Piyasanın çarkları arasında bir gelecek yok
Günümüzde eğitimin özelleştirilmesi ve piyasalaştırılması, halkın eğitim olanaklarına ulaşmasını her geçen gün daha da zorlaştırırken öğretim kurumlarının halk için değil, sermaye için var olması sonucunu da doğuruyor. Öğrenciler, adeta yükseköğretim kurumları için piyasa koşullarına uygun, mezun olur olmaz hatta daha mezun olmadan stajyer olarak kapitalizmin çarklarına atılan emekçi adayları hâlinde. Eğitim, kişinin kendini geliştirmesi, yeteneklerini açığa çıkarması için değil tamamen piyasaya kalifiye eleman yetiştirmek için sermaye tarafından kullanılan bir araç durumunda.
Bologna süreci ile Avrupa'da eğitimin piyasalaştırılması hızlandırılmış ve farklı bir boyut kazanmıştı. 1999 yılında imzalanan Bologna Bildirgesi "Avrupa vatandaşlığı" gibi kavramlardan dem vurarak "Avrupa Yükseköğretim Alanı" oluşturulması amacıyla üniversitelerin, piyasanın ihtiyaç duyduğu nitelikli elemanların yetiştirilmesi rolünü daha da ileri taşıyordu. Bildirgeye göre öğrenciler lisans programlarından mezun olduğunda Avrupa işgücü piyasasında aranan nitelikleri karşılayacak seviyede olmalıydı. Ayrıca üniversiteleri sermayenin kârını katlamasının bir aracı hâline getiren bu durum, üniversitelerde üretilecek olan bilginin de niteliğinin "kâr oranı" bakımından değerlendirilmesi ve kâr getirmeyen bilginin adeta önemsiz bir bilgi hâline gelmesine sebep olmaktadır.
Sistemin kurtuluş önerisi: "kendini satmak"
Üniversitelerdeki kariyer kulüpleri, şirket reklamları hatta geçtiğimiz senelerde Anadolu Üniversitesi’nde düzenlenen “kendini sat” başlıklı seminerler gibi organizasyonlar öğrencilerin geleceklerini, kendilerini kapitalizmin çarkları arasında pazarlamasına bağlıyor. Sistem, okul masraflarını bile zor karşılayan öğrencileri bir süre sonra tek kurtuluşlarının kendilerini “satmak” olduğuna inandırmaya çalışıyor. Bu durumda eğitim kurumları, zaten halkın kendini geliştirebileceği ve bilimin paranın güdümünden sıyrılarak geliştiği ve üretildiği yerler olmadığı gibi eğitim de teknokentler gibi projelerle her geçen gün üniversitelerin piyasaya daha fazla entegre olmasıyla sonuçlanıyor.
Bu tabloda, mezun olabilen öğrencileri bekleyen şey ise ya işsizlik ya da ucuz işgücü olarak çalışmak oluyor. Yani tüm bu reklamların, piyasacı eğitimin arasından sıyrıldığında öğrencileri bekleyen gelecek hiç de iyimser olmuyor. Üstelik öğrenciler mezun olup çalışmaya başladıkları zaman da yaşam boyu öğrenim programları ile piyasanın değişen koşullarında sürekli “istihdam edilebilir" olmaları için devamlı bir yarışa sürükleniyor.
Özgür Emekçiler Üniversitesi için mücadeleye!
Bunun yanında bugün herhangi bir emekçinin üniversitenin kapısından geçebilmesi yani üniversitenin imkânlarından faydalanması, bu eğitim kurumlarında çeşitli alanlarda bilgi edinmesi, kendini geliştirmesi için olanak bulması ise piyasanın böyle bir ihtiyacı olmadığı için mümkün değil.
Biz Devrimci İşçi Partili Öğrenciler olarak Özgür Emekçiler Üniversitesi'ni savunuyoruz. Yani diyoruz ki; mevcut durumun aksine üniversiteler kâr güdüsü gözetilmeksizin emekçi halkın da yararlanabileceği ve herkesin eşit koşullarda okuyabileceği kurumlar hâline gelsin. Öğrenciler bugün olduğu gibi geçim derdine boğulmadan, kalacak yer sıkıntısı çekmeden rahatça kendilerini geliştirebileceği, toplum yararına bilimin üretildiği bir ortamda nitelikli bir eğitim olanağına sahip olsunlar. Fakat kapitalizm sürdüğü müddetçe üniversitelerin sermayenin güdümünden çıkması ve özgürleşmesi, emekçi halkın yararına işlemesi mümkün değil. O halde tüm bu eşitsizliğe, işsizliğe, geleceksizliğe son vermek için Özgür Emekçiler Üniversitesi mücadelesini, kapitalizme karşı topyekûn bir mücadele ile el ele yürütmekten başka yol yok!
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ekim 2016 tarihli 84. sayısında yayınlanmıştır.