Çöken ne? Çin borsası mı, “kapitalist olmayan yol” mu?

Türkiye kapitalizminin krizler, isyanlar, sarsıntılarla dolu yokuş aşağı inişinin yeni bir evresinden geçiyoruz. Suruç katliamında kaybettiğimiz kardeşlerimizin acısı hala yüreğimizde. Takiben Erdoğan’ın seçim yenilgisinin intikamını alırcasına Kürtlere ve devrimcilere karşı yürütmekte olduğu gayri meşru saldırı ve zulüm karşısında da öfke içindeyiz. Bu satırların yazarı tam da böylesi bir dönemin sıcaklığında “piyasalar”dan bahsetmek konusunda doğrusu kendisini pek de istekli hissetmiyor. Bununla birlikte, üzerimize gelen büyük bir dalga misali, son günlerde dünya ekonomisine ilişkin öyle önemli gelişmeler oluyor ki, mücadeleyi sürdürmek bakımından bu gelişmeleri kavramak zorunluluğu kendisini dayatıyor. Bu nedenle son günlerde dünya ekonomisini bütünüyle etkileyebilecek güçte bir gelişme olan Çin’deki borsa çöküşünden bahsetmek istiyoruz.  

Bundan yaklaşık bir sene evvelki bir yazımızda (Gerçek, sayı 55) Çin ekonomisinin dünya kapitalizminin Üçüncü Büyük Depresyon dalgasından kaçamadığını ve durgunluk emarelerinin artmakta olduğunu belirtmiştik. Yazıyı şu öngörüyle bitirmiştik: “Şimdi karşı karşıya kaldığımız olasılık şu: Çin dünyayı sarsacak, ya ekonomisi çökerek ya da işçi sınıfı uyanarak sarsacak.”Bu öngörünün birinci kısmı Çin borsasında yaşanan çöküşle birlikte gerçeklik kazanmak üzere. Dünya ekonomisinin en önemli motorlarından biri olan ülkede borsa üç haftada yüzde 30 değer kaybetti. Çin devlet bürokrasisi her ne kadar borsadaki çöküşle birlikte piyasadaki dalgalanmaları “yasaklayarak” kontrol altına almaya çalışsa da, uluslararası piyasalar işlerin kontrolden çıkmış olabileceği ve bütün küresel ekonomiyi etkileyebileceği endişesi içinde. Bir yatırım uzmanının “Çin ekonomisi çökerse, Yunan krizi çocuk oyuncağı kalır” ifadesi tam da bu endişeyi özetliyor.  Zira Çin ekonomisi, son 25 yılın en düşük büyüme hızıyla ve birçok sektörde egemen olan fazla kapasite olgusuyla tam bir aşırı üretim krizi yaşıyor. Küresel büyümeye katkısı yüzde 38 olan Çin’deki mali krizin daha da derinleşmesinin dünya ekonomisinin büyüme hızını yüzde 2’nin altına çekebileceği, uluslararası piyasalarda bir sonraki küresel durgunluğun merkezinin büyük olasılıkla Çin olacağı öngörülüyor.   

Bu tespitler bizi iki sonuca ulaştırıyor. Geçtiğimiz yıllarda hem sağda hem solda Çin’e hayırhah bakanların sayısı az değildi. Liberaller Çin’e dünya ekonomisini durgunluktan çıkaracak bir mucize örneği olarak övgüler düzerken, solda çeşitli kesimlerde de Çin, piyasa sosyalizmine yönelen bir “üçüncü yol” örneği olarak resmediliyordu. Vardığımız birinci sonuç, Çin’deki borsa çöküşünün adeta her iki öngörünün de sınırlarını göstermesi bakımından önemli bir mihenk taşı olduğudur. İkincisi ise kapitalizmin analizinde ekonomi karşısında politikaya başat rol veren çeşitli “sol” kesimlerle ilgili. Çin’in yaşadığı bu son deneyimin açıkça ortaya koyduğu gibi, bir ekonomi ne kadar kapitalizmle, piyasayla bütünleşirse, istediği kadar komuta edilmeye çalışılsın, kontrolden çıkar. Bu Çin için de aynen, hatta daha fazla geçerli olmuştur. Çin’de ekonominin yavaşlaması arttıkça devletin burjuvalaşmış bürokratları sırf kendi çıkarlarını güvenceye almak (siz bunu daha fazla artık-değeri denetlemek diye okuyun) için izledikleri “piyasa dostu” politikalarla, konuttan borsaya birçok alanda finansal piyasaları teşvik etmişlerdi. Böylece üretimin sorunlarından diğer kapitalist ekonomiler gibi parasal genişlemeyle kurtulabileceklerini, en azından burada şişen balonları emirle “söndürebileceklerini” umuyorlardı. Çin’de borsanın çöküşü, kapitalizmde piyasanın yasalarının en güçlü rejimleri bile sarsacak güçte olduğunu göstermiştir. Bir “üçüncü yol” aramak beyhudedir. Bu da vardığımız ikinci sonuç.

Ancak bu söylediklerimizden politikanın hiçbir önemi olmadığı çıkarılamaz. Tam tersine Çin devletinin “kızıl kapitalistleri” piyasayla haşır neşir olmanın başlarına sardığı kapitalizmin illetleriyle (ekonominin daha da yavaşlaması ile artan işsizlik, borsada ve gayrimenkulde patlayan balonlarla büyük gelir kayıpları yaşayacak emekçilerin yoksullaşması, yerli ve yabancı yatırımların durması vb.) nasıl mücadele edeceklerini düşünedursunlar, Çin işçi sınıfının artan öfkesiyle birlikte sınıf mücadelesi daha da yoğunlaşacaktır. Yani yukarıda değindiğimiz öngörünün ikinci kısmının gerçekleşme koşulları olgunlaşıyor. İşte o zaman politikanın belirleyici olduğu an gelecektir.  

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2015 tarihli 70. sayısında yayınlanmıştır.