Eğitim-Sen’de sınıf işbirlikçi, kimlikçi, sivil toplumcu dayatmaya hayır!

Eğitim-Sen’de sınıf işbirlikçi, kimlikçi, sivil toplumcu dayatmaya hayır!

Eğitim-Sen 11. Genel Kurulu 28-29 Kasım tarihinde Ankara’da gerçekleştirildi. Daha önce pandemi koşulları dolayısıyla ertelenen genel kurulun, salgının en vahim tablosunun yaşandığı dönemde gerçekleştirilmesi tartışma yarattı. Eğitim-Sen’in 100 şubesinden 60’a yakınının genel kurulun ertelenmesi için görüş bildirmesine rağmen, genel kurulun yapılması yönünde herhangi bir hukuki zorunluluk bulunmadığı hâlde tabanın bu itirazları dikkate alınmadı. Bu yüzden genel kurul son derece eksik bir katılımla gerçekleşti. 511 delegenin yarısına yakınının katıldığı genel kurulda seçimlerde oy kullanan delege sayısı ise sadece 193 oldu.

Baştan delege iradesinin sakatlandığı bu genel kurulda yönetim HDP (Demokratik Emek Platformu/ESP/SYKP vb.) ve CHP (Sendikal Birlik) eğilimli delege çoğunluğu tarafından oluşturuldu. Eğitim-Sen’de önemli delege sayısına sahip Devrimci Sendikal Dayanışma (Sol Parti) en başta eleştirilerini sunarak genel kuruldan çekildi; Emek Hareketi (EMEP) ise son gün, oluşturduğu listeyi geri çekerek yönetimin dışında kaldı. Ankara Yüksel’de yaptıkları direnişle bilinen KHK’lı kamu emekçilerinin “sendika aleyhine faaliyet” suçlamasıyla üyelikten ihraç edilmesi de genel kurulda oylatıldı. Kamu Emekçileri Cephesi’nin tutuklu üyeleri Nuriye Gülmen, Acun Karadağ, Mehmet Dersulu’nun ihracı oy çokluğu ile onaylandı.

Katılımın düşüklüğü, yeni yönetimin sadece 193 oy kullanılan bir seçimle iş başına gelmesi, baştan iradesi ve meşruiyeti sakatlanmış bu genel kurulun hem seçtiği yönetimle hem de aldığı kararla tartışılmaya devam edeceğine işaret ediyor. Ayrıca bu ortamda, son derece tartışmalı ihraç kararlarının, üstelik muhatapları tutukluyken ve kendilerini savunma fırsatı olmaksızın onaylanmasının da meşru görülmesi söz konusu olamaz. Tüm bunların yanında yönetime hâkim olan HDP ve CHP eğilimli gruplar eliyle sivil toplumcu ve sınıf işbirlikçi bir sendikal anlayışın da Eğitim-Sen’e dayatılmak istendiği açıktır. Bu dayatmanın ideolojik altyapısını post-modernist, kimlikçi ve sol liberal bir perspektifle Demokratik Emek Platformu oluştururken (siyaseten HDP’ye iltihak etmiş ESP ve SYKP’nin sendika içinde de bu eğilimden ayrı düşünülmesi mümkün değildir), Eğitim-Sen’i düzen muhalefetine entegre etmeyi hedefleyen siyasal yönelişte CHP eğilimli Sendikal Birlik’in de rol alacağı görülmektedir. Birbiriyle ideolojik olarak zıt görünen bu eğilimler Eğitim-Sen’in sınıf mücadelesi ekseninden tamamen uzaklaştırılıp sınıf işbirliğine yöneltilmesinde, sendika olmaktan çıkıp bir sivil toplum örgütüne dönüştürülmesinde ortaklaşıyorlar.    

Yönetim pazarlıkları, dar grupçu yaklaşımların genel kurulları belirlemesi Eğitim-Sen’de ve KESK’te ilk defa yaşanmıyor. Ancak genel kurul sürecinin bu defa sadece bu bakış açısıyla değerlendirilmesi son derece eksik ve yanlış olur. Yaşanan problem çok daha derindir. Eğitim-Sen’in yönetimi değil, bizzat bir sendika ve sınıf mücadelesi örgütü olarak varlığı söz konusudur. Eğitim-Sen’in Türk ve Kürt emekçilerinin ortak ve kitlesel örgütü olma özelliğini yitirmeden, sınıf mücadelesi eksenine oturtulması için çetin bir mücadele dönemi açılmaktadır. Bu mücadelede sınıf perspektifinin kazanması salt içe dönük tartışma ve saflaşmalarla mümkün olmayacak, ancak kamu emekçisinin sermayeye, istibdada ve emperyalizme karşı tabandan yükselteceği mücadelenin dinamiğine dayanarak gerçekleşebilecektir.

Levent Dölek Eğitim Sen GK'da sivil toplumculuğa karşı sınıf mücadelesini, Marksizmi ve antiemperyalizmi savunuyor!