Deniz Gezmiş’lerin idamına işçi sınıfı bakışı

Deniz Gezmiş’lerin idamına işçi sınıfı bakışı

6 Mayıs 2022, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan adlı üç genç devrimcinin 12 Mart yarı-askerî rejimi tarafından idam edilmesinin 50. yıldönümü idi. İşçi sınıfının ve emekçi halkın tek tutarlı temsilcisi olabilecek olan sosyalist hareket, 6 Mayıs günü çeşitli biçimlerde andı bu olayı. İşçi sınıfı için sosyalizm ekmek gibidir, su gibidir. Sınıfın toptan kurtuluşu ancak sosyalizmde mümkün olacaktır. O zaman sosyalist hareket Deniz Gezmiş ve yoldaşlarını böylesine önemseyerek anıyorsa, işçi kardeşimizin de durup bu olayın anlamını düşünmesi gerekir. Çünkü gelecek ancak geçmişin iyi kavranması sayesinde kurulabilir.

İşçi sınıfının sınıflaşmaya başladığı yer sendika, grev, direniştir. Ama kurtuluşuna giden yol bütün patron partilerinin karşısında işçi sınıfının çıkarlarını bağımsız olarak savunacak ve kapitalist düzenle barışmayacak bir partidir. Yani devrimci bir parti. İşçi sınıfının kurtuluşu devrimciliği gerektiriyorsa, Deniz’lerin de hiç tartışmasız devrimci olması işçi sınıfı açısından onlara bir ilk pencerenin açılması demektir. Eğer kapitalist düzenin sahipleri, büyükbaşları, yarı-askerî, yarı-sivil bir rejimde bu devrimcileri katlettiyse bunun devrim karşıtlığı olduğu açıktır. Ama devrimci bir işçi partisi dedik. Deniz’ler işçilerin, emekçilerin kurtuluşu için böyle bir parti içinde mi çalışmaktaydı?

Bu söylenemez. Evet, Deniz’ler (ve o dönemde onlara paralel olarak başka örgütlerde mücadele eden diğerleri, Mahir Çayan ve arkadaşları, İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları) düzeni işçi ve köylülerin kurtuluşu için değiştirmeye girişmişti. Ama içinde bulundukları koşullarda bunun henüz işçileri örgütlemeden silahlı bir mücadele ile yapılabileceğini düşünüyorlardı. Peki, bunun işçi sınıfının tarihî mücadelesiyle ilgisi var mıydı?

Sınıf mücadelelerinin ürünü bir devrimcilik

Evet vardı. 1960’lı yıllarda Türkiye işçi sınıfı dev mücadeleleriyle toplumun ve politikanın gelişmesine muazzam bir damga vurmuştu. 1961’den itibaren grevli sendika hakkı uğruna başlayan bu mücadele zamanla çok sayıda fabrikada işgalli grevlere dönüşmüş, 1965’te kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) parlamentoya girmiş, 1967’de kurulan sınıf mücadeleci sendikacılığı temsil eden DİSK ile birlikte mücadele kanalları daha da açılmış, sonunda 15-16 Haziran 1970’te İstanbul ve Kocaeli’nin sanayi bölgelerindeki işçiler iki günlük bir ayaklanmaya başvurmuştur. Bu olay Türkiye’nin işçi devrimleri çağına girdiğinin de müjdesi olmuştur.

Öğrenci gençlik işte bu baş döndürücü gelişmelerin etkisiyle solcu, devrimci, sosyalist olmuştur. Deniz’lerin ve diğerlerinin aklı hep işçi sınıfında ve yoksul köylü kitlelerindedir. Başta hemen hepsi TİP’e girerek işçi ve köylüler arasında çalışmıştır. Zaten önemli bir bölümü köyde yoksul ailelerde yetişmiş gençlerdir. Yusuf ve Hüseyin böyledir. Deniz ise çok alçakgönüllü bir öğretmen ailesinde büyümüştür. Deniz başka kentte hapiste olduğunda aile bazen onu ziyaret edecek para bulamıyordu. Bu emekçi aile gençleri, zaman içinde bir çıkmazla karşılaştı.

Kapitalizm emekçileri eziyordu. Emperyalizm ise Türkiye’yi hem ekonomik olarak hem de NATO ve benzeri kurumlarla askerî ve politik olarak hâkimiyeti altına almıştı. İşçinin köylünün yoksulun durumunun düzelmesi için emperyalizmin ve işbirlikçilerinin (büyük patronlar, ağalar vb.) hâkimiyetine son verilmesi gerekiyordu. Bunu yapmak ise büyük halk kitlelerinin ayağa kalkmasıyla gerçekleşecek devrimci bir dönüşüm gerektiriyordu.

Tıkanıklık

Oysa var olan iki sosyalist akım devrimci mücadelenin önünü tıkıyordu. TİP tamamen düzenin içinde, küçük reformlarla ve parlamenter çalışmayla yetinmek istiyor, her büyük kitle ve sokak mücadelesine “faşizm gelir” korkusuyla engel olmaya çalışıyordu. İkinci bir akım vardı, buna Millî Demokratik Devrim (MDD) hareketi deniyordu. Bu da devrimden söz etmesine rağmen değişimin esas olarak ordu içindeki “ilerici” bir kanada destek vererek sağlanacağı görüşündeydi. Bu yüzden “cuntacı” olarak niteleniyordu. Buna gösterdikleri gerekçe de işçi sınıfının Türkiye’de bir ağırlığı olamayacağıydı.

Deniz’ler ve diğer devrimci gençlik önderleri, iki yolun da kapalı olduğunu kavradılar. Çeşitli hâkim sınıf unsurlarından kurtuluş beklemenin yanlış olduğunu, işçi sınıfının bağımsız olarak hareket etmesinin gerekli olduğunu anladılar. 15-16 Haziran’daki büyük işçi ayaklanması onlara harekete geçmenin zamanının geldiğini düşündürdü. Türkiye sosyalist hareketinde devrimci bir önderlik bulamayınca dışarı baktılar. Küba’da Castro ve Che Guevara örneğini, Çin’de Mao örneğini başarılı örnekler olarak benimsediler. Ve daha sınıfı kazanmadan silahlı mücadeleye giriştiler. Yani yaptıklarının özü doğru idi, ama yöntemi yanlıştı. Sınıfın bağımsızlığını sağlamak gerekiyordu ama bunu “öncü savaşı” ile yapmak mümkün değildi. Büyük bir kahramanlık gösterdiler. Düzenden af dilemeden gözü pek biçimde ölümün üzerine yürüdüler. Kendisi anayasayı ayaklar altına almış ve zorla değiştirmiş olan bir yarı-askerî rejim, onları anayasayı zorla değiştirme gerekçesiyle astı.

Manifesto

İdam sehpasında Deniz gür sesiyle şöyle haykırdı: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye!

Yaşasın Marksizmin Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının devrimci bağımsızlık mücadelesi! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm!” İşçiler ve köylüler bu devrimci manifestoya kulak vermelidir.

Bugün doğru yöntem elbette işçi sınıfının her mücadelesinde yanında bulunarak, tarihin derslerini süzüp sınıf için doğru politikaları belirleyerek, genç işçileri bu doğrultuda eğiterek, öğrenerek ve öğreterek devrimci bir sınıf partisini sabırla, sebatla, kararlılıkla örgütlemektir. Ama bu çabada, dünün devrimci atılımı, Deniz’lerin, Mahir’lerin, İbrahim’lerin büyük atılımı ve kahramanlığı bütün işçilere ve onların partisine ilham kaynağı olacaktır.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2022 tarihli 152. sayısında yayınlanmıştır.