2000’li yıllarda ABD-Britanya işgalindeki Irak’ın başkenti Bağdat’a benzemeye başladı: işgalcinin böl-yönet politikasının etkisi altında Sünni ve Şii savaşçıları silahlarını birbirlerine doğrultmuş ve okulda pazaryerine her yerde insanlarıbombalarla ve intihar eylemleriyle havaya uçurmaya başlamışlardı. Bugün Ankara Bağdat’tır!

Türkiye’nin ikinci büyük kenti Ankara, 2010’lı yıllarda Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep gibi, bombalarla yatıp bombalarla kalkmaya, bombalarla yaşamaya başladı. Ankara Halepleşti. Türkiye Suriyeleşti.

Ardı ardına gelen bu felaketlerin sorumlusu kimdir? Bu seferki bombalamanın arkasından hangi örgütün çıkacağı esas sorumlunun saptanması bakımından belirleyici değildir. Ankara’nın ve ülkenin yaşadığı bu felaketler dizisinin esas sorumlusu, Türkiye’yi Suriyeleştiren kimse, odur!

Devrimci İşçi Partisi, “Suriyeleşme” kavramına ilk kez Ankara bombalamalarının hiçbiri olmadan önce, Eylül sonunda başvurdu. Erdoğan’ın 10 Ekim katliamından önce Türkiye’yi Suriyeleştirmeye çalıştığını söyledi.  Devrimci İşçi Partisi merkezi yayın organı Gerçek gazetesi 10 Ekim'den önce çıkan sayısı "Türkiye'nin Suriyeleştirilmesine Hayır!" sürmanşeti ile çıkmıştı.

Şimdi, aradan 10 Ekim, 17 Şubat ve 13 Mart Ankara patlamaları ve İstanbul Sultanahmet’teki patlama geçtikten sonra ne diyelim? Görünen köy kılavuz istemez mi diyelim? Dün emekçi Ankara’nın üzerine çöken felaketin esas sorumlusu, arkasında hangi örgüt olursa olsun, iktidardan düşmemek, başkanlık sistemini getirerek ve Ortadoğu’nun “Reis”i olarak geleceğini güvence altına almak için içeride ve dışarıda savaş sığınarak Türkiye’yi ateşe atan Tayyip Erdoğan’dır. Onun iç kabinesini oluşturan Efkan Ala, Yalçın Akdoğan, Bekir Bozdağ, MİT Müsteşarı Hakan Fidan gibileridir. Erdoğan’ı kölece bir itaatle izleyen Davutoğlu hükümetidir.

İkinci sırada ise “istikrar korosu” geliyor! 7 Haziran seçimlerinden sonra Tayyip Erdoğan ve AKP köşeye sıkışmışken, “istikrar” adına, HDP ve burjuva muhalefetini onlarla uzlaşmaya çağıran, yolsuzlukların yeniden deşilmesi yoluyla Yüce Divan yolunun açılmasına girişmek yerine dışarıdan HDP destekli bir AKP-CHP koalisyonunu pompalayan TÜSİAD ve onun aklına uyan, ta sola kadar uzanan bir dizi güç ve kişidir. İstikrar mı istiyordunuz? Alın size istikrar!Tuzu kuru bütün bu güçlerin yaptıklarının ceremesini önce Sur ve Cizre halkı çekti. 13 Mart’ta ise Ankara’nın işçisi, emekçisi, öğrencisi, emeklisi! Bu duruma mutlaka bir son vermek gerekiyor. Tekrarlıyoruz: Barış istemek yetmez, AKP’yi yenmeden bu savaş bitmez!