Adalet talebi haklı, Kılıçdaroğlu'nun peşine takılmak yanlış

CHP milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanmasının ardından CHP Genel Başkanı tarafından başlatılan Adalet yürüyüşü devam ediyor.  Bu yürüyüş Kılıçdaroğlu ve CHP açısından haklı bir yürüyüştür. Enis Berberoğlu'nun tutuklanmasının hukuki açıdan iler tutar bir yanı yoktur. Anayasa Mahkemesi’nin, 2013 yılında Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal hakkında verdiği milletvekillerinin tutuksuz yargılanması yönünde içtihat niteliğinde kararı ortadadır. Alt mahkemenin bu durumda tutuklama kararı alması hukuken büyük bir yanlıştır.

Davanın esası da son derecede tartışmalıdır. Enis Berberoğlu'na "siyasi ve askeri casusluk maksadıyla devletin güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken belgeleri açıklama" suçundan müebbet hapis cezası verilmiş, sonra bu ceza 25 yıla indirilmiştir. Bir kere, ortada “gizli” bir şey yoktur. MİT TIR'ları ile Suriye'ye silah taşındığına dair görüntülerin yayınlanması ile ilgili haberin fotoğraf ve videoları 2014 Ocak ayından itibaren medyada ve internette yayınlanmıştır. Cumhuriyet gazetesinin haberi Mayıs 2105’te yayınlanmıştır. Buna benzer bir haber daha önce Aydınlık gazetesince zaten yayınlanmıştı. Ayrıca, Cumhuriyet gazetesinin yayınladığı görüntülerin Berberoğlu tarafından temin edilip açıklandığına dair delillerin de yetersiz olduğu görülmektedir. Kaldı ki "müebbet hapis" cezası ancak söz konusu suçun "siyasi ve askeri casusluk maksadıyla" yapıldığının kanıtlanmasını gerektirir ki bu doğrultuda mahkeme hiçbir delil ortaya koyabilmiş değildir. Yargıtay kararlarında “casusluk” için “yabancı devlet yararı” aramak gerektiği belirtilmiştir. Oysa mahkeme böyle bir bulguyu ortaya koymuş değildir.

Hal böyle iken Enis Berberoğlu'nun tutuklanmasının siyasi bir kararın ürünü olduğu açıktır.

Adalet talebinin arkasındaki gerçek: "Yargının doğrudan iktidarın güdümündeki bir aygıta dönüşmesi"

Erdoğan'ın Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşüne karşı çıkarken "Mahkemelerin Bağımsızlığı" başlığı taşıyan Anayasa'nın 138. maddesine referans yapması bu açıdan gülünçtür. Çünkü yürüyüşün kendisinin gerekçesi mahkemelerin bağımsız olmamasıdır. Erdoğan'ın mahkemelerin bağımsız olduğuna dair kendi sözleri dışında hiçbir dayanağı yoktur. Yine Erdoğan ve AKP yöneticileri CHP'nin yargıya baskı yapıp sonucu etkilemeye çalıştığını söylüyor. Halbuki yine MİT TIR'ları ile ilgili Anayasa Mahkemesi Can Dündar ve Erdem Gül hakkında hak ihlali kararı verdiğinde "bu karara uymuyorum da saygı da duymuyorum" diyen ve davanın bir "casusluk" davası olduğu vurgusunu yapan bizzat Erdoğan'ın kendisiydi. Mahkeme, elinde Erdoğan'ın sözleri dışında hiçbir delil olmadan "casusluk" suçundan hüküm veriyorsa bu durumda Anayasa'nın 138. maddesinin yerinde yeller esiyor demektir.

Doğrudur, Kılıçdaroğlu, yargının bağımsız olmadığı, iktidarın güdümünde olduğu ortadayken milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına onay vermişti. Hatta bunu "Anayasa'ya aykırı ama evet diyeceğiz" diyerek ifade etmişti. Dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dâhil 13 HDP'li milletvekili tutuklandı. Bu anlamda HDP milletvekilleri demir parmaklıklar ardına atılarak siyasetten tasfiye edilirken bu operasyonun gardiyanlığı rolünü de Kılıçdaroğlu'nun oynadığı açıktır.Kılıçdaroğlu kendi milletvekilini hapse yollayan sürecin taşlarını partisiyle birlikte döşemiştir.

Ancak CHP ve Kılıçdaroğlu'nun dün işlediği kabahatler bugün istibdadın yargıyı tamamen kendi güdümüne almasına karşı yaptığı eylemi haksız kılmaz. Diğer yandan Kılıçdaroğlu'nun haklı olması da kayıtsız şartsız onun peşine takılmayı gerektirmez. Türkiye sosyalist hareketinin büyük çoğunluğunun "adalet yürüyüşü" vesilesiyle CHP'nin kuyruğuna takılmasının yanlışlığını ortadan kaldırmaz.

Kılıçdaroğlu neden "dünyaya" anlatıyor?

Öncelikle Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşü siyasi bir eylemdir. Bu eylemin siyasi çerçevesi CHP tarafından belirlenmiştir. Bu yürüyüşte Kılıçdaroğlu'nun peşine takılmak söz konusu siyasi çerçeveyi de kabul etmek anlamını taşır. Çünkü Kılıçdaroğlu “ben yürüyorum” deyip yola düşmüş, arkasından gelenler olursa buna karşı çıkmayacağını söylemiştir. Kılıçdaroğlu’nun belirlediği siyasi çerçeve Türkiye halkını istibdada karşı seferber etmek değil, Kılıçdaroğlu'nun her demecinde ısrarla vurguladığı gibi "bütün dünyaya haklı olduğunu göstermek"tir. Bir ülkenin ikinci büyük partisinin haklılığını halka değil de dünyaya anlatmak üzere yürüyüş yapmasının manası üzerinde düşünülmelidir. Enis Berberoğlu'nun tutuklanmasının Katar krizinin arkasından geldiğini ve Katar krizinin iç politikadaki yansıması olduğunu daha önceki yazılarımızda belirtmiştik (bkz. http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/siyasi-kriz-derinlesiyor-ne-istibdad-ne-darbe-cozum-zincirsiz-kurucu-mecliste). Kılıçdaroğlu bu krizde son derece ironik bir biçimde Suudi tezlerinin Türkiye'deki savunuculuğuna soyunmuştur. Müslüman Kardeşleri, Suudi tezlerine paralel olarak terörist ilan etmiş, siyasi stratejisini Rabia işareti üzerinden Erdoğan ve AKP'yi terörizme destek vermekle suçlamak üzerine kurmuştur. Enis Berberoğlu'nun tutuklanmasının ardından CHP'den gelen tepkilerin de Erdoğan'ın uluslararası mahkemelerde yargılanacağını tekrarlaması bu çizginin açık bir ifadesidir.

Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü için kullanılan fotoğrafa da sosyalistlerin iyi bakması gerekir.

Hem biçimsel hem de siyasi olarak CHP'nin kuyruğuna takılmak

CHP, halkın seferberliğine özellikle de emekçi sınıfların seferberliğine karşıdır. Emekçi halkın gücüne güvenmez, ona yaslanmazsanız başka güçlerle sonuç almanız gerekir. Bu güçler CHP ve Kılıçdaroğlu için içeride TÜSİAD ve TSK içinde kendi çizgisine yakın güçler, dışarıda ise ABD ve AB emperyalizmi ile Katar krizi bağlamında İsrail Siyonizmi ve Suudi gericiliğidir.

Böyle olunca da CHP'nin yürüyüş vesilesiyle Türkiye tarihinin en büyük halk hareketlerinden biri olan Gezi isyanına düşmanlık gütmesinde de şaşılacak bir şey yoktur. CHP Genel Başkan Yardımcısı Engin Altay’ın Birgün'e verdiği röportajda "Adalet yürüyüşü bir tür Gezi'ye dönüşür mü?" sorusuna verdiği yanıt son derece çarpıcı:“Gezi çok iyi niyetle başladı ve sonra devlet, FETÖ ve kimi uç örgütler tarafından amacından çıkarıldı. Bu nedenle Adalet Yürüyüşü’nde buna asla müsaade etmeyeceğiz, bunun altını çizerek söylüyorum. Amaç çok barışçıl ve dengeli bir şekilde sesimizi duyurmak. Kırmak, dökmek, yakmak yok; agresif bir slogan dahil olmayacak.”

Bu demeçte geniş tepki toplayan ifadeler Gezi'nin amacından çıkarıldığı yönündeki sözler oldu. Ancak daha önemli ifade şudur: "Adalet yürüyüşünde buna asla müsaade etmeyeceğiz, bunun altını çizerek söylüyorum." Engin Altay'ın altını çizerek söylediği şey, Kılıçdaroğlu'nun önde elinde “adalet” yazılı bir pankartla etrafında korumalar olmak üzere yürümesiyle ve arkasında yürüyenlere kendi düşüncelerini ifade edecek pankart, döviz, flama vb. taşımalarına asla müsaade edilmeyerek uygulamaya konuyor. ÖDP, Halkevleri, EMEP, HTKP, en son olarak da HDK yürüyüşe ardı ardına destek açıkladılar. HDK hariç bu kurumların liderleri çeşitli aşamalarda Kılıçdaroğlu ile birlikte yürüdüler de. Ama yürüyüşteki varoluşları siyaseten CHP ile aynılaşan bir biçimde oldu. Kendilerince halkın sokaklara çıkması için bu yürüyüşü bir vesile olarak gördüler, halkın önünü açacağını düşündüler ama tam tersine halkın istibdada karşı seferberliğinin aleyhine biçimde kurgulanmış bir faaliyetin kuyruğuna takılmaktan başka bir şey yapmadılar.

Sosyalistler CHP'yi sola çekeceğim derken yine CHP sosyalistleri sağa çekiyor

CHP'nin toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıflarla ilişkisini belirleyen şey kendisinin bir burjuva partisi olmasıdır. Öyle ki CHP örgütleri Kılıçdaroğlu "adalet" talebiyle yürüyorken hiç değilse görüntüyü kurtarmak için bile işçi düşmanlığından vazgeçmemektedir. Kılıçdaroğlu yürürken CHP'li İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin elinde işçi kıyımı son derece çarpıcı. Zira burada işten atılan işçiler Belediye'ye karşı haklarını arayan taşeron şirketlerde yasadışı çalıştırıldıkları için mahkemeye giden ve kazanan işçilerdir. Şişli Belediyesi'nde Kentyol şirketinin özelleştirilmesi ve taşeronlaştırma ile işçilerin toplu sözleşme kazanımlarının gasp edilmesi de "adalet", "hak", "hukuk" hiçbir kavramla örtüşemeyen bir başka icraat. Bu örnekler sadece Kılıçdaroğlu yürümekte iken yaşananlar.

Bu arada kıdem tazminatının gaspedilmesine karşı ve 15-16 Haziran vesilesiyle işçiler yürüyüşler yapıyor, Diam Vitrin, AKG Termoteknik, Chinatool işçileri direniyor, Mutlu Akü greve çıkıyor, İzmir Limanı'nda iş cinayetine karşı binlerce işçi eylem yapıyor, İki bin Petkim işçisi iş bırakıp fabrikasında barikat kuruyor, polis saldırısına uğruyor ama sosyalistlerin burjuva siyasetçisi Kılıçdaroğlu'na gösterdikleri ilginin binde birine dahi mazhar olamıyordu.

Muhalefet için sokakları işaret eden birçok sosyalist hareketin CHP'nin peşine takılmasının maliyetinin gerçek işçi mücadelelerinin yalnız bırakılması olduğu da ortadadır. Sosyalistlerin CHP'yi sola, sokağa çekmek gibi bir görevleri yoktur. CHP'nin ise 60'lı yıllardan beri sosyalistleri sağa çekmek ve işçi sınıfından uzaklaştırmak gibi bir vazifesi vardır ve bugün bunu sosyalist liderleri Kılıçdaroğlu'nun peşinden sürükleyerek bir kez daha gerçekleştirmektedir.