Başyazı: Mutfaktaki ve memleketteki yangın

Mutfakta yangın var! Geçtiğimiz yıl asgari ücrete yüzde 8 zam yapıldı. Bu yıl kamu çalışanlarına toplamda yüzde 7 zam reva görüldü. TÜİK’in açıkladığı resmi tüketici fiyatları artış rakamlarına göre Temmuz ayında yıllık enflasyon yüze 9,49. Üretici fiyatları ise aynı dönemde yüzde 15,45 artmış durumda. Tüketici fiyatlarındaki artış zaten yoksulluğun hatta açlığın pençesindeki emekçinin sofrasının daha da fakirleştiğini gösteriyor. Üretici fiyatları ise üretimde maliyetlerin arttığının ve bu artışın önümüzdeki dönemde tüketici fiyatlarını daha da yukarı çekeceğinin bir göstergesi.

Bu rakamlar resmi rakamlar. İşçinin emekçinin mutfağındaki yangının boyutları ise çok daha büyük. Tavuk eti aynı dönemde yüzde 20,5 artmış. Emekçinin bayramdan bayrama sofrasına koyabildiği koyun eti geçen yıla göre yüzde 28, dana eti yüzde 15 daha pahalı. Merkez Bankası’nın yine resmi gıda fiyatları analizi de sebze ve meyvede fiyat artışının TÜFE’nin üstünde olduğunu ve böyle devam edeceğini söylüyor. Merkez Bankası’na da TÜİK’e de gitmeye gerek yok, pazara inseniz vaziyeti halkın feryadından anlarsınız.

İşçinin emekçinin mutfağındaki yangın, memleketi kasıp kavuran siyasi yangından bağımsız değil. Çünkü Erdoğan ve AKP’nin inşa etmeye çalıştığı istibdad rejiminin maddi manevi tüm maliyeti emekçi halkın sırtına yıkılmış durumda. Demokrasi karın doyurmaz. Ama demokrasinin kırıntılarını dahi yok eden istibdad rejimi insanları sadece hürriyetten yoksun kılmıyor, aç da bırakıyor.

Bir taşeron işçisini düşünelim. Gece gündüz çalışıyor. Evine ekmek götürmeye çabalıyor. Belki kadrolu olsa, sendikalaşsa evine daha fazla ekmek götürebilecek, çoluğunun çocuğunun ihtiyaçlarını giderebilecek. Erdoğan ve AKP’nin istibdadı ne yapıyor? Kadro vaadini terk ettiği gibi, gece 12 saat çalışmayı taşeron şirketler için yasallaştırıyor.

İşçi 12 saat çalışır mesai ücretini de alır mı diyorsunuz? O zaman Türkiye’de yaşamıyorsunuz demektir. Devlet bu yasayla taşeron patronuna arkandayım diyor. Patron durur mu? Fazla mesai ücreti vermeyi bırakın bankaya yatırılan parayı elden geri almalar, düşük sigorta göstermeler, hatta asgari ücretten düşük çalıştırmalar yaygınlaşacak. Bunlar yasal değil, işçi mahkemede hakkını arasın mı diyorsunuz? O zaman televizyon da seyretmiyor, gazeteye, internete de bakmıyorsunuz demek.

Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın önünde eğilen bir Anayasa Mahkemesi başkanı, cübbesinin olmayan düğmelerini iliklemeye çalışan bir Danıştay başkanı, nasıl yaranacaklarını şaşırıp cümbür cemaat Erdoğan’la çay toplamaya giden bir yüksek yargı var. Her biri cemaatçilikle suçlanmaktan duydukları korkuyla mühürsüz seçimlere, atı alıp Üsküdar’a geçmelere, her türlü yasanın çiğnenmesine karşı üç maymunu oynuyorlar.

Karşısında yerlere kapandıkları Erdoğan ise utanmadan sıkılmadan açıkça patronların karşısına çıkıp “OHAL sizin önünüzü açıyor” diyebiliyor. İşçi, emekçi sofrasındaki ekmeği büyütmek için çalıp çırpmadan, hakkını aradığında mesela grev yaptığında karşısında “grev mrev yok” diyen istibdad rejimini buluyor!

O halde memleketteki yangını söndürmeden mutfaktaki yangının biteceği de yoktur! İşçi ve emekçiler ekmek için mücadeleyi hürriyet mücadelesiyle birleştirmek zorundadır. Sendikalaşarak, direnerek, grev yaparak verdiği mücadeleye paralel olarak kendi siyasi partisini de inşa etmek zorundadır. Ücret mücadelesinin yanına istibdada karşı mücadeleyi de yerleştirmelidir. 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2017 tarihli 96. sayısında yayınlanmıştır.