Yeni YÖK gericiliğine karşı direnişten başka alternatif yok!

Türkiye, “bir yeniden yapılanma, bir değişim, bir dönüşüm, bir sivilleşme, bir yeni anayasa süreci içerisinde”… mi? Hayır değil. Hiçbiri değil. Sınıfların çıkarlarından bağımsız, sınıfların karşı karşıya gelmediği, adeta bir doğa olayı gibi karşımıza çıkan ve kaçınılmaz olan bir değişim, dönüşüm, süreç ya da adına ne derseniz deyin öyle bir şey içerisinde değiliz!

Ama son dönemde en çok işittiğimiz laflar bunlar. Sürekli Türkiye’nin değişmekte ve dönüşmekte olduğundan bahsediliyor. Tüm bunların sınıfsız ve mevsimler gibi kaçınılmaz bir süreç gibi anlatılıyor. Sonra da hep aynı soru geliyor. Yeni anayasa yapıyoruz, karşı mısınız, ne o yoksa siz 12 Eylül anayasasını mı savunuyorsunuz? Sendikalar yasasını değiştiriyoruz, karşı mısınız, ne o yoksa yüzde 10 barajını mı savunuyorsunuz? YÖK yasasını değiştiriyoruz, karşı mısınız, ne o yoksa eski YÖK’ten, 2547’den memnun musunuz?

Bir kere bu değişim dönüşüm dediklerinin hepsi sermayenin tümünün ya da belirli bir kesiminin çıkarlarını yansıtan politikalardır. Öncelikle gerçeği tüm yalınlığı ile görmeliyiz. Yeni bir anayasa yapılmıyor. Mevcut anayasada sermayenin ayağına dolanan unsurlar temizlenmek isteniyor ki daha güçlü saldırabilsinler. Mesela, Yeni YÖK yasasının geçmesi için 130. ve 131. maddelerin değişmesi lazım. Çünkü 12 Eylül kanlı işkenceci askeri darbesinin anayasası özel üniversite kurulmasına cevaz vermiyor! Çünkü 12 Eylül kanlı işkenceci askeri darbesinin anayasası üniversite rektörlerinin patronların doğrudan yer aldığı mütevelli heyetleri tarafından yönetilmesine izin vermiyor! Yani 12 Eylül kanlı işkenceci askeri darbesinin gericiliğinin bile yetmediği bir saldırıyla karşı karşıyayız. Durum bu kadar açıkken, bu yasa taslağına karşı çıkarken acaba eskiyi mi savunuyorum diye utanıp sıkılmak ve kendini alternatif sunmak zorunda hissetmek bizim memleketin demokratlarının marifeti olsa gerek! İnsanın başına bir silah dayalı iken, mevcut yaşantımdan çok mu memnundum sanki diyerek karşı koymaması kadar anlamsız bir tavırdır bu. Kafasına silah dayalı iken katilinle nasıl bir yaşam istiyoruz tartışmasına girmek kadar anlamsız ve aptalca olmasa da…

En son, yeni yükseköğretim yasa taslağı diye YÖK’ün gündeme getirdiği saldırı paketi tam da üniversite emekçilerinin ve öğrencilerinin başına dayanmış bir silahtır. Silahın tetiğinde sermayenin parmağı vardır. Üniversite A.Ş. projesi diye adlandırdığımız bu proje ile öğretim elemanı sözleşmeli köle, öğrenci de müşteri olacak. Üniversitelerin ticarethaneye dönüşmesi süreci tamamlanacak. Bugün de böyle değil mi? Evet ama bu yeni yasa ile mevut süreç yasal ve anayasal güvenceye kavuşacak. Bu durumda yapılacak tek bir şey vardır, o da direnmek. Eski yasayı mı savunuyoruz kompleksine girmeye gerek yok. Çünkü eski yasayı savunan onlardır. Eski yasanın en gerici yönlerini koruyup yeni düzenlemelerle gericiliğine gericilik katan bu girişime değişim, dönüşüm, yeniden yapılanma adlarını takmak, YÖK’e parayla alamayacağı bir propaganda ve reklam hizmeti sunmaktır.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’un devlet ve vakıf üniversitelerinden araştırma görevlilerinin yaptığı çıkış bu anlamda son derece değerlidir. Bir yığın önerinin, raporun, görüşün uçuştuğu bir ortamda araştırma görevlileri, 29 Kasım’da İstanbul Üniversitesi’nde düzenledikleri kitlesel toplantıda, YÖK’ün yasa taslağını bir siyasi program olarak tariflemiş, bir “taslak” olarak gayr-i meşru olduğunu ilan etmiş ve tereddütsüz bir direniş hattı ortaya koymuştur. Araştırma görevlileri tüm üniversite bileşenlerine bu saldırıyı durduracak bir mücadele çağrısı yapmaktadır. Bu çağrı tüm bileşenlerle ve tüm üniversitelerde bir iş bırakma eylemini de kapsamaktadır. Daha önceki saldırılarda olduğu gibi basın açıklaması yapıp Ankara’da bir eylem düzenleyerek kenara çekilmeye razı olmayanlar, tabii ki en başta Eğitim-Sen, bu çağrıya kulak vermelidir. Bu yasanın tek alternatifi yasalaşmamasıdır. Üniversite A.Ş. saldırısına geçit verilmemelidir.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2012 tarihli 38. sayısında yayınlanmıştır.