YÖK protesto edildi, ya sonra?

12 Eylül 1980 askeri darbesinden çok kısa bir süre sonra, 6 Kasım 1981 tarihinde kurulan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), bugüne kadar üniversitelerde adeta bir baskı ve cezalandırma aygıtı olarak işlev gördü. Tabii YÖK'ün getirdikleri sadece bundan ibaret değil. Soruşturmaların, “disiplin” cezalarının yanında üniversite kapılarının sermayeye daha fazla açılmasıyla bilimsel araştırmaların şirketlerin çıkarları için yapılması, üniversite çalışanlarının iş güvencesinin sürekli tehdit altında olması, yemekhane ve temizlik çalışanlarının taşeron zulmüne maruz kalması ve daha nicesi var.

Tüm bu sorunların komuta merkezi hep YÖK oldu. Bu sebeple de gerek öğrenciler gerek de üniversite emekçileri hep birlikte yıllardır YÖK’ü protesto ediyor ve taleplerini haykırıyorlar. Her sene olduğu gibi bu sene de YÖK, Türkiye’nin birçok üniversitesinde protesto edildi. Eylemlerin üç aşağı beş yukarı maruz kaldığı şeyler ise aynı: “Basın açıklaması yaparsanız, hakkınızda soruşturma açılacak” tehditleri, sivil polis gölgesi, Özel Güvenlik Birimleri (ÖGB) ablukası, polis çemberi, gözaltı, kalkan, cop, plastik mermi! İstanbul’da yapılan eylemde basın açıklamasının 10 metre ötesinde bir TOMA, namlusunu “YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!” diye slogan atan kitlenin üzerine doğrultmuştu.

Polis üniversiteye girerse ne olur?

Üniversite emekçileri haklarını aramak için greve çıktığında, öğrenciler dersleri boykot ettiğinde, okullarında yaşanan sorunlara karşı mücadele ettiklerinde, bu mücadeleyi duyurmak için basın açıklaması yaptığında, her defasında kitlenin dibinde biten polis ne işe yarar? 10 Ekim Ankara katliamında parçalanan bedenleriyle ağır yaralı bir şekilde yerde yatan insanlarımıza gaz bombalarıyla saldıran polis, üniversiteye ne yapmak için girer? 3 Ekim tarihinde Şırnak’ta Hacı Lokman Birlik’in 28 kurşun sıkılmış cansız bedenini zırhlı araca bağlayıp yerlerde sürükleyen polisin üniversitede neyi başarmasını bekliyorsunuz? İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü bahçesinde bir anıt vardır; Turan Emeksiz’in anıtı. 1960 yılında öğrencilerin düzenlediği bir eyleme katılan Turan Emeksiz, okula polisin girmesi ve ateş açması sonucu katledilmiştir. YÖK ve üniversite rektörleri, polisin üniversite içine girmesine müsaade ediyorsa bilinmelidir ki yeni Turan Emeksiz’ler isteniyordur. İşte tam da bu yüzden üniversitelerde yapılan her eylemde öğrenciler polisle karşı karşıya geldiğinde “Katil polis üniversiteden defol!” sloganı atar. Çünkü polisin okula girdiği bir yerde aslında öğrencilerin can güvenliği yoktur.

Çözüm: kitlesel seferberlik

Üniversitelere polisin girişi normalleşmemeli. Olağanüstü bir hal olmalı bizler için. Kitlesel bir karşı koyuş için tüm üniversite öğrencilerine polisin okula girmesinin ne anlama geldiğini anlatmalı ve hep birlikte gerek dersleri boykot ederek gerek üniversite emekçileriyle beraber üniversite yönetimine baskı uygulayarak polisin okuldan çekilmesini sağlamalıyız.

Üniversitede ipler kimin elinde?

Daha kalabalık ve daha etkili olmanın yolları mı dediniz? Sayısal üstünlük şüphesiz öğrencilerden yanadır. Amfiler boşaldı mı muazzam bir enerji çıkar ortaya, alır götürür, kendi etrafına çeker her şeyi. Bu öğrenci kitlesinin mücadele içerisinde belki de en önemli özelliğidir, enerji katar! Ancak üniversite içerisindeki konumlarıyla bir başka unsur vardır ki, hareket etti mi üniversite sınıf temelinden sarsılır. Üniversitede eğitim emekçileri derslere girmez ise; eğitimin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesini sağlayan temizlik işçileri çöpleri toplamaz, yerleri silmez, lavabolarını temizlemez ise; yemekhane işçileri yemekleri yapmaz, üniversitenin tüm unsurları besinden yoksun kalırsa; büro emekçileri bir odadan bir başka odaya bir evrak bile götürmez ise işler bir başka değişir o zaman. Üniversitenin sadece öğrencilerin bulunduğu alanlar olarak ele alınmaması gerekir. Üniversite emekçilerinin bir iş bırakma eylemi, üniversitede iplerin kimin elinde olduğu gösterir bize.

Mücadele kampüslerin içinde ve dışında

Üniversite emekçilerinin hareketlenmesi, hakları için mücadeleye atılması elbette bir rüzgâr yaratacaktır. Ancak bunun da sınırları vardır. Çünkü YÖK, en nihayetinde hakim sınıf olan burjuvazinin devletinin bir kurumudur. Devlet iktidarı burjuvazinin oldukça, üniversiteler de sermayenin sürekli kontrolünde olacaktır. İşte tam da bu sebeple üniversite öğrencilerinin YÖK’e ve temsil ettiği tüm değerlere karşı vereceği mücadelenin yolu sınıf mücadelesinden geçmektedir. Bugün öğrenci olarak YÖK’e karşı, yarın emekçi olarak sermayenin farklı bir kurumuna karşı ama en nihayetinde burjuvazinin iktidarına karşı mücadele gerek bize! Başka bir üniversite mücadelesini, üniversitenin içinde ve dışında olan tüm emekçilerle birlikte başka bir dünya mücadelesiyle birleştirdiğimiz zaman, sermayenin gardiyanlığı da emeğin tutsaklığı da sona erecek. 6 Kasım sadece sembolik bir gün, oysa mücadele her gün! Her sene omuz omuza mücadele etmenin verdiği dayanışma ruhuyla attığımız “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganını daha fazla emekçiyle beraber atmak ve hep beraber kurtulmak olsun yolumuz.

***

Özel Güvenlik Birimleri (ÖGB) tarafını seçmelidir!

Okulun güvenliğini sağlamakla görevli ÖGB çalışanları, YÖK’ün güvencesiz çalışma koşullarına maruz kalan unsurlardan bir tanesidir. Ancak polisle sıkı bir işbirliği içinde bulunan güvenlik “amirleri” sürekli ve sistemli bir şekilde ÖGB ile öğrencileri karşı karşıya getiriyor. Öğrencilerin fişlenmesi, taciz edilmesi, adeta ÖGB’nin asli görevleri arasında. Kendilerinin de taşeron bir şekilde çalıştığı üniversitede, amirlerin ve polislerin görevlendirmesiyle zaman zaman öğrencilere saldırdıkları da oluyor. ÖGB, mücadele içerisinde er ya da geç bir taraf seçmek zorunda kalacaktır. Ya katillerin, polis yalakası amirlerin tarafında olacaklar ya da taşeron zulmüne karşı, güvencesiz çalışma koşullarına karşı, hakları için mücadele eden üniversite emekçilerinin, özgürlüğü ve eşitliği savunan öğrencilerin tarafında.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2015 tarihli 73. sayısında yayınlanmıştır.