Yaklaşan kriz ve çapulcular

2013’te grev ve greve çıkan işçi sayısındaki artış eğilimi, önümüzdeki dönemde Türkiye’de sınıf mücadelesinin şiddetleneceğinin önemli bir göstergesi niteliğinde. Geçmiş yıllarla kıyaslandığında adeta üzerine ölü toprağı serilmiş işçi sınıfı 2013 yılında grev üstüne grev yapıyor. İlk 8 ay içinde şimdiden 22 bin işçi greve çıkmış durumda. Bununla birlikte söz konusu grevlerin (başta THY, Darphane ve son olarak 10 bin tekstil işçisinin katıldığı tekstil sektörü olmak üzere) çoğu son birkaç ayda hem halk isyanının gölgesinde kaldı, hem de bizzat sendikaların uzlaşmacı tavrının da bir sonucu olarak en son örneğine Tekel direnişinde rastladığımız gibi geniş bir toplumsal tabana yayılamadı.

Ekonomide ise “küresel büyümenin merkez üssü” (!) Türkiye iflasın eşiğine gelmiş durumda. Türkiye’nin son yıllarda dünyada en kırılgan ekonomilerden biri olduğunu, bu nedenle sert iniş riski taşıdığını bu köşede sık sık vurguladık. Kriz kâhini olarak bilinen ABD’li iktisatçı Roubini de aralarında Türkiye’nin de olduğu gelişmekte olan ülkelerde hızlı büyümenin sona yaklaştığını belirterek pek çok ülkenin “duvara toslayabileceği” görüşünü ileri sürmüş (Milliyet, 25.7.2013).

Bugün olası krizin etkilerine karşı hükümetin alacağı tedbirleri,  bütçe açığının çok yüksek olmayışı ve döviz rezervinin belli bir seviyede olması nedeniyle küçümsememekle birlikte, dünya ekonomisinin içinden geçmekte olduğumuz olumsuz koşullar altında bunların etkisinin oldukça sınırlı kalacağını öngörmek mümkün. Zira AB pazarında durgunluk devam ediyor, ABD Merkez Bankası’nın faizleri yeniden yükseltme eğilimine bağlı olarak sermaye kaçışı devam ediyor. Buna mukabil cari açık oldukça yüksek seviyede ve dış borçlar, özellikle şirketlerin döviz borçları, almış başını gidiyor. 2011 yılı başından bu yana ulusal parası en yüksek oranda değer yitiren üç ülkeden biri (Brezilya ve Hindistan’la birlikte) Türkiye. Türkiye ekonomisinin kredi verenler açısından CDS adı verilen ve bir ülkenin iflas riskini gösteren kredi riski primi Mayıs’tan Temmuz’a 119’dan 185’e çıkmış durumda. Bu oranda bir artış diğer ülke ekonomileriyle karşılaştırıldığında yüksekliği itibariyle durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor.   

Bu tespitler bize yeniden tıpkı 2008-2009 küresel krizinde yaşadıklarımıza benzer bir konjonktüre girdiğimizi gösteriyor. 2008-2009 küresel krizi Türkiye ekonomisini teğet geçmek bir yana 2001’deki krizden beter sarsmıştı. 2009 yılında ekonomideki daralma, 2001’dekinden büyüktü. 2009 yılındaki krizde işsizlik oranındaki artış, 2001’dekinden büyüktü. Gelmekte olan ekonomik krizin bu sefer ekonomi ve işçi sınıfı üzerindekitahribatının çok daha fazla olacağı kanısındayız. Hele Aralık 2002-Haziran 2013 arasında bireysel kredi kartlarındaki borç bakiyesinin 17 kat, bireysel ve kurumsal tüm kredi kartlarındaki toplam borç yükünün ise 19 kat artış gösterdiği göz önüne alınacak olursa.

AKP hükümetinin kıdem tazminatının tasfiyesini ve taşeronluğun kurumsallaştırılmasını içeren torba yasaları, krize yığınak yapmak üzere meclise getirmesi yakındır. Burjuvazinin kafasındakini krizlere karşı yeni bir “sosyal sözleşme” ve “çalışma hayatında devrim yapalım” çağrısında bulunan Kemal Derviş’in verdiği örnek güzel özetliyor: “Örneğin bir hemşire, bir hostes ya da öğretmen 50’li yaşlarının sonuna kadar haftada beş gün çalışabilir, 62 yaşına kadar haftada dört güne iner, 65 yaşında üç gün olur ve belki 70’ine kadar iki gün  çalışır” (Milliyet, 25.7.2013). Bunlar fırsatını bulsalar -hem mavi yakalı hem beyaz yakalı işçilerin ortak sorunu olan fazla mesai yetmiyormuş gibi- emekçileri mezarda bile çalıştıracaklar. Haydi “çapulcular” mücadeleye devam! Artık forumlardan çıkıp grevlere destek vermek zamanı. İşçilerle birlikte mücadele etmek için. Krizin faturasını ödememek için!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2013 tarihli 47. sayısında yayınlanmıştır.