Atatürk’ten Koç Holding’e Cumhuriyet gazetesi

Atatürk’ten Koç Holding’e Cumhuriyet gazetesi

Sen hep böyle heykelde mi durursun?

Sen hep böyle NUTUK'ta mı durursun?

Sen hep böyle Samsun'a mı çıkarsın?

Ay oğul, ay Kemal'im.

Hele bir de kahvelere

Irgat Pazarlarına

Hele bir de zindanlara

Çık hele bir

 

Çık hele bir Kemal'im

Yazın gel, güzün gel, zemheride gel

Zemheri soğuk dersen Kemal'im

Azıcık beride gel,

Gel de anlasınlar sen kimin Kemal'isin

Ağanın mı, beyin mi, beyoğlunun mu?

Hasan Hüseyin Korkmazgil

 

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu bir konuşmasında Mustafa Kemal’den söz ederken Atatürk adını kullanmadığı için partide ve çevresinde kıyamet koptu. Tartışma CHP içinde ve bazısı kendini “sosyalist” diye pazarlamaya meraklı olsa da geleceğini CHP’ye bağlamış vasatlar kulübü mensubu aydınların arasında bir tartışma olarak kaldığı ölçüde biz devrimci Marksistler için önemi, bize partinin ideolojik gelişimini izleme bakımından bir radyolojik görüntü vermesiyle sınırlı kalırdı.

Ne var ki, Cumhuriyet gazetesinin, kendi ifadesiyle, “kurumsal görüşünü” açıklayan, neredeyse tam bir gazete sayfasını kaplayan başyazısı (24 Eylül 2020) Türkiye solundaki neredeyse bütün ideolojik eğilimleri işin içine soktu. Üstelik bir de pek iddialı şekilde “gerçek sosyalistler”in görüşlerini okuyucularına dikte etmeye kalkıştı. İşin içine “sınıfsal açıdan değerlendirme” diye bir konuyu kattı. Marx’ı da aydınlanmanın çocuğu olarak göstermekte beis görmedi. Yani tartışmayı Atatürkçülük ya da Kemalizm tartışmasından çıkarttı, sosyalizm ve Marksizm ile ilişkisine de sıçrattı. Böyle olunca, bu alanda Cumhuriyet gazetesinin serbestçe at koşturmasına seyirci kalacak değiliz elbette.

Çünkü bu, Cumhuriyet gazetesinin (ve Milli Mücadele döneminde onun öncülü olan Yeni Gün gazetesinin) Türkiye’de üstlendiği en önemli görevlerden biriyle doğrudan ilgilidir. Cumhuriyet, gençliğin “sosyalist” ya da “Marksist” olmasına karşı değildir. Ama bu sosyalizm ya da Marksizm daima Kemalizmin ideolojik ve politik hegemonyası altında kalmalıdır. Ufku Kemalizm ile sınırlı olmalıdır. Gerisi ihanettir, “ikinci cumhuriyetçilik”tir, “liberalizm”dir, “numaracı solcu” olmaktır. İslamcıların tuzağına düşmektir.

Gençlik buradaki ideolojik operasyona çok dikkat etmelidir. Bu, sol Kemalizmin ve Kemalizmin etkisi altında olduğu dönemlerde Cumhuriyet gazetesinin en önemli ideolojik operasyonudur. İzah edelim.

Daha çok yakın bir geçmişte, 12 Eylül 2010’da düzenlenen anayasa referandumunun 10. yıldönümü vesilesiyle “Özür, Evet, Ama Yetmez” başlığını taşıyan bir yazı yazdık. O yazıda, yıllar boyunca AKP’yi çeşitli biçimlerde desteklemiş olan sol liberallerin politik suçlarına ve bunların düşünsel köklerine ilişkin ileri sürdüğümüz noktalar arasında belki de gençliğin kafasını en çok karıştıran nokta olduğu için en önemlisi şuydu: Sol liberaller, kendilerini savundukları her yazıda, her demeçte, her tartışmada hasımlarını hep “ulusal sol” veya “Kemalist” olarak niteliyorlar. Bunun gerçekliğe tekabül etmediğini, sol liberaller ve sol Kemalistler kadar medya gücüne sahip olmadıkları için sesleri geniş kitle tarafından daha az duyulsa da tartışmada üçüncü bir kutup olarak Marksistlerin de yer aldığını kendilerine defalarca hatırlatmamıza rağmen sol liberaller bu yalanı söylemeye devam ettikleri için son yazımızda buna kasıtlı söylenen “Büyük Yalan” adını verdik.

Şimdi Cumhuriyet gazetesinin Atatürk adı vesilesiyle yazdığı başyazı aynı “Büyük Yalan”ı aslında Kemalistlerin de paylaştığını gösteriyor. Bütün yazı “gerçek sosyalist”lerin Atatürk konusunda kendileriyle aynı fikirde olduklarını ileri sürüyor. Yani Kemalistler sol liberalizme saldırırken sosyalistleri, Marksistleri kendi kanatlarının altına almaya çalışıyor.

Bu, Büyük Yalan’ın başka bir versiyonudur. Marksizmin bu ideolojik tartışmada ayrı, bağımsız bir kutup olmadığını ileri sürme konusunda sol Kemalizm ile sol liberalizm arasında bir suç ortaklığı olduğu böylece ortaya çıkıyor.

Bu bir rastlantı değildir. Aslında Kemalizm ile sol liberalizm Türkiye burjuvazisinin tarihi gelişiminin değişik aşamalarında çıkarlarının farklı yöntemlerle olsa da aynı amaçlara yönelik olarak savunulmasıdır.

Kanıtını vermek çok kolay. Cumhuriyet’in başyazısı baştan aşağı bir Avrupa uygarlığı övgüsüdür. Karl Marx’ı da bunun içine yerleştirmeye çalışıyor. Oysa Marx ve izleyicileri (en başta Rusya’da Ekim devriminin mimarları olan Lenin ve Trotskiy) Avrupa uygarlığının önde gelen özelliğinin emperyalist bir uygarlık olması olduğunu çıplak biçimde ortaya koymuşlar ve 20. yüzyıl dünya devriminin ana stratejisini bu emperyalizme karşı ileri sanayi ülkelerinin proletaryası ile geri ülkelerin yoksul köylü kitlelerinin ittifak içinde savaşmasına bağlamışlardır.

Sol liberallerin bütün politik stratejisi Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sokma çabası üzerine inşa edilmişti. Ya sol Kemalistler? Onlar da, Atatürk’ün cumhuriyeti kurar kurmaz “çağdaş uygarlık” adı altında Türkiye’yi Avrupa’nın taklitçisi haline getirme yönelişine sadık biçimde, aynen sol liberaller gibi, Avrupa Birliği’ni kurtuluş olarak görürler. Buna karşılık Marksistler Avrupa Birliği’nin emperyalist bir birlik olduğunu saptamış olduklarından proletaryanın iktidarına dayanmayan bir ortak Avrupa gücüne taraftar değillerdir, aynen ABD’ye ve İngiltere’ye karşı olduğu gibi AB’ye karşı da mücadele edilmesi gerektiğini savunurlar.

Bu, Türkiye’nin dünyadaki yerine ilişkin sol liberalizmle sol Kemalizm arasındaki köklü ortaklığı gösteriyor. Bir de Türkiye’nin kendi içindeki toplumsal mücadelelerden en önemli meseleye değinelim. Sol liberalizmin sosyalizmden uzaklaşırken en belirgin özelliği, Türkiye’nin gerek ekonomik olarak gerekse politik olarak ileriye doğru yürümesi misyonunu burjuvaziye atfetmesidir. Sol liberaller Türkiye’nin geleneksel Batıcı-laik tekelci burjuvazisini her bakımdan kendi müttefikleri olarak görürler, politik tercihleri de onlarla (istisnai anlar dışında) aynıdır.

Ya Kemalizm? Ya onun tapınak muhafızlığına soyunmuş olan Cumhuriyet gazetesi? Bu konuda en ufak bir kuşku olabilir mi? Cumhuriyet gazetesi başka görevlerinin yanı sıra, Koç Holding, Sabancı Holding ve Eczacıbaşı Holding’in halkla ilişkiler bülteni gibi çalışmaktadır. Bu holdingler ne zaman bir halkla ilişkiler operasyonu yapsa, eğitime, kadın haklarına, sanata vb. katkıda bulunsa gazete çarşaf çarşaf yer verir bunlara. Koç ailesinden biri (mesela Mustafa Koç, mesela en son Suna Kıraç) hayatını yitirmeyegörsün, gazete birinci sayfadan, dev gibi fotoğraflarla, baştan aşağıya övgü dolu ifadelerle bunlara hemen sahip çıkar. Ama Koç’un işçilerine reva gördüğü çalışma koşullarını, metal sektöründeki grev yasakları karşısındaki tavrını, güya kamu mülkiyetine sahip çıkan bir gazete olarak Tüpraş’ın Koç Holding’e peşkeş çekilmesini eleştirdiği görülmemiştir.

Daha konuşulacak çok şey var. Bunları çok çeşitli yazılarımızda yazdık. Kemalistlerin ya da ille öyle istiyorlarsa Atatürkçülerin çeşitli görüşlerini çürütüp duruyoruz. Bu yazının konusu sadece Büyük Yalan’ın kofluğunu göstermek ve Kemalizmin sosyalizmle en ufak bir ilişkisi, tekrarlıyoruz en ufak bir ilişkisi olmadığını hatırlatmaktı.

Şöyle bitirelim ki, Cumhuriyet yönetimi kolay anlasın: Başyazı sol liberaller için “kendileri için sol etiketini yapıştıran” demiş. O öyle değil. Onlar zaten soldan geliyorlar tarihi olarak. Onlara “sol” etiketi zaten yapıştırılmıştı. Bundan da çok memnundular, bütün solu kendilerine benzetmeye çalışıyorlardı. Onlara “liberal” etiketini biz, Marksistler yapıştırdık. Solcu olmadıklarını, burjuvazinin en has ideolojisine bağlanmış olduklarını ortaya koymak için. Oradaki “sol” kökenlerine ilişkindir, onlar kendileri yapıştırmamışlardır onu. Yani bu tartışma Marksistlerin başlattığı bir tartışmadır, siz Kemalistlerin değil. Onu liberalizm-Kemalizm-Marksizm arasında üçlü bir tartışma olmaktan çıkarmayı başaramayacaksınız. Marksizmin sesini kısmanıza ya da kendi kanatlarınızın altına çekmeye çalışmanıza izin vermeyeceğiz.