DİP deklarasyonu: İşçisiz seçim blokunun Kürt halkına da faydası yok!

Devrimci İşçi Partisi, işçi sınıfını burjuvaziye terk eden yanlış politik doğrultuya ortak olmayacaktır. Bloktan ayrılıyoruz. Devrimci İşçi Partisi, bu kararıyla, burjuvazinin iki kampı karşısında, temel harcını mücadele içindeki işçi sınıfı ile Kürt halkının oluşturacağı bir Üçüncü Cephe’yi savunmaktan vazgeçmiyor. Tam tersine, işçi sınıfına erişmenin tek yolunun onun çıkarlarını, ihtiyaçlarını, kaygılarını ve mücadelelerini merkeze alan bir program olduğunu bildiği için, Üçüncü Cephe’yi ileride daha sağlıklı temellerde kurmak amacıyla seçim blokunun içinde yer almıyor.

12 Haziran seçimleri için kurulmuş bulunan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku, kendisini anlamlı kılacak tek yöneliş olan Türkiye işçi sınıfı ile ezilen Kürt halkı arasında bir ittifakın ilk adımlarını oluşturma işlevini üstlenemeyeceğini, Blok’un kurulma usulüaday seçimindeki yaklaşımı ve benimsediği seçim bildirgesi ile kanıtlamıştır. Kürt halkı ile işçi sınıfı arasında, bütün ezilen halk kesimleri için bir çekim merkezi olacak bir ittifakı, yani burjuvazinin Batıcı-laik cephesi ile İslamcı cephesi dışında ve onların karşısında bir Üçüncü Cephe’yi en ısrarla savunan sosyalist odak olanDevrimci İşçi Partisi (DİP), kurulan seçim blokunun işçi sınıfını temel bir toplumsal dayanak olarak almaktan uzak durduğunu görerek bloktan ayrılmaya karar vermiştir.

 

DİP, gerek Kürt hareketinin sivil itaatsizlik yönelişine yapılan saldırılar karşısında, gerekse YSK veto krizinde ortaya çıktığı gibi burjuvazinin güçlerinin BDP’nin meclise güçlü biçimde girmesini engelleme konusunda yapacağı hamleler karşısında bütünüyle Kürt halkının ve BDP’nin yanında olacaktır. Kürt halkının ve onunla dayanışma içinde olan sosyalistlerin mecliste mümkün olduğunca güçlü biçimde temsil edilmesini de arzulamaktadır. Ama kurulmuş olan blokun, işçi sınıfına kayıtsızlığı dolayısıyla Türkiye’nin emekçilerinin ve ezilenlerinin ihtiyaç duyduğu politik hattan uzak düştüğü, anayasa konusundaki yönelişiyle tekelci burjuvazinin belirli kanatlarıyla ittifaka kapı açtığı, dolayısıyla ezilenlerin çıkarları açısından yanlış yolda olduğu bilinciyle, bu durum değişene kadar kendi yolunda yürümeye karar vermiştir.

Üçüncü Cephe çabasında geri düşüş

12 Eylül anayasa referandumu esnasında kurulmuş olan Emekçiler ve Ezilenlerin Boykot Cephesi, Devrimci İşçi Partisi’nin sürekli olarak işaret ettiği gibi, Türkiye’de Batıcı-laik burjuvazinin kampı (hayır cephesi) ile İslamcı sermayenin kampı (evet cephesi) dışında bir Üçüncü Cephe’nin oluşmakta olduğunu kitleler için neredeyse ilk kez gözle görülebilir bir yalınlıkta ortaya koymuştu. Bu önemli kazanıma, Haziran 2010’da çağrısı BDP eş başkanlarınca yapılan bir toplantıda, BDP’nin sosyalistlerle ilişkileri “stratejik bir ittifak” olarak gördüğünün, bir Cephe kuruluşuna yönelmenin gerekli olduğunun açıklanması eşlik etti. BDP ile bir düzine dolayında sosyalist hareketin katıldığı ve adı gayriresmi olarak Emek ve Özgürlük Cephesi olarak anılan cephe çalışmaları sırasında, bu cepheninbelkemiğinin, mücadele eden Kürt halkı ile mücadele ettikçe Kürt halkıyla kol kola girebildiği geçen yıl yaşanan Tekel eyleminde açıkça görülen işçi sınıfının ittifakı olduğu fikri yaygın kabul görüyordu.

Bu kazanımlar bağlamında, 12 Haziran seçimlerinde burjuvazinin iki kampının karşısında kurulacak olan bir seçim bloku, yarının Üçüncü Cephesi’ne konulacak bir tuğla olacaktı. Bloka katılan bazısiyasi odakların cephe fikrine uzak olması, bu gerçeği değiştirmezdi, çünkü yarın blok cepheleştiğinde bu ittifakın içinde kalıp kalmamak onların bir tercihi olurdu. Ocak ayından sonra ortaya çıkan bir dizi gelişme, kurulan seçim blokunun, işçi sınıfı ile Kürt halkı arasında kalıcı bir ittifak fikrinden bütünüyle kopmuş olduğunu ortaya koymuştur.

  • Blokun kuruluşunda BDP ile sosyalist parti ve odaklar arasında kurulan ilişki tarzı, gelecekte bir cephenin sağlıklı işlemesi için gerekli asgari koşullara aykırı bir yola girmiştir. BDP’nin politik ve sosyal ağırlığının sosyalistlerden katbekat üstün olduğu tartışma götürmez. Ama bu, bütün kararların yek yanlı olarak verildiği bir ilişkiyi haklı gösteremez.
  • Bunun sonucunda, seçim blokunu Kürt halkının gücünün ötesinde başarılı kılabilecek bütün öneriler derin dondurucuya kalkmıştır. DİP’in Tekel mücadelesinin öncülerini aday gösterme önerisi, söylemde bütün öteki siyasi güçler tarafından anlamlı bulunmuş, ama fiiliyatta bir sessizlik duvarına çarpmıştır. Yine DİP’in HES mücadelelerinin ve benzeri başka kitle hareketlerinin önderlerine adaylık teklifi götürülmesi önerisi de benzer bir kadere mahkûm olmuştur.
  • Adayların belirlenme süreci de bütünüyle sağlıksız gelişmiştir. Seçim blokundan önce oluşmuş olan cephe oluşumuna, seçilme olasılığının yüksek olduğu bir seçim bölgesinde bir adaylık önerildiği halde, pratikte bu adaya (Ertuğrul Kürkçü) önce seçilmesinin olanaksız olduğu Antep, sonra seçilmesinin çok kuşkulu olduğu Adana önerilmiş, itirazlar sonucu Mersin’de karar kılınmıştır.
  • Adana’da yapılan aday tercihi ise, seçim blokunun Türkiye emekçileri ile Kürt halkı arasında bir ittifak gibi algılanmadığının en çıplak kanıtı olmuştur. 2009 seçimlerinde Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na BDP ve sosyalistlerin ortak adayı olarak katılan ve yarıştığı bölgede oyları 2007’de alınan 47 binden 80 bine çıkaran yoldaşımız Şiar Rişvanoğlu, Adana’nın Kürt, Arap, Türk çeşitli solunu temsil eden birçok insanın ve bir dizi yoksul Kürt mahallesinin açık desteğine ve toplanan yaklaşık 10 bin imzaya, Kürt kurumlarında ve Kürtlerin etkin olduğu kurumlardaki yönetici konumundaki insanların (Cezaevi Çıkışlılar Türkiye Komitesi, Adana KCK Mahkûmları Cezaevi Komitesi, İHD Adana Şubesi'nin YK üyelerinin çoğunluğu   gibi), gelen açık desteğe rağmen aday yapılmamıştır. Üstelik sürecin başından beri Adana’nın “kadın kotası”na ayrıldığı söylenerek, hem Kürt Kadın Hareketi, hem Kürt kitleleri, hem de bizzat yoldaşımızın şahsında DİP ve sosyalistler manipüle edilmiştir. Adana dışından belirlenen şimdiki aday, büyük ölçüde Kürt oylarıyla sınırlı bir desteğe mahkûmdur. Rişvanoğlu’nun adaylığı ise, Türk ve Arap, Alevi ve başka kesimlerden binlerce, on binlerce işçi ve emekçiden oy alacak ve böylece Üçüncü Cephe yönünde mükemmel bir örnek oluşturacaktı.
  • Blokun bileşiminin belirlenişinde de süreç bütünüyle tek yanlı işlemiştir. Cephe oluşumunun unsurları, cephe dışından bloka katılan partilerle yapılan görüşmelerin içeriğinden hiç haberdar edilmemişlerdir. EMEP ve EDP’nin katılımı konusundaki karar, blokun kuruluşunun ilanından üç-dört gün önce, DSİP’inki bir gece önce bildirilmiştir. Bu, blokun ilan edilmesinden sonra gerçekleşen yeni katılımlarda da aynen devam etmektedir.
  • Bütün bunların ışığında DİP’in yürütme organı Politbüro, “Seçim Bloku: Zaaflar ve Tuzaklar” başlığını taşıyan bir belgede sorunları açık yüreklilikle ortaya koymuş, ama cephenin öteki bileşenlerinden olumlu ya da olumsuz herhangi bir tepki almamıştır. DİP, bu açıklamayı yaparken, blokun seçim bildirgesinin blokun geleceği açısından hayati bir önem taşıdığını da açıklıkla dile getirmiştir.

Seçim bildirgesi işçi sınıfına uzak duruyor

Seçim bildirgesi, yukarıdan beri özetlediğimiz sorunları, hem metnin kabul edilişinde uygulanan usulyönünden, hem de içerik bakımından perçinlemiş ve derinleştirmiştir.

  • Farklı siyasi görüşlere sahip siyasi odakların birlikte seçime girmesi anlamına gelen bir seçim blokunun bildirgesinin, bütün bileşenlerin ağırlığı eşit olmasa da, asgari düzeyde demokratik bir tartışma süreci içinde hazırlanması gerekir. Oysa bildirge cephe bileşenlerinin çoğunluğuna sadece onay için gönderilmiştir. Yani sosyalist odakların çoğunun bildirgenin içeriği üzerinde herhangi bir etkisi olmamıştır.
  • Kendini Emek ve Özgürlük Cephesi olarak adlandırmış olan birliktelik, seçim bildirgesini ortak olarak nasıl gördüğünü ortaya koyabilmek için bir komisyon kurmuş, bu komisyon da bir ön taslak hazırlamıştı. Bu ön taslağın nihai bildirge metni olması asla beklenmemişti. Ama bu metnin en azından göz önüne alınmasını beklemek Emek ve Özgürlük Cephesi bileşenlerinin hakkıydı. Bildirge kaleme alınırken bu taslak zerre kadar dikkate alınmamıştır.
  • Bugün benimsenmiş olan bildirgenin tek siyasi odak noktası Kürt sorunudur. Bunun anlamı, metinde başka siyasi veya sosyal sorunlardan söz edilmediği değildir. Bunun anlamı, başka her şeyin ulusal sorunla ilişkilendirildiği ölçüde ve o sorunun belirli bir tarzda çözümüne hizmet ettiği ölçüde metinde yer bulabildiğidir. Ulusal sorunun Türkiye’nin bir numaralı yakıcı sorunu olduğu kuşku götürmez. Ama seçim blokunun kurulması, ulusal sorun ile en başta sınıf sorununun birbirine bağlanması mantığına dayanmaktadır, dayanmalıdır. Bildirgede bundan eser yoktur.
  • Esasen bildirgede sınıf bakış açısı hiç ama hiç yoktur. Ekonomik sorunlara değinilmesi, sınıf bakış açısı benimseniyor anlamına gelmez. Metin ekonomik alandaki sorunların, burjuvazinin çıkarları ve politikaları ile işçi ve emekçilerin ihtiyaçları arasında var olan bir çatışma üzerinde yükseldiği mantığından bütünüyle uzaktır. İşçi, sermaye, burjuvazi gibi kelimeler dahi ancak özel bağlamlarda (sermaye vergilendirilmiyor, mevsimlik işçi, çocuk işçi vb.) geçmekte, bunlar asla birer sınıf olarak ele alınmamaktadır. Ekonomik sorunlara ilişkin önerilen çözümler, ileri sürülen talepler vb. de sosyalistlerin politikalarından uzak düşmektedir. Yerli ve yabancı sermayenin yönetiminin demokratikleşmesini öngörmek veya halkın çıkarlarına uygun davranmasını sağlamaya çalışmak, sınıf mücadelesinde çok başarılı bir doğrultu olamayacaktır.
  • Metin, Emek ve Özgürlük Cephesi’nin harcında bulunan ana noktalardan birine, emperyalizmin ülkede, bölgede ve dünyada izlediği politikalara karşı mücadeleye hiç değinmemektedir.
  • Yeni bir anayasa yapılması projesi, önümüzdeki dönemin kilit politik meselesi olarak ele alınmakta, her şey buna göre biçimlendirilmektedir. Devrimci İşçi Partisi bu yaklaşımın gerek Kürt hareketini, gerek işçi hareketini, gerekse sosyalistleri, burjuvazinin belirli kanatlarıyla, en başta da TÜSİAD ile işbirliğine sürükleyeceği kanaatindedir. Bildirgeden önce, anayasa meselesi ne cephe ne de blok tartışmalarında ittifakın bir harcı olarak gündeme bile getirilmemişti.
  • Devrimci İşçi Partisi olarak biz her fırsatta Kürtlerin demokratik özerkliğe hakları olduğunu, aslında haklarının bundan çok daha ileri gittiğini beyan etmiş bulunuyoruz. Ama bildirge başka bir şey yapıyor: demokratik özerkliği Türkiye’nin bütünü için bir model olarak öneriyor. Bildiğimiz kadarıyla BDP ile sosyalist sol arasında böyle bir tartışma yapılmış ve bir sonuca bağlanmış değildir. Bu yaklaşım bizim açımıdan içerik bakımından da yanlıştır.

Kusur BDP’de değil, sosyalistlerde!

Kürt hareketi ile sosyalist sol tarihte ilk kez işbirliği yapmıyor. DİP geleneğinin içinde bulunduğu 1995 seçimlerinin Emek Barış Özgürlük Bloku ve 2002 seçimlerinin Emek Barış Demokrasi Bloku, bugün kurulmuş olan bu ilişki tarzından çok daha fazla karşılıklı saygıya dayanan ve sağlıklı bir ilişki tarzına yaslanıyordu. Tam da Türkiye işçi sınıfı ile Kürt halkının başlıca sosyal dayanaklarını oluşturmasının hedeflendiği bir cephenin kurulması için ilk adımların atılmış olduğu bir aşamada, hem tek yanlı bir işleyişe, hem de kısmen kapalı kapılar ardında pazarlığa dayanan bu tür ilişkiler, geleceğin arzu edilen cephesinin sağlam temellerde kurulmasını olanaksız kılacak türdendir.

Kurulan ilişki tarzı, yani usul meselesi, soyut ve formel birşey değildir. Seçim bildirgesine, yani kurulan blokun politik çizgisine bire bir etki yapmıştır. Kürt hareketi bütün kararları tek başına verince, ortaya çıkan politik çizgi, Kürt hareketinin politik çizgisiyle tam tamına uyuşmaktadır. Buna karşılık, işçi sınıfının mücadelesini temel alan sosyalist bir çizgi ile yakından uzaktan hiçbir ilişkisi yoktur. Nedeni, bloka katılan sosyalist hareketler açısından, ister güce tapınma, ister Kürt hareketinin gücünden yararlanarak büyüme hevesi, ister kendi programına güvensizlik olsun, sonuç aynı olmuştur: hiçbir konuda sesini çıkaramamak. BDP’nin Marksist bir hareket olma iddiası yok. İşçi sınıfının öneminin blokun politik çizgisine yansımasını sağlamak onun görevi değil. Bunun sorumluluğu sosyalistlerindir. Ama sosyalistler bu konudaki sorumluluklarını yerine getirmemişlerdir. Kimi sosyalist hareket “şerh düşmekle” yetinmiştir. Kitleler önünde yapılan politikada “şerh” düşülmez. Ama onlar hiç olmazsa fikir belirtmişlerdir. Daha büyük çoğunluk ise çok daha kötüsünü yapmış, olan bitenin vahameti karşısında en ufak bir ses bile çıkarmamıştır.

12 Haziran referandumunda “yetmez ama evet” çizgisi ile AKP’ye ikirciksiz bir destek vermiş olan partilerin bugün seçim blokunda yer alması ilke olarak karşı oluncak bir şey değildir elbette. İş ki onlar burjuvazinin iki cephesinden bağımsız bir konuma gelmiş olsunlar, referandumda boykot taraftarı olanlar eski konumlarını koruyor olsunlar. Ama onların katılımı böyle olmamıştır. Onlar, blokun “sivil anayasa” yolunda bir çabayı siyasi bakımdan omurgası yapmış olmasından, TÜSİAD ile aynı doğrultuda yürümenin işçi sınıfı odaklı bir politikaya tercih edilmesinden dolayı burada yer alabilmektedir.

Açık olalım: Kabul edilmiş olan politik programıyla, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku, işçi sınıfına ve emekçilere hitap etmemektedir. Bu durumda, birincisi, blokta yer alan sosyalist hareketler, sadece meclise birer temsilcilerini sokma kaygısıyla hareket etmiyorlarsa, Kürt hareketine küçük bir destek vermekten başka bir şey yapmamaktadırlar. İkincisi, işçi sınıfı CHP’ye ve milliyetçi sol gruplara terk edilmiştir. Üçüncüsü, sosyalist hareketin işçi sınıfı merkezli odağı bir kez daha kaydırılmıştır.

Devrimci İşçi Partisi işçi sınıfını burjuvaziye terk eden yanlış politik doğrultuya ortak olmayacaktır.Bloktan ayrılıyoruz.

Bunun tek istisnası Adana olacaktır. Adana’da Şiar Rişvanoğlu yoldaşımızın 2009 seçimlerinde kitleler nezdinde yarattığı sempati, onun ve DİP’in faaliyetin içinde olmasının seçim sonuçlarına olumlu yönde etki yapması, faaliyetten uzak durmasının ise tam tersi yönde sonuçlar doğurması ihtimali yüksektir. Ayrıca, 2009 seçimlerinde yaratılan atmosfer, Adana’daki Kürt kitlelerle alçakgönüllü düzeyde de olsa başka halklardan emekçiler arasında ciddi bir ittifak oluşturmuş, bu etkisini seçim ertesinde de sürdürmüştür. Bu açıdan Adana DİP açısından savunduğu Emek ve Özgürlük Cephesi’ne en yakın ortamdır. Sağlanmış olan bu atılımı yitirmek istemiyoruz. Bu yüzden, blokun Adana’daki yerel seçim faaliyetinde yer alacağız.

Devrimci İşçi Partisi, bloktan ayrılma kararıyla, burjuvazinin iki kampı karşısında, temel harcını mücadele içindeki işçi sınıfı ile Kürt halkının oluşturacağı bir Üçüncü Cephe hedefini terketmiş olmuyor. Tam tersine, işçi sınıfına erişmenin tek yolunun onun çıkarlarını, ihtiyaçlarını, kaygılarını ve mücadelelerini merkeze alan bir program olduğunu bildiği için, Üçüncü Cephe’yi ileride daha sağlıklı temellerde kurmak amacıyla seçim blokunun içinde yer almıyor.

Belli ki, Üçüncü Cephe’nin sağlıklı temellerde oluşturulması için koşullar henüz olgunlaşmamıştır. Belli ki, Özal oyalaması, 28 Şubat aldatmacası, AB hayalleri, ABD’nin Ortadoğu politikasından beklentiler, AKP’den umutlar, bütün bunlar boşa çıktıktan sonra, şimdi de anayasal yanılsamaların dağılması gerekiyor.

Komünistler sabırlıdır. Biz bekleriz. Beklemekle kalmaz, Üçüncü Cephe için elimizden geleni ardımıza koymayız. Umalım tarih de beklesin! Umalım, Kürt hareketi ve sosyalistler gerçek bir Üçüncü Cephe’nin kuruluşunun anlamını kavradığında çok geç olmasın!

Yaşasın Kürt halkının özgürlük mücadelesi!

Yaşasın işçi sınıfının sermayeye karşı ekmek mücadelesi!

Bu iki mücadeleyi birleştirmek için çabamız devam ediyor, edecek.