Üniversitelerde bahar dönemi uyanış dönemi olsun!
Geçtiğimiz Ocak ayı finaller ve bütünlemelerle yoğun bir şekilde geçti. Öğrenciler sınavlarına, ülkenin bir yanında katliamlar yaşanırken çalışabildikleri kadar çalıştılar. Aynı ay içinde, yaşanan katliamlara ortak olmayacaklarını açıklayan Barış İçin Akademisyenler grubu bir metin yayınladı. Bu metinle birlikte Erdoğan ve AKP temsilcileri, akademisyenlere karşı hâlâ devam etmekte olan ciddi bir saldırı başlattı. İfade özgürlüğünü ayaklar altına alan bir şekilde gözaltılar, soruşturmalar, istifaya zorlamalar, görevden almayla tehdit etmeler, kapıların işaretlenmesi ve daha birçok saldırı...
Öğrenciler bu işin neresinde?
Yaşanan saldırı, üniversitenin ilk döneminin bitimine denk geldiği için saldırıya öğrenciler tarafından ciddi bir karşılık verilemedi. Ancak bu konuyla ilgili kendi cephemizde bizi ilgilendiren bir takım sorunlar da var. Kimi okullarda metne imza atan akademisyenlerden ders almak istemediklerine dair dilekçeler yazan öğrenciler var. Elbette üniversitelerde şu an AKP yandaşı birçok akademisyen olduğu gibi öğrenciler arasında da Erdoğan ve AKP’nin yürüttüğü bu kirli savaşı destekleyen, kimi zaman daha ileri götürülmesini isteyen, bunun için çabalayan Ülkü Ocakları, Osmanlı Ocakları, farklı tekfirci ve mezhepçi çete mensupları bulunuyor.
Bu noktada çoğu siyasi hareket tarafından sahiplenilen, üniversite öğrencilerini “yarı aydın” kategorisinde ve homojen bir şekilde ele alan siyasal hattın yanlışlığını görmemiz gerekiyor. Öğrencilerin homojen olmadığı, toplumun içindeki git gide artan kutuplaşmadan yalıtılmış bir şekilde ele alınamayacağı zaten ortada. Ancak henüz düşünsel anlamda bir siyasal-felsefi akımın öğretisinde dahi kayda değer bir ilerleme gösterememiş, çoğu zaman çeşitli yayınlarla modern topluma dair okuduğu kadar (tabii okuma alışkanlığı varsa) düşünebilen bir kitlenin yarı da olsa “aydın” olarak nitelenmesine iki kez karşı çıkmak gerekiyor. Bunu neden söylüyoruz?
Yaşanan saldırılara karşı öğrenciler, Barış İçin Akademisyenler grubuna destek için yapılan ve bizim de eleştirdiğimiz yönleri olmasına rağmen destek verdiğimiz eylemlere rengini veren “Üniversite barıştır, barışı savunacağız” sloganıyla bütün bir üniversiteyi yanlış bir şekilde homojenleştiriyor. Yaşanan savaşa karşı üniversiteden verilen tepkinin içine kendisini de yerleştirerek eğitimli unsurların tümüyle barıştan yana olabileceği yanılsamasını yaratıyor. Kirli savaşa destek veren öğrencileri göz ardı ediyor. Aynı zamanda hem manasız bir üniversite ve eğitimli insan yüceltmesiyle, hem de bu yücelikte öğrencilerin de payı varmış gibi bir tavırla da karşı karşıyayız.
Barış için öğrenciler değil, direniş için öğrenciler!
Evet, üniversiteler saldırı altında! İfade özgürlüğünün cezalandırılmaya çalışıldığı bir durumla karşı karşıyayız. Üniversite emekçilerinden yana verilen ses de, bu ses ile dayanışmak da son derece önemli. Ancak sadece silahların susması mı olmalı hedeflediğimiz? Barış ama nasıl? Bu kadar saldırı altındayken pasif bir şekilde “barış” söyleminin asla yeterli olmayacağı ortada.
Savaşın sebeplerini anlatmamız gerek. Savaşı çıkartanı durdurmamız, geriletmemiz, yenilgiye uğratmamız gerek! Sadece sivillerin öldürüldüğünü söyleyerek vicdanlara hitap etmeye çalışmak da yetmez! Üstelik neden sadece siviller! Barikat kurup, hendek açıp elde ne imkân varsa kendisini, ailesini, halkını katliamlara karşı korumaya çalışanların haklılığını bir an bile olsun aklımızdan çıkarmamalıyız. Tüm saldırılara rağmen anlatmamız ve öğrencileri kazanmamız gereken siyasal hattın bu olduğunu söylüyoruz.
Ülkedeki umutsuzluktan, üniversitedeki umutsuzluğa karşı da mücadele!
Saflarımızda ilk başta mücadele etmemiz gereken şey: umutsuzluk. AKP’ye ve Erdoğan’a karşı koymanın gereğini bilmesine rağmen 1 Kasım seçim sonuçlarının etkisinden kurtulamamış olup boynu eğik olandan, halkın yaşanan katliamlara duyarsız olmasına yakınana kadar kim varsa uyansın! Yapacak çok işimiz var.
Şubat ayının ikinci haftasında üniversitelerde ders dönemi tekrar başlıyor. Geçtiğimiz dönem tekfirci ve mezhepçi çete saldırılarıyla, soruşturmalar ve gözaltılarla geçti. AKP milletvekilleri üniversiteleri Cizre’ye, Silopi’ye çevirme tehditlerinde bulundu. Üniversitedeki örgütlülüğümüzü arttırabildiğimiz bir dönemden ziyade mevcut güçlerimizle direndiğimiz bir dönem oldu. Ancak esas saldırı şimdi başlıyor. Bizi “terörist” ilan ederek öğrencileri bizden kolayca uzaklaştırabilecekleri hesabıyla geliyorlar. Buna bir de umutsuz olanları ekleyince işimiz kolay değil.
Sokağa çıkma yasağından ziyade siyaset yasaklarıyla, masa açma, afiş asma yasaklarıyla geliyorlar. Kampüslerde hükümet güçleriyle işbirliği yapan muhtar, mevzuatı kenara koyan kaymakam yok ama bu misyona sahip AKP’li rektörler var. Üniversitelere polisi sokmaya devam edecekler, o da yetmediğinde tekfirci ve mezhepçi çeteleri, Ülkü Ocakları’nı, Osmanlı Ocakları’nı kullanacaklar.
Tüm bunlara rağmen yanımıza kazanmamız gereken kocaman bir öğrenci kitlesi var. Mücadelelerinde yanlarında olacağımız üniversite emekçileri var. Daha da kaynaşmamız gereken sendikalaşan, taşerona karşı mücadele eden emekçiler var. Kaybetmiş değiliz, hükümetin propagandasına karşı koyup doğruları en yüksek sesimizle söylememiz gerekiyor. Yapılması kolay bir şeyden bahsetmiyoruz, işimiz zor. Ancak hangimize bu mücadeleye katılırken kolay bir işe baş koyduğumuz söylendi ki? Karartmaya çalıştıkları gelecek bizim. Mücadele etmekten başka yapılacak bir şey var mı?
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2016 tarihli 76. sayısında yayınlanmıştır.